İçişleri Bakanı Beşir Atalay, demokratik açılımın detaylarını açıkladı. İşte demokratik açılımın yol haritası:
1. İsimleri değiştirilen yerlere eski isimlerinin verilmesine imkan sağlanacak.
2. Farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda hakkı tanınacak.
3. Üniversitelerde seçmeli ders konulması, sürecin önemli adımlarından.
4. Farklı lehçelerde 24 saat yayın yapmaya izin veren yönetmelik bugün Resmi Gazete'de yayınlandı.
5. G.Doğu'da yol kontrollerinin hafifletilmesi ve yayla yasağının kaldırılması üzerine çalışmalar sürdürülmekte.
6. Vatandaşlarımızın toplumsal hayatta farklı lehçeleri kullanmaları önünde engeller kaldırılacak.
7. Ayrımcılıkla mücadele komisyonu kurulacak. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında Meclis'e gönderilecek.
8. Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Protokolü onaylanacak. En geç bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacak.
9. Bağımsız kolluk şikayet mekanizması kurulacak.
Meclis Genel Kurulu'nda, demokratik açılımla ilgili genel görüşme önergesinin görüşmeleri başladı.
Genel görüşmeyi TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin yönetiyor. Görüşmelerde ilk sözü hükümet adına İçişleri Bakanı Beşir Atalay aldı.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, izledikleri aktif dış politika sonucu, terör örgütünü bölgede ve dünyada büyük ölçüde yalnızlaştırdıklarını söyledi.
Atalay, Genel Kurulda, ''Demokratik açılım'' adı da verilen ''Milli Birlik ve Demokratik Açılım Projesi''nin genel görüşmesinde yaptığı konuşmada, demokratik açılımın süreci ve kapsamı hakkında bilgi verdi.
Demokratik açılımın birbiriyle bağlantılı iki temel hedefi olduğunu belirten Atalay, bunların birincisinin terörün sonlandırılması, ikincisinin de demokrasi standardının yükseltilmesi olduğunu söyledi.
Ülkenin bütün sorunlarının çözümünü demokraside gördüklerini ifade eden Atalay, Türkiye'nin ertelenmiş, dondurulmuş, ihmal edilmiş ve bu nedenle kronik hale gelmiş siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünün demokratikleşme olduğunu kaydetti.
Atalay, cesurca ve kararlılıkla yüzleşmek zorunda olunan, her biri onlarca yıllık geçmişi olan sorunların çözümünün, doğası gereği bir anda olamayacağına dikkati çekti.
Terörün sonlandırılmasının, terörle çok boyutlu ve kapsamlı mücadeleyi gerektirdiğini kaydeden Atalay, bu bilinçle hareket eden Hükümetin, terörle mücadelede, bütün imkanlarını seferber ettiğini, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak, ülkenin birlik ve beraberliğini güçlendirmek için her türlü tedbiri aldığını söyledi.
Atalay, güvenlik güçlerinin terörle mücadeledeki kahramanlığının, başarısının birlik ve beraberliği koruyan en önemli unsur olduğunu belirterek, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da güvenlik güçlerine her türlü desteği vermeye devam edeceklerini ifade etti.
'TERÖR ÖRGÜTÜNÜ, BÖLGEDE VE DÜNYADA YALNIZLAŞTIRDIK''
Terörü besleyen kaynakların kurutulması ve istismar unsurlarının ellerinden alınması için önemli çalışmalar yapıldığını ifade eden Atalay, şunları söyledi:
''Bunlara ilaveten izlediğimiz aktif dış politika sonucu, terör örgütünü dünyada ve bölgede büyük ölçüde yalnızlaştırdık. Özellikle sınır komşularımız Irak, İran, Suriye ve diğer ülkelerle yürüttüğümüz aktif ve yapıcı diplomasi sonucunda, terör örgütü önemli ölçüde etkisiz hale getirilmiştir. Terör örgütüne verilen uluslararası destek büyük oranda önlenmiştir. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Hükümetimiz, Türkiye'nin ayağında bir pranga olan terör sorununu çözme konusunda kararlı olmaya devam edecektir. Ülkemize ve milletimize her yönden kaybettiren terörün olmadığı bir Türkiye, hepimizin huzur ve güven içinde, özgürce yaşayacağı bir Türkiye olacaktır.''
