siyasetçiler, iş dünyası, akademisyenler ve jet sosyeteden "ibadullah çevresi" vardır. Tüm yakışıklılar, playboylar peşindedir ama gönlünü tek kişi çeler, evlenirler İlk eşi makine mühendisi tur tekneleri çalıştıran yakışıklı delikanlı Barış Ertan'dır (Siren Ertan'ın babası...) O evlilik çok yürümez, boşanırlar... Yılar sonra Bir Noel partisinde tanıştığı Amerikalı siyahi yüzbaşıyla kısa sürede çok iyi arkadaş olur, sonrasında âşık olup evlenme kararı alır. Ailesi "gavur" damat' fikrine karşı çıkar. Ama bakarlar ki, bu siyahi Amerikalı, yemek önceleri ve sonrası sofraya dua etmeden oturup- kalkmaz, babası son sözü söyler: "Yahu bu adam bizden daha Müslüman. Verdim kızı gitti!" Tüm Alsancak ayaklanır: "Hatice zenciye gidiyor 'deli' mi bu kadın?.." Evet, Hatice "deli"dir... "Zenciye değil sevdiğime. Yabancıya değil, aşkıma varıyorum. Mutsuz akıllılara inat mutlu deliyim" der, İzmir'de düğün dernek kurulur. Soranlara: "Biz aşk sarmaşığı gibiyiz kocamla" der... Bir yıl sonra "tek yapraklı" sarmaşığa dönerler çünkü Defne kız doğar...
anlatıyor. Diyor ki; "Kızımı kaybetmenin dışında en çok 'Uyuşturucu kullanıyor muydu? O gece de bir şey mi almıştı?' sözleri yıktı bizi. Defne'nin canı çok kıymetliydi. İğne bile olamaz, ciyak ciyak bağırırdı. Ben kızımla abla kardeş gibi, arkadaş gibiydim Savaş'ım. Hayatında bilmediğim nokta kadar şey yoktur. Uyuşturucu en sevmediği, nefret ettiği şeydi Defne'nin. Bu dünyanın içindesin sen de. Git araştır. Ya da bir Allah'ın kulu çıksın söylesin. Bir gram olsun bir yerde bir şey kullandığını bilen, duyan, gören olmuş mu?
Ben de hiç duymadım... 
Esas rapor gelince anlaşılır durumu. 
Damadın İlker Yasin ne diyor?
Hangi Seda? Seda Sayan mı?
Çocuk gibidir Seda da. O da perişan olmuştur senin bu halini görünce.
Üzülmeyen kalmadı ki... 
Sen 2 evlilik yaptın, ikisinde de acı çektin. Nasıldı kızının hali vakti?
Evliliklerine nasıl tepki verdin ilk duyduğunda? 
Oğlu Can için neler düşünüyordu? Doktor olsun, mühendis olsun, sanatçı olsun?
herkesin kendi meşrebince bir şeyler veczettiği bir merhumenin, Defne Joy'un annesi o. O, İzmir'in ve yakın çevresinin bildiği namıyla "Deli Hatçe". Bunca gün sustu sustu, hep sustu... Şimdi vakit erişti, an geldi, konuşacak o anne, o 'Deli Hatçe'... Konuştu dinledim. Konuştu hüzünlendim. Konuştu sevindim. Konuştu, bir kez daha Defne'yi çok çok sevdim. Adı neden "Deli Hatçe"ye çıkmıştı, işte ta oralardan başladı yürüdü. Bir çırpıda on yılların tekmil anısını harmanladı, önüme serdi. "Defne?" dedim, doğurup, büyütüp, önce endişeler, sonra iftiharlar edip en sonra da heyhat ki; kara toprağa verdiği, Allah'a emanet ettiği biricik yavrusunu tarifledi bana. "Can?" dedim, canı yangın anlattı; yavrusu ardında kala kalan tek Can'ını, torununu anlattı, anlattı, anlattı ben hep dinledim. Ve... Siz de buyurun öyleyse...
Çünkü ve mesela; "Babası gelmedi ki... Ne cenazeye, ne eve zaten ne de Türkiye'ye..." Sordum:
Hava koşullarından cenazeye yetişememişti. Geç gelmişti. Mezara ziyaret, evde toplantılar, ortak 'napıcaz?' kararları almalar olmuş ama?
Aranız kötü müydü? Boşanmıştınız değil mi?
Sen istedin mi?
Babasını da kollamış seni de. 
Bütün aile... Hele de sen. Neden bir şeyler söylemedin şunca vakit? İlk 3-4 gün elbette şoktaydınız, perişandınız, hala da öylesiniz ama bunca suskunluk bazı el ağızlarında "Durum âşikâr, ne diyebilirler ki?" zevzekliğine dönüştü.
Buna saygı duyuyorum ama içime de kurt düşüyor? 
kadar çok ağlayıp haykırıyor ki "Böyle yaparsa almam uçağa" demiş kaptan pilot. Pazarlık etmişler, "Tamam ağlamam söz" demiş. Korkutmak için söylemişlerdir belki de. Veriyorlar sakinleştiriciyi, basıyorlar iğneleri hapları külçe gibi binip iniyor. O günden beridir de sadece 3-5 yudum su içiyor, lokma sokmuyor ağzına. 10 gün yemeden durur mu bir insan. Öleceksin, yesene abla diyorum dinlemiyor..."