Başbakan Erdoğan yer aldığı bütün platformlarda Cemaat'i suçlamaya devam ediyor. Örneğin dün Büyükelçiler Konferansı'nda konuşurken şöyle dedi: "Bu örgütün gerçek yüzünün yurtdışında artık mutlaka anlatılması ve deşifre edilmesi gerekir. Başta emniyet ve yargı içinde örgütlenerek inşa ettiği korku imparatorluğunu iyi anlatmak gerekiyor" dedi.
Yani Gülen Cemaati'ne karşı verdiği mücadeleyi yurtdışına da yaymak istiyor Başbakan...
Bunun kolay bir süreç olmayacağını söylemek için kâhin olmak gerekmek.
Çünkü Cemaat'in kurduğu yapıdan faydalanan çok sayıda insan var.
Eski yazılarımda anlatmıştım: Cemaatin yurtdışına açılması okullarla oldu.
Önyargılı Kemalistlerin sandığının aksine Cemaat bu okullarda din derslerine asla ağırlık vermedi. İki şeye çok dikkat etti:
1) Diğer okullardan daha kaliteli eğitim yapmak...
2) Öğrencileri haylazlıktan, serkeşlikten uzak tutmak.
Tam da böyle olduğu için okulların bulunduğu ülkelerin kalburüstü kesimleri çocuklarını bu kurumlara gönderdiler.
Bu güveni kazandıktan sonra, Cemaat ikinci aşamaya geçti. Bilhassa Anadolulu işadamları ile öteki ülkenin ilgililerini (girişimciler, bürokratlar, siyasetçiler) bir araya getirdi.
Kemalistler bu yapılanmayı gıptayla ve hatta hınçla izlemişlerdi. Çünkü ekonomik açıdan devletçi olan Kemalizm'in Anadolu sermayesine verecek bir şeyi yoktu.
Buna karşılık Cemaat, dayanışmacı kapitalizm modeliyle Anadolu sermayesine yeni piyasalar açtı. Oradaki bağlantıları da TUSKON gibi organizasyonlarla güçlendirdi.
Biri hasmı, diğeri seçmeni
Elçilerin bulundukları ülkelerde Cemaat'i "deşifre" etmesi, bu örgütlenmenin bir "korku imparatorluğu" olduğunu söylemesi elbette mümkün...
Hadi diyelim ilgili ülkeden gelecek, "Düne kadar bu adamlar iyiydi de şimdi ne oldu" sorusunu da uygun bir söylemle atlatabilirler.
Ancak bunun sonucu olarak okullar kapatılmaya başlarsa... Ve dolayısıyla oralarda ticaret yapan Anadolu sermayedarları işlerini kaybederlerse ne olacak?
İşleri tepetaklak olan sermayedarlar, Cemaati değil, Hükümet'i suçlayacaklardır.
Çünkü Türkiye'deki savcılarla, polislerle bir ilişkileri yok. Onlar sadece çoğu üç-beş kuruşa çalışan cefakâr Cemaatçileri tanıyor; o kadar...
Başbakan Erdoğan... Otorite olarak onu değil Gülen'i kabul eden... İcabında devlet içinde kendisine kafa tutan... Hatta uluslararası siyasette farklı bir çizgisi olan Cemaat yapılanmasından kurtulmak istiyor.
Anlaşılır bir istek çünkü iktidar iki başlılığı kaldırmaz.
Peki, iş ekonomiye dayandığında ne olacak?
Çıkarları biraz bozulmaya görsün; sermayedarlar anında yüz çevirir.
Zaten Başbakan Erdoğan da, Cemaat'in yönetimini, "Haşhaşiler, çete, korku imparatorluğu" gibi tabirlerle suçlarken... Cemaatin tabanına, sıradan, cefakâr üyelerine toz kondurmuyor.
Yani Cemaat'i çekip çevirenler ile yönetilenler arasındaki farkı gözetiyor.
Çünkü ilki hasmı, diğerleri ise seçmeni...
Ve seçimler yaklaşıyor.
Bence aynı titiz ayrımı büyükelçilerin, konsolosların da yapması gerekiyor.