''AMAÇ, TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ AÇIĞINI KAPATMAK''
Atalay, AK Parti'nin varlık sebeplerinden biri ve belki de en önemlisinin, Türkiye'nin demokrasi açığını kapatmak olduğunu kaydederek, ''AK Parti iktidarı, bir yandan halkın iradesinin gerçek anlamda yönetime yansıması, diğer yandan da bireysel hak ve özgürlükler alanının genişlemesi için çok büyük gayret göstermiştir'' dedi.
Aslında tüm bu gayretlerin, atılan adımların, insan odaklı siyaset anlayışlarının ürünü olduğunu anlatan Atalay, ''Biz, insanımızı hiçbir ayrım gözetmeksizin onurlu birer varlık olarak görüyoruz. Çünkü insan eşref-i mahlukattır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Partimizin ismindeki 'adalet' ve 'kalkınma' kelimeleri de insanın onurlu bir varlık olarak yaşamasına bir atıftır'' diye konuştu.
Atalay, buradaki adaletin, insan onurunun gerektirdiği, herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olarak eşit ve hür vatandaş olarak yaşadığı bir siyasal düzeni işaret ettiğini söyledi. Bakan Atalay, kalkınmanın ise yine insanın onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak bir ekonomik seviyeyi ifade ettiğini vurguladı.
''DEMOKRATİK AÇILIMLA ADALETİ GÜÇLENDİRECEĞİZ''
Demokratikleşmenin, insanların hak ettiği, eşit ve özgür vatandaşlar olarak aidiyet duygusunun geliştiği bir siyasi düzenin pekiştirilmesini sağlayacağını belirten Atalay, şunları söyledi:
''Unutmayalım ki, sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlarımızın çoğunun kaynağında adaletsizlik vardır. Adaletin gerçek manada tesis edildiği yerde barış ve huzur vardır. Adaletin olduğu yerde sağlıklı bir birey-devlet ilişkisi vardır.
İşte biz, demokratik açılımla, mülkün temeli olan adaleti güçlendirmeye çalışıyoruz. Ülke sınırları içerisinde ve kim olursa olsun, herkesin kendisine adil davranıldığı ve bu devletin eşit ve özgür bir vatandaşı olarak görüldüğü duygusunu pekiştirmeye çalışıyoruz.
Aslında, demokratik açılımın hedeflerinin gerçekleşmesi, alınacak idari ve yasal tedbirlerle beraber elde edilecek kazanımların kimi hak ve özgürlüklerin standardının yükseltilmesinin, insan onuru ve adalet gibi değerlere dayanan bir zihniyetin toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır. Kısacası, demokratik açılım köklü bir zihniyet değişikliğini ve dönüşümünü gerektirmektedir. Bütün vatandaşlarımızın yürekten inandığı bir iklim değişikliğini gerektirmektedir.''
''TÜRKİYE SON 7 YILDA BÜYÜK DÖNÜŞÜM GEÇİRDİ''
Meclisin, hükümetleri döneminde büyük fedakarlık ve kararlılık içinde çalıştığına işaret eden Atalay, başta Anayasa olmak üzere ilgili yasalarda demokratikleşme ve insan haklarının geliştirilmesi alanında önemli değişiklikler yapıldığını anımsattı.
''Türkiye'nin son yedi yılda her alanda ne kadar büyük bir dönüşüm geçirdiğini anlamak için yapılanların bazılarını burada hatırlatmakta fayda görüyorum' diyen Atalay, şöyle devam etti:
''İktidara gelir gelmez, insan haklarına saygının ve demokratikleşmenin bir göstergesi olarak, olağanüstü hal uygulamasına son verdik.
Olağanüstü yönetimler, terörle mücadelenin gerektirdiği bir durum olarak savunulabilir. Ancak olağanüstü yönetimin, doğası gereği geçici olması gerekirken, hepimizin malumudur...
