Alciades Gigghia, tam 50 yıl sonra Rio de Janerio'ya indiğinde, havaalanındaki pasaport görevlisi bir kız uzun uzun incelemişti pasaportunu. "Bir sorun mu var" diye sorma gereği duymuştu yaşlı Uruguaylı. Soruya soruyla yanıt vermişti pasaport kontrolü yapan genç Brezilyalı kız. "Siz o Gigghia mısınız?"
Evet o Gigghia'ydı. O tarihten tam 50 yıl önce Brezilya'da düzenlenen dünya Kupasının finalinde Brezilya'yı yıkan golü atan Uruguaylı Gighhia.
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ
Bu gol öylesine yıkmıştı ki Maracana Stadı'nı Brezilya'nın ilk dünya şampiyonluğunu görmek için dolduran 200 bin Brezilyalı'yı. Ve radyoları başında maçı dinleyen milyonları, tüm Brezilya'yı. Sonradan yapılan bir yakıştırmanın da altını çizdiği gibi, aslında Brezilya'nın Hiroşiması'ydı o final. O maçtan yıllarca yıllarca sonra doğanlar bile, seyretmemiş olsalar bile o finali, radyolarından dinlememiş olsalar bile o sessizliği, kalplerinde yaşadılar her an o kâbusu. O maçtan neredeyse 25 yıl sonra doğan o pasaport görevlisi kız gibi.
Evet benim" demişti 50 sene önce 79'uncu dakikada Uruguay'ın galibiyet golünü atan Gigghia pasaport görevlisi genç kıza 2000 yılında, "1950 çok eskilerde kaldı." Golü attığında Maracana Stadı'ndaki o cehennem sessizliğini yaşamasına karşın, aslında yaptığı şeyin Brezilya için ne anlama geldiğini 50 yıl sonra anladı Gigghia. Pasaport görevlisi kız "Brezilya'da o günü biz her gün yüreğimizde hissediyoruz" dediğinde ona.
Acı. Kesif bir acı. Bu oldu, Brezilya'nın bütün kuşaklarına ait insanların payına düşen o finalden. Hiçbir zaman unutmadı bu maçı Brezilya. Hep araştırıldı nedenleri yenilginin. (Mesela ikinci golde hatası olduğu ileri sürülen Brezilya'nın Afrika kökenli kalecisi Barbosa günah keçisi ilan edildi ırkçı bir yaklaşımla. Lanetlendi Barbosa. Sadece o değil, onun şahsında Afrika kökenli tüm kalecilerdi lanetlenen. Bu lanet yüzünden 1950'den 2002'ye, 52 yıl boyunca düzenlenen hiçbir dünya kupasında Afrika kökenli hiçbir kaleciye giydirilmedi altın sarısı Brezilya ulusal forması.)
Trajediye ilişkin futbol ve akıl dolu tek açıklama
Futbola ilişkin tek akılcı açıklama, finalde kaybeden takımın en iyi futbolcusu Zizinho'dan geldi yıllar sonra. "Usta Ziza"ya göre Brezilya'nın finalde kaybetmesinin nedeni WM sistemi oynamasıydı. Daha doğrusu Uruguay'ın WM sistemiyle oynamamasıydı. "Kaybettik" dedi Zizinho, yıllar sonra bir gazeteciye. "Çünkü WM oynadık. İspanya WM oynadı, İsveç ve Yugoslavya da. Biz üçünü de yendik. Ancak Uruguay WM oynamadı. Biz dünya kupasını WM yüzünden kaybettik."
Doğru. Finalde hangi sistemle oynamadığı biliniyor Uruguay'ın, ama hangi sistemle oynadığı bilinmiyor hâlâ. Zizinho'ya göre 1950'den yıllarca önce babasının çalıştırdığı bir takımda uyguladığı sistemi oynuyordu Uruguay. Yaygın ve herkesçe bilinen adı bile yoktu bu sistemin. Zizinho'ya göre çılgın bir sistemdi Uruguay'ın oynadığı. Adı da bir Uruguaylı oyuncuya göre "Es Viejo Sistema"ydı, yani "eski sistem"di galiba.
