Dünkü yazıda ABD yönetiminin ve medyasının, Başbakanı, 'majoritarian' yani 'çoğunlukçu' diye eleştirdiğini belirtmiştim. Bunun anlamını biraz açalım...
Demokrasinin başlangıç noktası... En az iki partiden birinin, vatandaşın oyuyla iktidara gelmesidir.
Tabii sadece bir başlangıç noktasıdır bu... Demokrasi olması için, vatandaşın dört yılda bir sandık başına gitmesi yetmez... Niye?
Çünkü... Seçimi kazanan partinin, "Çoğunluğa sahibim, o halde ben ne dersem o olacak" demesi...
Azınlığı, çoğunluğun dayatması ile karşı karşıya bırakır. Bu da sandıktan çıkanı, demokratik iktidar değil, seçilmiş kral haline getirir.
Çocukluk hastalığı
Çoğunlukçuluk, demokrasinin çocukluk hastalığıdır... Rahatsızlığı gören ülkeler, kurdukları çeşitli mekanizmalarla, çoğunluk dayatmasını engelleyerek, demokrasiyi günbegün yaşanır hale getirmişlerdir.
Nedir bu mekanizmalar? Birkaçını sayalım: İfade özgürlüğü... Örgütlenme serbestliği... Gösteri-protesto hakkı...
Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü...
İnsan Hakları... Laiklik ilkesi...
Washington'da şahit oldum ki Amerikalıların gözünde Türkiye, demokrasinin sağlıklı halini değil, kızamıklı halini yaşamakta...
Polisin biber gazını, çok yakın bir mesafeden... Elinde silah, sopa veya taş olmayan... Hiçbir saldırganlık işareti göstermeyen...
Çıtı pıtı bir kızın gözüne gözüne sıkmasını, hiçbir Amerikalıya anlatamazsınız.
Bir liderin sık sık, "Çoğunluğa sahibiz, biz nasıl istiyorsak öyle olacak" demesini de Amerikalılara anlatmak kolay değil. Çünkü yüzde 50+ ile seçilen Başkanların hiçbiri böyle bir söylem kullanmıyor.
Evet dersem belki anlar
Amerikalıların anlamakta zorluk çektikleri olaylardan biri de Türkler tarafından verilen sözlerin yerine getirilmemesi...
Biliyorsunuz, ABD kültüründe beyan esastır: Evet, evet demektir; hayır ise hayır... Bizde ise evet; bazen evet, bazen belki, hatta hayır anlamına gelir.
Kahve arasında Amerikalı bir organizatör şöyle yakınıyordu: "Hep aynı sorun:
Türklerden kimin gelip, kimin gelmeyeceği, son dakikaya kadar belli olmuyor."
Amerikalı genel konuşuyordu ama o anda kastettiği kişi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker idi...
Tarım artık çok mühim
Amerikan-Türk İlişkileri Konferansı, yıllar önce güvenlik ağırlıklı başlamış, zamanla ticaret ve yatırım öne çıkmıştı.
Dünya nüfusu 7 milyardan 10 milyara doğru ilerlerken yiyecek talebi ve fiyatları artıyor... Böylece tarım, stratejik bir sektör haline geliyordu.
Ayrıca ABD ile AB arasında kurulmaya çalışılan serbest ticaret ortaklığı, her alanda olduğu gibi, tarımda da ülkemizi derinden etkileyecekti.
Bunu bilen Türk ve Amerikalı "tarımcılar" (yatırımcılar, profesyoneller, araştırmacılar) 32'nci konferansa çok önem vermişlerdi.
Ancak Mehdi Bey söz vermesine rağmen son anda gelmemiş; Kuzey Afrika gezisine katılmayı tercih etmişti. Yakınan Amerikalının anlamadığı galiba şuydu:
Türkiye'de şefin emri, demiri keser.