Özellikle 90'lı yıllarda ülkemiz, faili meçhullerle, yargısız infazlarla ve işkencelerle anılan bir ülke haline gelmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği yüzlerce ihlal kararıyla, ülkemizin uluslararası camiada ne kadar zor duruma düştüğü herkes tarafından bilinmektedir.Türkiye'yi, adeta olağan hale gelen olağanüstü halden hükümetimiz çıkarmıştır.
Aynı şekilde, normalleşme politikamızın bir parçası olarak, olağanüstü dönemleri çağrıştıran ve yargı bağımsızlığı noktasında sürekli tartışma konusu olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.
'İkiz sözleşmeler' olarak bilinen Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Sosyal ve Ekonomik Haklar Sözleşmesi hükümetimiz döneminde bu Yüce Meclis tarafından onaylanarak ülkemiz açısından bağlayıcı hale gelmiştir.''
İNSAN HAKLARI ODAKLI ANLAYIŞ
2004 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle, temel haklara ilişkin uluslararası anlaşmaları, iç hukuk sisteminde üstün bir konuma taşıdıklarını belirten Atalay, bu değişikliğin, uluslararası insan hakları mekanizmalarına olan bağlılık, dolayısıyla insan hakları odaklı siyaset anlayışlarının somut tezahürü olduğunu vurguladı.
Atalay, normalleşme sürecinde, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu'nda önemli değişiklikler yapıldığını anımsattı.
Vatandaşların günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesine imkan sağlandığını hatırlatan Atalay, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının yasal güvenceye kavuşturulduğunu, TRT 6'nın yayın hayatına başladığını söyledi.
''İşkenceye sıfır tolerans'' politikası çerçevesinde yasal değişiklikler yapıldığını belirten Atalay, işkence ve kötü muamele suçunun tanımının genişletildiğini, cezaların artırıldığını, bu cezaların tecili ve paraya çevrilmesinin önlendiğini kaydetti.
Bakan Atalay, ''Bugün Türkiye, artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü muamelelerle anılmayan bir ülke haline geldiyse bunda AK Parti Hükümetlerimizin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur'' dedi.
Atalay, insana saygı esasına dayanan, özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku düzeni kurulması amacıyla Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik Kanunu çıkarıldığını anımsattı.
''SİVİL TOPLUM GÜÇLENDİRİLDİ''
Demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için, sivil toplumun güçlenmesi ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanmasının çok önemli olduğuna işaret eden Atalay, bu amaçla, 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun yürürlüğe konulduğunu ve dernek kurma hakkına getirilen kısıtlamalar kaldırılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olarak örgütlenme özgürlüğü sağlandığını kaydetti.
Atalay, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda da gerekli değişiklikler yapıldığını, açık, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak Türkiye'de ilk defa 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıkarıldığını hatırlattı.
Bakan Atalay, demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak, belediyeler ve il özel idarelerin, Anayasada belirtilen 'yerinden yönetim' ilkesi çerçevesinde yeniden ele alındığını, bu çerçevede önemli yasal değişiklikler yapıldığını kaydetti.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, talep olması halinde isimleri değiştirilen yerleşim birimlerine, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski isimlerinin verilmesine imkan sağlanacağını bildirdi.
Atalay, ''demokratik açılım'' ile ilgili Hükümet adına Genel Kurulda yaptığı açıklamada, açılım çerçevesinde şimdiye kadar yapılanlar ile bundan sonra yapacaklarına ilişkin bilgi verdi.
Demokratikleşme ve insan hakları alanında yapılanların yanı sıra sosyo-ekonomik yaraların sarılması ve altyapı sorunların çözümü için de çalışmalar yaptıklarını belirten Atalay, ''İzlediğimiz ekonomi politikaları sayesinde tüm vatandaşlarımızın refah düzeyi yükselmiş, geçmişe göre çok daha iyi bir duruma gelmiştir'' dedi.
Bölgeler arasında ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme farklarını ortadan kaldıracak, geri kalmışlığın getirdiği işsizlik ve göç gibi sorunlarda rahatlama sağlayacak projelere ağırlık verdiklerine değinen Atalay, bu kapsamdaki Konya Ovası Projesi, Doğu Anadolu Projesi ve Güneydoğu Anadolu Projesinin 2013 yılında bitirilmiş olacağını bildirdi.
