Bir mücadele kadını...
Arap dünyası Yaser Arafat'ın evliliğini bir türlü kabul edemedi. Genç ve güzel hem de Hıristiyan bir kadının Arafat'a yaklaşmasının arkasında başka nedenler arayanlar çok oldu. Kimileri, Süha'yı "iktidarı sevdiği için" Yaser Arafat'la evlenmekle suçladı. Onu İsrail ajanı diye damgalayanlar bile oldu. Gazze yıllarında ise siyasete soyunduğunu düşünenler vardı. Ama esas saldırı Yaser Arafat'ın ölümünden sonra başladı ve Süha Arafat'ın Filistin yönetimiyle de arası soğudu. İnsanları yargılarken mutlaka hayatlarının ilk yıllarına bakmak gerektiğine inanırım. Üç gün boyunca adeta inzivaya çekildiği Malta'da zaman tüneline girince, Süha'nın güçlü karakterini, özgüveni ve sert tepkilerinin ardında yatan faktörleri daha iyi gördüm. Süha'nın, 17 yaşına kadar Yahudiler- Hıristiyanlar ve Müslümanların yüzyıllardır süren kanlı kavgasının kalbinde Kudüs'te yaşadığını unutmamak gerekir. Hem de Oxford'lu Batı Şeria'nın ilk bankacı baba ve İsrail hapishanelerinde yatan ilk Filistinli kadın olan bir gazeteci annenin kızı olarak... Kudüs'teki Katolik Lisesi'nin ardından Paris'te Sourbonne Üniversitesi'nde tarih, uygarlıklar ve dillerini okurken de Filistinli Öğrenciler Birliği'nin başkanlığına yükselişi onun mücadeleci kişiliğini göstermiyor mu? Süha Arafat, nehir söyleşimizde içinde kopan fırtınaları hiç gizlemedi. "Ona âşık oldum ama aşkın ne olduğunu bilmiyordum" derken de çok samimiydi. "Hep yalnızdım" derken de... Yaşananlarda yüzleşmekten korkmuyor ama "tek kurbanı" da olmak istemiyor. Süha'yla, nehir söyleşimizi Ortadoğu'daki siyasi olaylara ve Türkiye'ye bakışıyla noktalıyorum.
***
Süha Arafat, 70 yıldır kan gölüne dönen Ortadoğu'da tarihi dönemeçleri yaşadı aslında. 17 Temmuz 1990'da Tunus'ta 63 yaşındaki Yaser Arafat'la gizlice evlendiği zaman Ortadoğu yeni savaş bulutları altındaydı. Saddam Hüseyin Arap dünyasında Filistin davasının en güçlü savunucusuydu. Arafat da en büyük destekçisi. Arafat hem 1978'de Enver Sedat'ın İsrail'le barış anlaşması yapmasına karşı çıkmanın faturasını ağır ödedi. Hem de Saddam'ı desteklemenin faturasını... 1992'de Tunus'ta Süha'yla buluştuğum zaman Arafat, Camp David Anlaşması'nı kabul etmeye razıydı ama köprülerin altından o kadar çok su akmıştı ki... Süha da o zaman Saddam'a ateş püskürüyordu ama yazmamı istemediği için 21 yıl sonra tarihe kayıt düşmek için şimdi açıklıyorum. Süha'yla Filistinlilerin son yıllarda sürüklendiği çıkmazı da konuştuk. Tabii Arap Baharı ve Türkiye'nin bölgedeki rolünü de... Söyleşimizin son gününde, "Arafat, Saddam'ı desteklemenin faturasını ağır ödedi değil mi" diye sorarak başladım. "Evet çok ağır ödedi" diye başını salladı Süha. 1994'te Gazze'de Yaser Arafat'ın yanı sıra o zaman İsrail Dışişleri Bakanı olan Şimon Peres ve Hamas liderleri Mahmud Zahar'la yaptığım görüşmeleri hatırlıyorum. İsrail 1 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze'yi temizleme görevini adeta Arafat'a vermişti. Batı Şeria'da inşa etmeye devam ettiği Yahudi yerleşim merkezleriyle Filistinlileri kantonlara hapsediyor ve aralarındaki bağları kopartıyordu. Hamas lideri Mahmud Zahar ise "İsrail Filistinlileri birbirine öldürtmek istiyor. Biz iç savaş istemiyoruz" diyordu ama hiç de söylediği gibi olmadı. Çünkü, Filistinlilerin dolu dizgin iç savaşa sürüklendiği o kadar açıktı ki... O gün Hamas lideri, Arafat'ın İsrail'le imzaladığı barış anlaşmasını tanımadıklarını gizlemiyordu ki... "İsrail'i er ya da geç yok edeceğiz" diyordu. Yani Hamas, Arafat'ın ve FKÖ'nün yönetime el koymasını hazmedemiyordu. Süha'ya o günleri hatırlatınca şöyle konuştu:
"Hazmetmek zorundaydılar çünkü Hamas içinden kimse Yaser Arafat'ın yerini dolduracak durumda değildi. Arafat'ın liderliğiyle kimse karşılaştırılamaz. Türkiye'de kimse kendisini Atatürk'le karşılaştırabilir mi. Hayır. Arafat da Atatürk gibiydi. Atatürk nasıl sembolse Arafat da semboldür." Ama ne olursa olsun Arafat ölür ölmez Gazze kan gölüne dönüverdi ve hayatını vererek birleştirdiği Filistinli gruplar parçalandı. "Filistin devletinin ilanını nasıl görüyorsun" diye sordum. Süha Arafat "Büyük bir adımdı. Baskılara göğüs gererek tarihi adımı atan Mahmud Abbas'ı selamlıyorum" dedi ve devam etti:
