Siyasetçiler ortaya ilginç bir proje attığında, coşkuya kapılıyor, avantajlı yönlerine ağırlık verip, diğer taraflarını pek irdelemiyoruz.
Örneğin: Kanal İstanbul... Bu projeden söz edilir edilmez (ben de dahil) medyada bir heyecan fırtınası esti. Fikir gerçekleştiği takdirde ne gibi kazançlar elde edeceğimizi konuşmaya başladık.
Olaya şehirleşme açısından bakanlar, Kanal İstanbul'u, ikinci İstanbul Boğazı olarak gördü. Böylece oluşacak olan çekim merkezi, İstanbul'un üstündeki nüfus ve inşaat yükünü de hafifletecekti.
İki ay kadar önce bir gazetenin manşeti Kanal İstanbul hakkındaydı. Arkadaşlar Kanal sayesinde Türkiye'nin kazanacağı parayı hesaplamışlardı: Boğazlarla ilgili 1936 tarihli Montrö (Montreux) Sözleşmesi baypas edileceği için, kasamıza yılda 8 milyar dolar girecekti.
Buna karşılık Kanal İstanbul'a en çok çevreciler itiraz etti. Bazısı, "Marmara denizindeki ekolojik denge bozulacak" dedi... Bazısı, Trakya'da meydana gelecek iklim değişikliğinin tarımsal yapıyla birlikte çiftçileri vuracağını söyledi.
Ancak Kanal İstanbul'un dünya siyasetindeki yerini, yani jeopolitik konumunu pek az konuştuk. Kanal'ın Montrö Sözleşmesi'ndeki yerinin ne olacağını... Üyesi bulunduğumuz NATO'nun bu değişikliğe ne diyeceğini... Belki de en önemlisi, kullandığımız doğalgazın yüzde 60'ını, petrolün ise yüzde 35'ini aldığımız Rusya'nın yaklaşımının ne olacağını tartışmadık... (Devletin üst düzeyinde elbette konuşuluyor; ben medyayı kastediyorum.)
Son aylarda Ukrayna sorunu alevlenip... ABD, birkaç savaş gemisini Boğazlardan geçirip Karadeniz'e gönderince aklımıza geldi, Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi...
Rusya ile ABD arasındaki çekişme sürdüğü sürece de aklımızdan düşmeyecek.