Atalay, KÖYDES ve BELDES projeleri için 2005-2009 döneminde ülke genelinde tahsis edilen toplam ödenek tutarının 5.8 milyar TL'ye ulaştığını kaydetti.
Hükümetleri döneminde terörden zarar gören vatandaşların bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde karşılanması amacıyla özel bir kanun çıkarılarak, terör ve terörle mücadeleden doğan zararlar nedeniyle vatandaşlara 1 milyar liranın üzerinde tazminat ödendiğini bildirdi.
''HERKES İÇİN DAHA FAZLA ÖZGÜRLÜK''
''Şehit ve gazilerimizin bu vatan için yaptıkları büyük fedakarlığı biz çok iyi biliriz'' diyen Atalay, Şehit ailelerinin ve gazilerimizin tüm meseleleriyle yakından ilgilendiklerini vurguladı.
Atalay, bugüne kadar şehit yakınları ve gazilerden 10 bin kişinin kamu kurumlarında ve özel sektörde istihdam edildiğini belirterek, köylerine dönmek isteyen ailelere yönelik başlatılan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin 14 ilde sürdürüldüğünü söyledi.
Atalay, ''AK Parti iktidarları döneminde alınan tedbirler sayesinde terör örgütünün ve bu sektörden beslenenlerin istismar ettiği unsurlar ellerinden bir bir alınmakta ve vatandaşlarımıza sahip çıkılmaktadır. Biz terörle mücadele ve demokratikleşme çerçevesinde attığımız bu başarılı adımları kesinlikle yeterli görmüyoruz. Bundan sonraki dönemde de milletimizin hak ettiği demokrasi ve insan hakları standartlarını yakalamaya yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri almaya devam edeceğiz'' diye konuştu.
Tedbirlerin, ülkenin tamamını rahatlamaya dönük olduğunu vurgulayan Atalay, şöyle devam etti:
''Zira, biz demokratikleşmenin toplumun bütün kesimlerini kapsadığı zaman başarılı olacağına inanıyoruz. Bu nedenle, demokratik açılımın sloganı 'herkes için daha fazla özgürlük'tür. Biz, herkes için daha fazla haklar, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Bu, Türkiye'yi zayıflatmaz, tersine güçlendirir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesi korumak, demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin vazifesidir. Hükümetimiz, bu anayasal yükümlülüğün bilinciyle, mevcut insan hakları mekanizmalarını daha etkin hale getirmiştir.''
''SÜRECİN ÖNEMLİ YANSIMALARI...''
İçişleri Bakanı Atalay, açılım kapsamında yapılan kısa vadeli işlerin yasal düzenleme gerektirmediğini, bu çalışmaların idari tedbirler ve yönetmelik değişiklikleriyle yürütüldüğünü belirterek, orta vadeli çalışmalar doğrultusunda yasal düzenlemelerin yapılacağına dikkati çekti.
Atalay, geçen hafta 18 yaş altındaki tüm çocukların Çocuk Mahkemelerinde yargılanmasını sağlamaya yönelik kanun tasarısının Meclise sunulduğunu, geçen hafta cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşmesine imkan sağlayan yönetmeliğin yürürlüğe girdiğini bildirdi.
Atalay, ''Vatandaşlarımızın kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde akademik araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konması gibi uygulamalar, bu sürecin önemli yansımalarındandır'' dedi.
RTÜK'ün, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasına imkan verecek kararının önemine de değinen Atalay, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayanların günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı amaçlayan; yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının kaldırılması gibi idari tedbirler üzerinde de çalışıldığını bildirdi.
Atalay, ''Terörle mücadeleyi aksatmayacak şekilde, bölgedeki insanlarımızın günlük yaşamlarının normalleşmesini sağlayacak bu tür tedbirlerin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Diğer yandan, toplumsal ve dini hizmetler dahil, vatandaşlarımızın sosyal yaşamlarında farklı dil ve lehçeleri kullanmalarının önündeki engeller de kaldırılacaktır'' dedi.