Galatasaray hangi sistemle oynuyor acaba?
Dönüp geliyoruz o finalden 59 yıl sonrasında Türkiye'ye. Galiba Galatasaray'ın da hangi sistemle oynadığı meçhul çoğu insana. Yaygın kanı Galatasaray'ın 4-3-3 oynadığı. (Bunun kaynağı da bizzat takımın teknik direktörü Franklin Edmundo Rijkaard. Çünkü genelde 4-3-3 oynayacaklarını açıklamıştı Hollandalı.) Ama Mehmet Demirkol gibi 4-3-3'le 4-5-1 hattında gidip geldiğini düşünenler de var Galatasaray'ın. Hatta 4-2-4 oynadığını açıklayanlar da yok değil Rıdvan Dilmen gibi. Galatasaray'ın geçen seneki gibi 4-2-3-1 oynadığını söyleyenlere de rastlıyoruz muhtelif yazılarda.
Demek ki bir sıkıntı var Galatasaray'ın oynadığı oyunu tarif etmekte. Demek ki, futbola ilişkin dünün ışığında öğrendiklerimiz, yetersiz kalıyor Galatasaray'ı açıklamakta bugün. Demek ki, vaktinde "futbolu rakamlardan ibaret sayanlar gidip süpürge satsınlar" diyen futbol ustası Karl Heinz Feldkamp hakikati seslendirmişti yıllar öncesinden belki de.
Rakamlar yetmez anlatmaya
Sahi ne oynuyor Galatasaray? 4-3-3 şapkası altında 4-2-3-1'den 4-5-1'e, 4-2-4'ten 4-1-3-1-1'e dek uzanan ortaya karışık şeyler mi? Yoksa rakamla tercüme ederken değerinden bir şeyler kaybeden, anlaması ve anlatması bir hayli zor başka bir futbol mu? Ya da her ikisi mi?
Galiba da bu. Yani her ikisi de. Galatasaray hücumda 1950'lilerin coşkusunu yansıtan 4-2-4'e benzer bir futbol oynuyor aslında; Arda Turan'ın serbest oyuncu olarak dilediği yerde serbestçe dolaştığı. Savunmada ise bir anda 4-2-3-1'e dönüyor Galatasaray, ki bunu 4-5-1 olarak da okumak mümkün.
Levadia maçından önce Mustafa Sarp'la Ayhan Akman aynı yatay çizgi üzerinde oynamıyorlardı orta sahada. Sarp ağırlıklı olarak daha defansif bir görevdeydi önceleri. Ayhan Akman ise Mustafa Sarp'la Arda Turan arasındaki köprüyü kuruyordu, yarı ofansif, yarı defansif bir görev anlayışıyla. Ve de Sarp'ın daha önünde oynuyordu forvete yakın. Böylece Sarp, Akman'ın kademesine giriyordu kolayca.
Levadia maçında değişti bu saha yayılımı. Sarp ve Akman aynı çizgide görev yaptılar. Peki kim vardı aynı çizgide oynadıkları için onların kademesinde? Bir savunma oyuncusu; Gökhan Zan.
Tandem devri
Rijkaard ilginç bir deney yaptı Estonya şampiyonu karşısında. Gökhan Zan'ı aynı çizgide oynadığı Servet Çetin'in önüne fırlatarak gerçek anlamda tandem anlayışına geçti Galatasaray'da. (Türkçe, at arabasındaki atlar gibi "birbiri ardına dizili" anlamına gelen tandem aslında iki stoperin aynı dikey çizgi üzerinde oynamasıdır, aynı yatay çizgide değil. Böylece birbirlerinin kademesine kolayca girebilir her iki stoper de.)
Kanat bekler de rakip hücum yaparken Zan'ın sağında ve solunda konumlanarak iki tane savunma üçgeni oluşturdular Galatasaray'da. (Zan-Sarıoğlu-Sarp ve Zan-Balta-Akman'dan oluşuyordu bu iki üçgen.) Duruma göre kanat bekler ileri fırlamışsa kanat futbolcuları yer aldılar bu üçgenlerde onların yerine, Abdul Kader Keita ve Aydın Yılmaz gibi. Servet Çetin ise eskilerin liberosu gibi daha özgür oynadı; bir yandan Gökhan Zan'ın kademesine girdi, diğer yandan Franz Beckenbauervari ileri çıkışlar yaptı fırsat buldukça.
