Resmi tarihe sorarsanız, size halkın kurtuluş savaşımızda "gönüllü olarak cepheye mermi taşıdığını" öğretecektir.
Bunun edebiyatı da çok yapılmıştır, ayışığı altında şalvarlı bacılar, Dağlarca'nın ünlü "Elif'in kağnısı" şiiri, gıcırtılar, falan filan.
Halk o mermileri gönüllü olarak taşımamıştır, zorunlu olarak taşımıştır.
Reddedene İstiklal Mahkemesi ve ölüm cezası. (Turgut Özakman, o hamasi televizyon senaryosunda işin bu yanına değinmez.)
7 Ağustos 1921 günü yürürlüğe giren "Tekâlif-i Milliye Kanunu" na göre (ulusal yükümlülükler yasası), Anadolu köylüsü orduya malzeme vermeye ayrıca mecbur tutulmuştur.
Ayrıntılarını Google'dan bulup uzun uzun inceleyebilirsiniz: Her evden iki kat çamaşır, iki çift çorap, iki çift çarık, kösele, astar, patiska, sahtıyan, üstüpü, şimdi okuyunca tuhaf ve ilginç gelen "bisiklet lastiği tamiri için solüsyon" falan filan...
Ayrıca halkın elindeki silah ve cephanenin tamamı tabii, üç gün içinde teslim edilmek üzere.
Ayrıca bütün yiyecek maddelerinin ve giyeceklerin yüzde kırkı! Her türlü makinenin yüzde kırkı! Bedeli ileride ödenmek üzere... (Ayşe Hür şu paraların ne zaman ve nasıl ödendiğini yazsa da öğrensek iyi olacak. Ödendi mi, ödenmedi mi, onu da bilmiyoruz.)
Bu bir el koymadır. Müsadere. Ecevit Türkçesi'yle söylersek, "zoralım"...
Hemen belirtelim, daha önce de çok yazmıştık, Atatürk bu yasayı çıkarmakta yerden göğe kadar haklıydı. Yunan ordusu Eskişehir üzerinden Ankara'ya yürüyordu, o yoksulluk ve yoklukta ordunun lojistik ikmali için başka çare yoktu, onun yerinde ben de olsam aynısını yapardım, belki yüzde kırk bile değil, yüzde altmışına el koyardım.
İyi de, olay 1921 yılında geçiyor, Sakarya Meydan Muharebesi arifesinde... Ölüm kalım noktasında...
Aynı şeyi 2011 yılında yaparsan kimse sana ağzıyla gülmez.
Ama darbeciler bunu da başarmışlar, bu kadar gülünç olmayı.
Gölcük'te dürüst ve namuslu subaylarımızın döşemeleri sökerek zulalarda ele geçirdikleri çuval çuval belgenin arasında, darbeden sonra ordudan atılacak subaylar listesinin yanısıra, bir "tekâlif-i milliye çalışması" lafı da geçiyor!
İktidara gelip bazı ordu ve kuvvet komutanlarını tutukladıktan, yüz binlerce kişiyi stadyumlara doldurduktan sonra halktan da "bazı fedakârlıklar" isteyeceklermiş anlaşılan...
Neden? Döviz ve altın fırlayacak, sermaye kaçacak, ekonomi batağa saplanacak da ondan mı? Herhalde.
"İsterse ekonomi batsın yeter ki bu hükümet gitsin" kafasında olanlar, ekonomiyi batıracaklarını da iyi biliyorlarmış.
Acaba nelerini vermeye mecbur tutacaklardı halkı?
27 Mayıs darbesinden sonra yaptıkları gibisinden altın yüzüklerini mi? (O zaman mecbur tutmamışlardı tabii, öyle bir hava estirmişlerdi ki, vermeyene vatan haini gözüyle bakılıyordu. En büyük hakaret kelimesi de neydi bilir misiniz? "Demokrat!")
Ne toplayacaklardı bunlar yahu, don değil, fanila değil, çorap değil, çarık değil, bisiklet lastiği için solüsyon değil herhalde...
Bir gazetenin yorumuna göre, "mevcut durumla (yani yaptıkları darbeyle) kurtuluş savaşımızın 'özdeşleştirilmek istenmesi' rol oynamış" bu ahmakça düzenlemede...
Atatürkçü geçiniyorlar ya bunlar, Atatürk istemiş ve almıştı, biz de alırız vatandaş!
İsteyenin bir yüzü kara. Darbecilerin kuracakları "milli mutabakat hükümetinin" başbakan adayı Rıfat Hisarcıklıoğlu da beni mahkemeye verdi, yirmi bin lira istiyor.
Bu da "tekâlif-i şahsiye" kapsamına mı giriyor Rıfat Beyciğim?