FARKLI DİL VE LEHÇELERDE PROPAGANDA İMKANI
İçişleri Bakanı Atalay, ''Bugüne kadar çeşitli sebeplerle isimleri değiştirilen yerleşim birimlerine, yerel talep olması halinde, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski isimlerinin verilebilmesine imkan sağlanacaktır. Diğer yandan, siyasi partiler hukukunun alanını genişletmeyi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereği olan siyasi propaganda hakkının önündeki bazı yasal engellerin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Söz gelimi, siyasi partilerin seçim çalışmalarında vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de onlara seslenebilme imkanı verecek gerekli çalışmalar bunlardandır'' diye konuştu.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ''Demokratik Açılım, üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak hiçbir unsur ihtiva etmemektedir. Aksine bu, bir Milli Birlik ve Kardeşlik Projesidir'' dedi.
Atalay, Genel Kurulda, ''Demokratik açılım'' ile ilgili genel görüşmede Hükümet adına yaptığı konuşmada, demokratik açılımın süreci ve kapsamı hakkında bilgi verdi.
Demokratik açılımın orta vadeli tedbirlerin genellikle yasal değişiklik gerektiren çalışmalar olduğunu söyleyen Atalay, hiçbir ayrım yapılmadan bütün vatandaşların hukuk önünde eşit olduğu ve hakkını arayabildiği mekanizmaların kurulmasını, mevcut mekanizmaların güçlendirilmesini amaçladıklarını kaydetti.
YENİ MEKANİZMALAR KURULUYOR
Yeni kurulacak mekanizmalar hakkında bilgi veren Atalay, şunları kaydetti:
''Yegane gayemiz, vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır. Bu bağlamda ilk olarak, oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik yeni denetim mekanizmaları var. Bilindiği gibi, Anayasamızın 10. maddesi her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikayetini ele alarak, etkili bir denetim gerçekleştirecektir. Konu ile ilgili kanun tasarısı yakında Yüce Meclise gönderilecektir.
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını, bağımsız ve sivil bir İnsan Hakları Kurumuna dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni Kurum da Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu gibi, insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi görecektir. İnsan Hakları Kurumuna ilişkin kanun tasarısı da yakında Meclise sunulacaktır.
İşkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte, işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. İhtiyari Protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde Ulusal Önleme Mekanizması kurulacaktır.''
İnsan hakları ihlalleri konusu başta olmak üzere kolluk hakkındaki şikayetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik yeni bir mekanizma oluşturma çalışmasının devam ettiğini bildiren Atalay, ''Kurulması düşünülen Bağımsız Kolluk Şikayet Mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir'' dedi.
''AÇILIM, UCU KAPALI PAKET DEĞİL''
Atalay, yapılacak değişiklikler ve kurulacak mekanizmaların ''etnik kökeni, inancı, cinsiyeti veya siyasi tercihleri ne olursa olsun ülkemiz sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini korumayı'' amaçladığını söyledi.
''Biz bu adımlarla, herkes için daha fazla haklar, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz'' şeklinde konuşan Atalay, bu tür değişikliklerin, Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle uyumlu hale getirmek için de gerekli olduğuna değindi.
Şimdiye kadar yapılanların demokratik açılım kapsamında alınan tedbirlerin sadece bir kısmı olduğunu ifade eden Atalay, demokratik açılım kapsamında yapılacakların nihai bir liste şeklinde olamayacağını söyledi.
Atalay, ''Çünkü biz demokratik açılımı ucu kapalı bir paket olarak değil, dinamik bir süreç olarak görmekteyiz. Süreç içerisinde ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar ve değerlendirmeler ışığında da gereken her türlü adım atılacaktır. 2002 yılından itibaren de böyle olmuştur'' diye konuştu.
''MİLLETİMİZ BU ANAYASAYI HAK ETMEMEKTEDİR''
''Türkiye'de demokrasinin standartlarını gerçek manada yükseltecek olan şey, demokratik ve sivil bir anayasadır'' diyen Atalay, mevcut anayasanın her açıdan toplumun gerisinde kaldığını savundu.