Tandeme geçişin nedeni? Belli ki "Rijkaard-Neskeens tandemi" çözüm arayışına girmişlerdi takımın iki TSL maçında birbirine benzer iki tane sistem golü yemesinin ardından. (Gaziantepspor maçında forvette Milan Baros'la Arda Turan'ın birbirlerininin ardından aynı topu kaptırmaları Galatasaray kalesine gol olarak geri dönmüştü. Benzer şey Denizlispor karşılaşmasında da gerçekleşti Barış Özbek'in kaptırdığı top sonrasında.) Rijkaard-Neskeens tandeminin defans yayılımında yaptığı değişikliğin temel amacı, takımın hücuma çıkarken en ideal savunma kurgusuna uygun sahaya yayılmasıydı elbette. Ancak zincirleme olarak bir dizi olumlu sonuca da yol açtı bu değişiklik. Öncelikle orta sahada aynı çizgide yanyana oynayan iki ön libero sayesinde rakip ataklarının başlayabileceği boğazı, önceki maçlara oranla daha sağlam tutmuş oldu Galatasaray. Böylece rakibip kelepçeye alınarak oyun Levadia yarı sahasına yıkılmış oldu kolayca. Bu da pas koordinasyonunu inanılmaz artırdı Galatasaray'ın.
Teori ve rakamlar
Teorik çerçeve bu. Elbette, futbol rakamlardan ibaret değil Kalli'nin de yıllar önceği dediği gibi. Ama oyuna matematik bir zekâyla bakmak süpürge satmak anlamına gelmiyor kuşkusuz.
Olan biten her şeyi rakamlarla açıklayamayız, ama rakamlar olan biteni anlamamızda yardımcı olurlar mutlaka. Bundan hareketle Galatasaray'ın Levadia karşısındaki pas istatistikleri de çizilen teorik çerçeveyi matematiksel olarak anlamamıza yardımcı oluyor mu acaba? Deneyelim. Galatasaray Levadia karşısında toplam 653 pas yaptı, isabetli pas sayısı ise 578'di. (Bu rakamlar bir önceki Denizlispor maçında sırasıyla 500 ve 371, Gaziantepspor karşısında ise 466 ve 351'ydi. Yani her maç Galatasaray bu rakamları biraz daha geliştirdi. Ancak bu mutlak bir ilerleme anlamına da gelmiyor elbette. Çünkü pas sayısı, topun oynandığı süre dikkate alındığında anlamlı, tek başına değil.)
Yaklaşık her üç saniyede bir pas
Galatasaray Gaziantepspor maçında her 3.06 saniyede bir pas vermişti topun kendisinde olduğu süre içinde. İsabetli pasa baktığımızda bu süre 4.06 saniyeye çıkıyordu Galatasaray'da. Diğer bir deyişle, Galatasaray her 4.06 saniyede bir isabetli pas yapmıştı Gaziantepspor karşısında.
Galatasaray'da bu süre Denizlispor karşısında biraz uzadı, bireysel dribblinglerin daha çok sahne alması nedeniyle. Denizlispor karşısında, top kendisindeyken pas verme süresi 3.21 saniyeye çıkınca 0.15 saniye daha yavaşladı Galatasaray. İsabetli pas verme süresi ise bir önceki maça oranla 4.06 saniyeden 4.33'e çıktı, yani bu kategoride de yavaşladı Galatasaray.
Şimdi dönüp bakalım Levadia maçında ne olmuş bu oranlar? Galatasaray isabetli pas bakımından sezonun en hızlı oyununu oynadı Estonya şampiyonu karşısında. ttop kendisindeyken her 3.81 saniyede bir isabetli pas yaptı. Böylece isabetli pas yapma süresini ilk kez dört saniyenin altına düşürmüş oldu Galatasaray. Top kendisindeyken de her 3.37 saniyede bir pas yaptı rakibi karşısında. Ne anlama geliyor bu? İsabetli pasta oldukça hızlandı Galatasaray. Toplam pas yapmada ise önceki maçlara oranla biraz yavaşladı, ki maçın zaman zaman bir antrenman temposunda düşmesi en önemli etken olabilir bu yavaşlamada.
