Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez geçen gün şöyle dedi: "Türkiye çok önemli bir ülke. Türkiye, Sünnicilik yaparak SünniŞii ikileminde, ihtilafın bir yanında olmamalı, hakem rolünü bırakmamalı..."
Bu sözlere yüzde yüz katılıyorum.
Türkiye, mezhepçi bir dış siyaset gütmemeli. Sünniliğe angaje olarak, hakemlik rolünü kaybetmemeli.
Tabii bu bir tercih... Yoksa mezhepçi siyasetin de kendi içinde bir mantığı var. Mesela İran uzun yıllardır Şii siyaseti güdüyor ve bu alanda gayet başarılı.
Bizim Dışişleri Bakanlığımız ise Cumhuriyet kurulduğundan beri "ulusalcı" bir ideolojiye oturdu. Sadece mezhepçilikten değil, Ortadoğu'daki kapışmalardan da uzak durdu. Hariciye kadroları bu fikre göre çalıştı.
Geçen 90 yıllık süreçte hatalar yapıldı mı? Evet. Elbette. Ancak o hatalara ve eksiklere bakarak, "paradigma" değiştirmeye kalkışmak, Frenklerin tabiriyle "nehri geçerken at değiştirmek" olur.
Nitekim oldu da... Reyhanlı patlamasıyla giden 52 can ve hâlâ Musul'dan dönemeyen hariciyecilerimiz bunun iki örneği.
Bu yazının asıl amacı dış siyasetimizi tartışmak değil.
İlke düzeyinde tamamen aynı fikirde olsam da, Başkan Görmez'in bu açıklamasını doğru bulmuyorum.
Pardon, Türkiye'nin dış siyasetini Diyanet İşleri Başkanı mı değerlendirecek?
Ortadoğu'yla ilgili politikalar üst düzeyde masaya yatırıldığında, nasıl Genelkurmay'ın katkısı varsa, eşit düzeyde olmasa da, Diyanet İşleri'nin katkısı da olacaktır elbette.
Ama Diyanet İşleri Başkanının medyanın önünde, "Sünnicilik yapmayalım" demesi... Dediklerine tamamen katılsam da tuhaf... Aynı sözü asker etse, "Sen işine bak" diyerek yaygarayı basarız. Öyle değil mi?