Atalay, şöyle devam etti:
''Bu anayasanın gelişen Türk Milletinin 21'inci yüzyıldaki ihtiyaçlarını karşılayamadığı açıktır. Milletimiz bu anayasayı hak etmemektedir. Bu nedenle, mümkün olan en geniş toplumsal katılım ve mutabakatla, çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması gerekmektedir. Biz bu değişiklikleri hedeflerken, Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez olan ilk üç maddesinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini defalarca açıkladık. Burada bir kez daha belirtmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri, devletin üniter yapısı, bayrağı, milli marşı ve resmi dili, bu tartışmaların dışındadır.
Yüce Türk Milleti ve onun değerli temsilcileri huzurunda bir kez daha yüreğimle ifade ediyorum. Demokratik açılım, üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak hiçbir unsur ihtiva etmemektedir. Aksine bu, bir Milli Birlik ve Kardeşlik Projesidir.''
''FİTNE UNSURLARINI TEMİZLEMEK İSTİYORUZ''
Atalay, Genel Kuruldaki konuşmasını şöyle tamamladı:
''Birileri, sürekli milletimizi değişik faktörleri kullanarak, bölmeye, parçalamaya, aralarındaki ihtilafları artırmaya, birbirine husumet ve kin besletmeye hep çalışmıştır ve bu konu bir sürü unsurları kullanmışlardır. Biz, bu fitne unsurlarını önlemek, temizlemek istiyoruz. Milletimizin önünde bu fitne unsurları kalmasın. Birbirlerine bizim geleneksel medeniyet değerlerimizin o yapıştırıcı tutkallarıyla ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, onurlu üyeliğiyle bağlarını daha çok artırsın, kardeşliğini artırsın. Bizim dileğimiz budur. Bunun ötesinde AK Parti'nin 7 yıldır yaptığı bellidir. Daha fazla refah, Türkiye'nin daha fazla büyümesi, uluslararası alanda Türkiye'nin daha güçlenmesi ve hepimizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak daha bir alnımız ak, başımız dik her yerde gezelim. Bugün, bu yönde çok mesafe aldık.
Yüce Meclis, bütün Türkiye'nin meselelerinin konuşulduğu, olgunlaştırıldığı, karar verildiği bir kutlu çatıdır. Bu konuyla ilgili yola çıktığımız günden beri Hükümet olarak hep bu çatıya işaret ettik. Bu konular gelir orada görüşülür. Biz de bugün huzurlarınızda bu bilgileri arz etmiş oluyoruz. Bu vesileyle, verilebilecek her katkı bizim için önemli. Gelin hep beraber bir şefkat dilini, bir kardeşlik dilini bu Meclis olarak Türkiye'ye sunalım, vatandaşlarımıza sunalım. Bizim beklediğimiz budur. Muhalefetin vereceği her katkı, bizim için önemlidir.''
TÜRK: CUMHURİYET TARİHİNİN EN DRAMATİK KONUSUNU GÖRÜŞÜYORUZ
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini söyledi.
Türk, TBMM Genel Kurulunda görüşülen ''Demokratik açılım'' ile ilgili genel görüşme önergesi üzerinde partisi adına yaptığı konuşmada, ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilmesi durumunda, silahların 3 ay içinde Türkiye'nin gündeminden kalkabileceğini ifade etti.
''Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler. Ancak hiç kimse, bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır'' diyen Türk, siyasi ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini isteyenlere karşı demokrasi mücadelelerini sürdürdüklerini, bundan sonra da kararlı bir biçimde sürdürmeye devam edeceklerini bildirdi.
Ahmet Türk, ülkenin bu en temel sorununu demokratik siyasal bir çözüme kavuşturmak için, TBMM'de bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurulmasını önerdi. Türk, ''Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o halde; Hükümet, bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine, Meclise teslim etmelidir'' dedi.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ''Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz'' diye konuştu.
Genel Kurulda, ''demokratik açılım'' konusundaki Genel Görüşme önergesi üzerinde konuşan Türk, ''Kürt sorununun'' ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hal almasının ''devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu'' iddia etti.
''Sorunun bu hale gelmesi, elbette ki uluslararası sistemden ve güç dengelerinden bağımsız da değildir'' diyen Türk, ''Bu sorun, hiç şüphesiz ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur. Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına bizleri sevk etmemelidir'' dedi.
