Türk tiyatrocuları klasikleri oynamazlar. "Tutmaz" diye. Ödenek alırlar, zararları karşılanır, gene oynamazlar. Kimisi şiirleri çekiştire çekiştire ardarda dizip "çakma oyun" yumurtlamayı sever. Kimisinin tiyatrosunda da "kendisinin yazmadığı herhangi bir oyun" asla sahne yüzü göremez.
Fransız komünisti, herhalde eşek olduğu için, Fransız ve dünya klasiklerine öncelik tanır. Hep tanımıştır.
Evvelki hafta Fransa'daydım, Jean Vilar'ın "defterleri" yayınlandı. Tuhaf şey, kırk bir yıl önce, Jean Vilar öldüğünde de oradaydım.
Kimdi bu adam?
Son derece önemli bir tiyatro adamıydı, "solcu tiyatrocu"...
Savaştan sonra ünlü Ulusal Halk Tiyatrosu'nun yöneticisi (Theatre National Populaire), ünlü Avignon Şenliği'nin yaratıcısı, iki büyük yıldızı Gerard Philipe ve Maria Casares ile seyirciyi kasıp kavuran adam. (Magazin notu: Maria Casares, ünlü yazar Albert Camus'nün metresiydi, eşi Francine Camus bu yüzden intihara kalkışmıştı. Selülit durumlarını bilemem, Fransız basını bundan hiç sözetmemiştir.)
Halka, üç otuz paraya Shakespeare, Moliere, Corneille, Lessing, Kleist, Musset seyrettiren adam.
Komünistti.
Halkı, propaganda yaparak değil, tiyatro kültürünü yükselterek eğitmek istiyordu.
Başardı da.
Bizimkiler başaramazlar. ("Demokrasiye ara verelim, müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar halkı eğitsinler" demesini bilirler ama ellerini taşın altına sokmazlar.)
Ancak "komiklik" yaparlar.
Ya da, vatanları Amerika'ya ihanet etmiş birtakım Sovyet nükleer casuslarının reklamını!
Jean Vilar ellili yıllarda bol bol turne yaparmış. Bir yandan her yaz Avignon Şenliği... Açın Erol Günaydın'ın anılarını, orada, Galatasaray öğrencisi Tıjın Erol'un yaz gelince buralardan kirişi kırıp soluğu nasıl Avignon'da aldığını okuyacaksınız.
Bendeniz de çağrılıydım genç bir tiyatrocu ve eleştirmen sıfatıyla da, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü'nün Türkiye şubesinde yaz sıcağında davetiyemi onaylayacak adam bulamamıştım. Büroda kimse yoktu, kapı duvardı. Gidemedim. (Bunu biliyor muydunuz Refik Bey?)
Vilar, elbette Doğu Bloku ülkelerine de birçok turne düzenlemiş.
Evvelki hafta yayınlanan not defterlerinde diyor ki: "Bugün Avrupa'da bir tek gerçek halk tiyatrosu varsa, o da bizimkidir!"
Çünkü gitmiş görmüş, komünist ülkelerin tiyatroları sapır sapır dökülüyorlar. Ağır da bir sansür var, yıl 1955. Propagandadan başka bir şey yok. Hepsi de asık suratlı.
"Evet," diyor, "bu halk cumhuriyetlerinde biletler ucuz ama tiyatronun herşeyden önce bir eğlence merkezi, zevk alınan bir yer olduğunu anlatmaktan dilimde tüy bitti."
"Devletin ya da belediyenin tiyatrosu olmaz, olmamalı!" diye de ekliyor. "Bir fabrikanın, bir sendikanın, bir kuruluşun tiyatrosu olur, olmalı."
Tam da turizm mevsiminin başında greve kalkışarak iktidara kazık atma girişiminde bulunan sendikacı arslan parçaları, ne duruyorsunuz, bir tiyatro kursanıza!
Belediyeyle papaz olan sanatçıları da böylece bağrınıza basarsınız. Ben olsam ilk oyun olarak bir "Arturo Ui" oynarım, hükümete kılçık...
Yoksa "Devr-i Süleyman"da mı kaldınız?
Kılıçdaroğlu oralarda da...