"Onu öldürmekle bile tehdit ettiler. O da Arafat gibi hayatını tehlikeye attı. Ve Filistin devletini ilan etti. Muhteşemdi, zor bir hedefti. Şimdi herkesin maaşı bile tehlikede. İsrail vergilerimizden topladığı parayla maaşları ödemeyi durdurdu. Ama yine de şimdi bir devletiz. Adalet Divanı'nın da üyesiyiz. Arafat'ın öldürülmesinin de Divana taşınacağını umuyorum." 1979'da Yaser Arafat'ı kızdırdığım soruyu tam 23 yıl sonra karısına da "İsrail ve Filistin devletlerinin barış içinde yan yana yaşayabileceğine inanıyor musun" diye sordum. Süha "Çok karamsarım" diye nedenlerini anlatmaya başladı:
"Çünkü İsrail sürekli yeni yerleşim yerleri inşa ediyor. Sürekli topraklarımızı çalıyor. Filistin devleti için yer kalmadı. Bu en büyük tehlike. Hiçbir BM kararını uygulamıyor. El Fetih- Hamas ayrılığı da beni çok endişelendiriyor. Eğer Arafat yaşasaydı parçalanma olmazdı. Arafat da Atatürk gibi ulusunun ilham kaynağıydı. Bizim de Atatürk gibi bir lidere ihtiyacımız var. Atatürk bütün ulusu birleştirdi. Bizim Arap dünyasında da Atatürk'e ihtiyacımız var. " Tunus, Mısır ve Libya'da diktatörlerin domino taşları gibi devrilmesinin ardından tartışılan "Türkiye Modelini" de konuştuk.la. "Türkiye muhteşem bir model aslında" diyerek başladı ve özlemlerini gizlemeden anlattı: "
Arap baharı Türk tarzında olmuyor. Ortaya yeni bir diktatörlük çıkıyor. Mısır'da Libya'da Tunus'ta ne olduğunu biliyorsun. Tunus biraz daha Türk modeline yakın gibi görünüyor. Ümit ederim sonuçta da Türkiye modeline benzer. Hepimiz Türkiye modelini hayal ediyoruz. Hamas'a saygı duyorum, içinde de arkadaşlarım var. Ama yine de eleştiriyorum. Şeriatı zorluyorlar. Türkiye'ye bakalım. Plajlarda bikinili kadınlar da var. Türk modeli böyle bir şey. Türk modelinden sadece söz ediyoruz ama içeriğine bakmıyoruz. Mısır'da bazı şeyhler küçük kızların 9 hatta 7 yaşında evlenmelerine izin veriyorlar. Kadınların haklarını ellerinden alıyorlar. Ama Türkiye'e bakın. Tüm kadınlar açık görüşlü. İsterlerse içki içiyorlar. Türkiye açık bir toplum. Şu anda Türk dizilerinin Arap toplumu üzerinde etkisi çok."
"MERHABA ASKER"
Süha Arafat, Türkiye'ye de gelmek istiyor. Hatta 1993'te Arafat'ın Ankara'da şeref kıtasını "Merhaba Asker" diye üç defa Türkçe selamlayışını hiç unutmamış. Türkçe tekrarlarken gülümsedi. "Yeniden gelip Atatürk'in evini de ziyaret etmek istiyorum" dedi. Söyleşimizin sonunda Yaser Arafat'ın emanetinin Türkiye'ye mesajını aynen aktarıyorum: "
Türkiye'nın bütün Filistin halkına ve gruplarına eşit yaklaşmasını bekliyoruz. Buna ihtiyacımız var ve çok önemli. Yaser Arafat ve Mahmud Abbas, El Fetih'te büyük mücadele verdiler. Türkiye'nin sadecec Gazze ya da Ramallah'taki Filistinlilere değil sürgündekilere de aynı mesafede olmasını bekliyoruz. Filistin hem Ramallah'tır hem Beyrut'tur hem de Güney Afrika ve Amerika'dır. Türkiye gibi olmak istediğimizi bilmenizi istiyoruz."
'MUHTEŞEM YÜZYIL BİTMESİN'
Arapları ekran başına kilitleyen Türk dizilerinin hayranları arasında Süha Arafat'la kızının olduğunu duyduğumda doğrusu şaşırmadım. Muhteşem Yüzyıl'dan hayatlarının bir parçası gibi söz ediyorlar. Şehzade Mustafa'yı canlandıran Mehmet Günsur'un en büyük hayranı Arafat'ın kızı Zahwa. Süha, dizinin sona ermesinden ciddi kaygı duyuyor. "
Her büyük liderin arkasında büyük bir kadın vardır. Hürrem'in gücünü hafife almamak lazım. Kadın annedir, kız kardeştir. Dizinin biteceğini söylüyorlar. Eğer biterse Arap dünyasında herkes çok üzülecek. Bir erkeği karısının etkilemesi ayıp değil ki. Tarihte Napolyon gibi karısından etkilenen birçok lider var. Kadın erkeğin yarısıdır."
RÖPORTAJ İNGİLİZ BASININDA
Süha Arafat'ın röportajına Arap basınından sonra İngiltere'nin saygın gazetelerinden Guardian da yer verdi. Gazetenin "Yaser Arafat ile evliliğimiz büyük hataydı" başlığı ile duyurduğu haberde, Süha Arafat'ın özellikle "Evliliğim bir hataydı, pişmanım. Yaser Arafat öldükten sonra birçok evlenme teklifi aldım" gibi sözlerinin altı çizildi.
