Aydın Doğan'ın basın ve yayın organlarının satılacağına dair haberler çıkıyor. Adamları bunu sürekli yalanlıyorlar ama onlara kimse inanmıyor.
Aydın Bey, "hepsini satacak değilim, ortak arıyorum" demeye getiriyor. "Vergi cezalarımı ödeyebilmem için acilen para lazım" demiyor tabii.
Medyadan "tümden" mi çekilir, yoksa bir kıyısından tutunup kalmaya mı çalışır, o kadar da önemli değil. Öyle ya da böyle, Aydın Doğan bitmiştir.
Belki başka işler de yapar, kızları ve damatları işlerini sürdürürler, ya da herşeyi onlara devredip emekli olur, parası da torununun torununa yeter ama bir "medya patronu" olarak bitmiştir. "Fonksiyonu" kalmamıştır. Şu anda "uzatmaları" oynuyor.
Kızının TÜSİAD yönetiminden "gönderilmesi" (kibarcasını söyledik) bunun böyle olduğunun göstergesiydi. Aydın Doğan, kızı vasıtasıyla dolaylı da olsa, artık büyük burjuvaziyi temsil etmiyor, onun önderliğini sürdüremiyordu.
Geldi ve geçiyor... Bir kuyruklu yıldız gibi diyebilmeyi çok isterdim...
Ama onun gelip geçişi, biraz yatağından taşıp ortalığı dağıtan sel gibi oldu.
Aydın Bey, sekiz yıldır körü körüne çok sert, hatta "vahşi" muhalefet yaptı. Kimi adamları ruhlarının "puşt" eğiliminden, kimi adamları da "solculuk falan ettiklerini" sanarak bu vahşi muhalefete destek verdiler, bayrağını taşıdılar.
Fakat günahı bu değildir. Sonuçta, muhalefet herkesin anayasal hakkıdır.
Aydın Doğan'ın günahı, "ticari çıkarları için sürdürdüğü muhalefete 'laiklik ve Atatürkçülük kavgası' kılıfını uydurmaya çalışmak" olmuştur.
Bunu yutan da çok oldu...
Aydın Bey kuldan korkmadı, bravo. Ama, Allah'tan da korkmadı! Hükümete diş geçiririm sandı, geçiremedi. Deviririm sandı, deviremedi. Devirmeye çalışan başkalarına arka çıkarım sandı, çıkamadı.
Aydın Bey'in adamları Türkiye'yi gerdiler de gerdiler, gerdiler de gerdiler... Ruh sağlığımızla oynadılar.
Onlara sorarsanız Türkiye ölmüştü, bitmişti, mahvolmuştu, battı batıyordu... Oysa gerçekler böyle demiyorlardı.
Kendi uydurdukları yalanlara inananlar ya da bu yalanların etkisi altında kalanlar da, olup bitenlere, hele hele seçim ve referandum sonuçlarına hep şaştılar kaldılar. Şimdi artık medyada muhalefet, az seyredilen bazı televizyon kanallarına, öldür Allah hep az satan bazı gazetelere ya da yeni zuhur eden ve alt tabakaya seslenen "lumpen" yayın organlarına sığınıyor...
İşte bu nedenle de, elinizde tuttuğunuz şu liberal gazete basının yeni "amiral gemisidir" artık. "Bürokrasinin sözcülüğünü" de, tarafsız görüntüsünü sürdürmeye çalışan gene yeni bir gazete üstüne almaktadır ama onun da sürümü hep geri kalmaktadır. Yaygaracı lumpen gazetesi bile onu geçmiştir.
Aydın Doğan kendine de, dükkanlarına da yazık etti.
"Anadolu köylüsünün burjuvalaşma tarihine" altın harflerle geçebilirdi. "Taşra taciri" olarak kalacak.
Yeni Türkiye'nin adamı, önderlerinden biri olamadı, geçiş döneminin yıldızı oldu. Medya patronluğu da, hem kendi hayatında hem basın tarihinde bir "arıza" olarak kaldı. Ne yeni yüzyılı anlayabildi, ne yeni Türkiye'yi... Bir heves etmişti, geçmek zorunda kalıyor.
John Maynard Keynes'in dediği gibi "uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız"... Hepimiz de bir geçiş dönemine denk geldik, ufak ufak da gidiyoruz artık... Türkiye'nin bendenizi hatırlayacak kadar kadirbilir olduğunu sanmıyorum. Fakat, diyelim yirmi birinci yüzyılın ikinci yarısında, Aydın Bey nasıl hatırlanacaktır acaba?
Herhalde Malumatçı Baba Tahir gibi değil de... Bir Erol Simavi gibi mi, bir Halil Lütfi gibi mi?