Otuz Mart günü yerel yönetimler için oy kullanacağız. Belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, belediye meclis üyelerini, muhtarları seçeceğiz...
İlginç olan nokta, yerel seçim sürecini, genel seçim havasında yaşamamız... Bir örnek vereyim:
Dün AK Parti'nin tam sayfa ilanını gördüm. "Önce eğitim, daima eğitim..." denmişti.
Görsel malzeme olarak da Başbakan Erdoğan'ın fotoğrafı kullanılmıştı.
İlan iktidar partisinin, geçen on bir buçuk yıl içinde eği- tim için neler yaptığını anlatıyordu:
Eğitim bütçesinin katlanması, yeni derslikler ve yurtlar yapılması, tablet bilgisayar dağıtımı, bedava ders kitapları, üniversite sayısındaki büyük artış...
"Belediyeler ve eğitim" konusunda ise sadece bir bilgi yer alıyordu ilanda: "Belediyelerimiz de yüz binlerce üniversite öğrencisine destek oluyor" denmişti.
Yerel ile genel seçim arasındaki gel-git durumunu anket haberlerinde de görüyoruz:
AK Parti çevresi (Başbakan, Hükümet üyeleri, parti ileri gelenleri, destek veren medya, vs.) hemen her gün partinin önde olduğunu, yüzde 45'in üstünde oy alacağını gösteren anketlerden söz ediyor...
Öte yandan... Bazı AK Parti kurmayları, "2009'daki yerel seçimlerde yüzde 38.8 almıştık... Bu seçimde o oranın üstüne çıkarsak başarıdır" diye demeç veriyor.
Böylece başarının ölçütü belirsizleşiyor:
Yüzde 45'in üstü mü, 38'in üstü mü?
Türkiye'nin siyasi ortamını bilmeyen bir yabancı, 30 Mart'ta ne seçimi yapılacağını anlamaz; yerel mi, genel mi?
İstanbul'dan örnek vereyim: Sokaktaki vatandaşın, özel bir çaba sarf etmeden, belediye başkan adaylarının neler vaat ettiğini öğrenmesi kolay değil.
Çünkü makro siyasetteki sert kutuplaşma yerel seçimi, adeta genel seçime dönüştürmüş durumda: Erdoğan bir tarafta, Kılıçdaroğlu ile Bahçeli diğer tarafta...
Birbirlerine "saydırıp" duruyorlar.
Kentlerin geleceği unutuldu, ülkenin geleceği konuşuluyor.