''Farklılıkların inkarı ve demokrasi yoksunluğunun, ülkeyi uluslararası sistemin sömürüsüne ve istismarına açık hale getirdiğini'' ifade eden Türk, ''Bu, temel bir paradigma farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, Kürt sorununa yaklaşımdaki hatalar nedeniyle, bunların değirmenine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma adı altında yapılan hataların, Türkiye'yi adım adım
bunlara teslim ettiğini göremedi'' diye konuştu.
''TEMEL YANILGI''
''Sorunların üstüne şiddetle gidildiğini, tepkilerin nedenlerinin doğru analiz edilmediğini, demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadığını'' bildiren Türk, ''Bunlar yapılmış olsaydı; bu gün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhulden bahsetmeyecektik. Boşaltılmış üç bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip giden yüzlerce milyar dolardan söz ediyor olmayacaktık. Taş attığı için, hapislere tıkılan yüzlerce çocuğun dramı ile yüz yüze kalmayacaktık'' dedi.
''İşte, tam bu noktada, PKK'nın bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum'' diyen Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
''PKK, devletin ve hükümetlerin siyasal hataları neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet, bu sonucu ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için, sorunun nedenleri hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bize göre temel yanılgılı yaklaşımlardan biri budur.
Kimi çevreler ise aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu taleplerin dış güçlerce üretildiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.
Eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuz olmadığını iddia ediyorsanız, lütfen biraz empati yapın. Bir an düşünün; Birileri çıksa ve 'yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur' dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza, zorla Kürtçe eğitim yaptırsa, kendinizi eşit yurttaş olarak hissedebilir misiniz bu ülkede?
Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız, insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile, bazılarınızın tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi anavatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkar edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma yaratır? Bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile, sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç değilse onurumuzu korumak için, bu politikalara karşı çıkıyoruz.''
''ASIL ETNİK MİLLİYETÇİLER TEK ETNİK KİMLİĞİ DAYATANLARDIR''
''Türk halkının bir tarihi, kültürü, medeniyeti olduğunun inkar edilmeyen bir gerçektir'' diyen Türk, ''Şüphesiz ki; bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da, onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak aynı şekilde, Kürtlerin de bir tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkar edilemez bir gerçektir'' dedi.
Kültürlerin tümünün yan yana barış içinde, birbirine saygı temelinde yaklaşmasının ''bir erdem örneği olacağını'' ifade eden Türk, ''Bu örnekler tarihimizde vardır. Görkemli uygarlıklar, bu şekilde ortaya çıkmıştır'' diye konuştu. Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Alevisi, Sünnisi ile binlerce çiçekli bahçeyi kurutup, tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle bir kez daha ifade ediyorum; Bu mesele bir Kürt-Türk meselesi değildir. Türk halkına karşı bir tutum da değildir. Asimilasyon politikalarına karşı bir tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.
İnkar edilmiş, yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak tanımlayanları halkın vicdanına havale ediyoruz. Ortada resmi olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken 'bu kimlik vardır' demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler, vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır. İğneyi kendine batırmayıp da çuvaldızı bize batıranlardır.
Peki bunca hata, inkar, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olan, bu uygulamalar değil midir?''