Total futbol, dönerek futbol
Sadece hızlanma değildi Levadia karşısında gelecek adına ışık saçan. 1974'te Marinus Jocubus Hendrikus Michels'in Hollanda ulusal takımıyla dünya vizyonuna ilk kez koyduğu total futboldan esintiler de sundu Galatasaray. Ne yaptı? Dönerek oynamaya başladı Rijkaard-Neskeens tandeminin forvet oyuncuları oyuna Ralph Elano Blumer'in girmesinden sonra. Özellikle de Hakan Balta, Harry Kewell, Elano, Arda Turan ve Ayhan Akman sol koridorda Harlem oyuncuları gibi dönerek oynadılar son yarım saatte.
Bu sayede bir ara merkez forvette yani santrfor pozisyonunda Arda Turan göründü Levadia ceza sahasında. Bir ara da Elano'ydu rakip kaleciye en yakın olan Galatasaraylı futbolcu. Bir tür kaidesi Servet Çetin ve Gökhan Zan olan, ayağı ise Ayhan Akman ve Mehmet Topal'dan oluşan bir vantilatör gibiydi Galatasaray. Tatlı bir yaz rüzgârı gibi, hafif bir tempoda, esti de esti Levadia kalesine doğru.
Bu tatlı esintiye Ali Sami Yen tribünleri de katılınca, bir anda 20 küsür bin kişilik total bir oyuna dönüştü Galatasaray'ın oynadığı futbol. Galatasaray da 20 bin kişilik dev bir futbol ordusuna elbette. Böylece, tribünler, teknik heyet ve futbolcular zaman zaman birlikte pas verdiler, birlikte hücum yaptılar, hep birlikte geriye koştular kardeşcesine.
Rüzgârın esmediği anlar
Yok muydu peki bu rüzârın durdu anlar? Vardı elbette. İlk yarıda tek boynuzu kırık bir boğa gibiydi Galatasaray. Sadece sağ koridorundan zorladı rakibi, Abdul Kader Keita ve Sabri Sarıoğlu'nun bindirmeleriyle. Keita'nın oyununa, sol kanadın biraz seyirci kalması, biraz da forvet oyuncularının yalnız adacıklar gibi birbirlerine yaklaşmadan hücum etmeleri oldukça verimsiz kıldı Galatasaray ataklarını. Nitekim ilk yarıda gollerden birinin duran toptan, diğerinin ise dönen topun şutlanmasıyla gelmesi de kanıtlıyor bu verimsizliği. (Zaten atılan beş gol içinde sadece ikisinin sistem golü olması da başka bir kötü işaret.)
Aynı şey aslında ikinci yarıda da sahne aldı Aydın Yılmaz'ın yerine Harry Kewell'un girmesiyle. Kısmen Sabri Sarıoğlu'nun paslarını içeriye doğru kullanması nedeniyle Keita devreden çıkınca, bu kez de sağ boynuzu olmayan bir boğaya dönüşüverdi Galatasaray. Ancak sol kanattaki yardımlaşmalı ve dönerek oyun Galatasaray'ı skor ve pozisyon bakımından oldukça zengin gösterdi.
Bugünden geleceğe kalan?
Ancak rüzgârın durduğu bu anlar bile, gelecek adına büyük fırtınalar içeriyor Galatasaray'ın rakipleri adına. Şundan.
(http://gayin-sin.net/ )
Ya dönerek oyuna Keita da katılırsa Afrika'nın tüm ezilmişliğini paramparça eden coşkusuyla ve isyanıyla? Ya tüm futbolcularıyla pasa, hıza ve dönmeye dayalı bir oyun tutturursa Galatasaray Afrika dahil? Sahi. Total futbola geçtiğinde ne olacak Galatasaray bir gün? Belki yarın, belki yarından da yakın?