Beklenen ve yakışan olunca, yani Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönetip aynı zamanda da rol aldığı Kelebeğin Rüyası filmi ülkemizin Oscar aday adayı olarak belirlenince sevindim. Genelde Yılmaz'ın sinemasını zaten beğenip, desteklerdim; özelde de bu son film çok içime sinmişti.
Malumunuzdur, filmin konusu
1940'lı yıllarda geçiyor. 2. Dünya Savaşı dönemi ve mükellefiyet günlerini yansıtan filmde ayrıca iki genç şairin hayatla ve aşkla olan mücadeleleri de anlatılıyordu.
Sonu da hayli hüsran hayli hicranla bittiydi hikâyenin.
O zamandan beri
Söz konusu şairler olunca içinde şair yüreği de barındıran yazarlar, yönetmenler daha sahici daha naif daha akışkan dilli oluyor sanırım.
Bunu yıllar önce yine Yılmaz Erdoğan'ı izlerken hissetmiştim. Beşiktaş Kültür Merkezi'nde harika bir şiir ziyafeti vardı.
Mekânı dolduranlar 1.5 saate yakın sözcüklerin genç sanatçının dilinden uçuşup yüreklerine konmasından 'keyif kekâ' olmuşlardı.