BAHÇELİ: MECLİS TARİHİNİN EN TALİHSİZ GÜNÜ
Demokratik Açılım" oturumu görüşmesinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın ve DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kürsüye geldi. Bahçeli'nin konuşması: Sözlerimin başında aziz şehitlerimiz rahmet, minnet ve şükranla anıyo, aziz hatıralarını yad ediyorum. Bu mücadelede gazilik mertebesine ulaşmış olanları saygıyla anıyorum. Meclis, 89 yıllık tarihinin en talihsiz gününü yaşıyor. Hükümet eliyle bölünme modelleri arayışına ilk defa tanık oluyoruz. Atatürk'ün mücadelesi sorgulatılmaya çalışılıyor. Bugün nasıl bölüneceğimizi nasıl ayrılacağımızı mı tartışacağız. Maksadınız nedir, bizden istediğiniz nedir? Bu çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamak mümkün değildir. Hükümet eliyle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girilmesine siyasi tarihimizde ilk defa şahit olunmaktadır. Bugün burada hangi kararları alacağız? Gazilerimizi, şehitlerimizin hatırasını nasıl yaralayacağımızı mı? Aylardır görüşmek istiyordunuz. İşte burada milletin huzurundayız. Bizden istediğiniz nedir? Bunların hangisine onay vereceğiz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz? Türk milleti bunu asla kabul etmez. Türkiye bir bütün olur bu oyuna gelmez. Yıkımın muhattaplarına da hak ettiği dersi verir. Hesabını da mutlaka sorar. Niyet sahiplerini uyarıyorum, MHP'nin 69 vekili ve milyonlarca Türkiye sevdalısı al bayrağımıza göz dikelnlere hak ettiğini verir. Bugün aziz milletimiz son derece endişeli ve huzursuzdur. Bu açılımın amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi değerlendirilmesi gerekir. Burada sınırları anayasa çizer. Türkiye son 25 yıldır terör ve bölücülük sorunuyla karşı karşıyadır. Bu süreçte ok ağır bedeller ödenmiştir. Güvenlik güçlerimiz 6 binin üzerinde şehit vermiş, PKK'lılar 5 binin üzerinde vatandaşımızı katletmiştir. 2002'ye gelindiğğinde terörün beli kırılmıştır. AK Parti hükümeti ile beraber terör yeniden güç kazanmıştır. 7 yıllık acz ve zafiyetten sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir. PKK çaılımıyla yapılmak istenen terörün silahla yapamadığını siyasi yollarla yapmasının önünü açmaktır. Terörle mücadele bırakıldı, terörle müzakkere ve mütareke süreci başladı. Yapılmak istenen bireysel kültürel haklar değil, siyasi azınlık haklarıdır. AK Parti hükümetinin en baştan beri konuya yaklaşımı PKK'nın talepleri doğrultusundadır. Bunun sonucunda terör örgütü ve etnik bölücülerle yöredeki kardeşimiz aynı kefeye konulacak ve PKK'nın bunların temsilcisi olduğu kabullendirilmeye çalışılacaktır. AK Parti'nin açılım sürecinin hareket noktası bu nedenle yanlıştır ve sakattır. Bu vatan bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan geçen 10 asır büyük bir milleti ortaya çıkarmıştır. Bunun adı Türk milletidir. Bizleri bir araya getiren acılarımız, anılarımız, hüzünlerimiz ve sevinçlerimiz olmuştur. Bin yılda kız alıp vermiş, fetihlere katılmış, vatanı kurtarmışızdır. Bizi bir araya getirenler bunlardır. Mezhebimiz, anamız ne olursa olsun bizim adımız Türk milletidir.
Anlamamakta direnenlere tekrarlıyorum. Buranın adı Türkiye'dir ve üzerinde yaşayan halk da Türk milletidir. Bilmeyenler varsa söyleyeyeim: Bu meselenin adı Şark meselesidir. Adına ne denirse denirsin ister fırsat, ister çare, ister yol hartitası, ister açılım, dayatılanlar şark meselesinin bugünkü şekil almış halidir. Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz, milletimiz tartışılırsa devletimiz, devletimiz tartışılırsa bayrağımız, bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır. Bunlar benim şahsi fikrim değil. 1000 yıllık milklet varlığının bugüne aktardığı mirastır. Milletvekilleri, bir kez daha düşününüz. Karşınızda yeni bir Sevr dayatması olduğunu göreceksiniz. Hükümetin çeşitli isim zincirleri arasında en son karar verdikleri kavram Milli Birlik Projesi'dir. Bu kavram hoşa gidecek, davetkar bir kavramdır. Çağımızın en önemli kavramı demookrasidir. Bizim de vazgeçemeyeceğimiz siyasi zemindir. Ama içi boş bir demokrasi ustaca hazırlanmış bir tuzaktır. Terörist başı bile ayrı devlet fikrini demokratik cumhuriyet kavramının içine saklamıştır. "
BAYKAL'IN AÇIKLAMALARI
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''Hükümet ile PKK'nın dirsek teması içine girdiğini'' savunarak, ''Öcalan ile görüşülüyor. Demek ki ortada müşterek bir çalışma var'' dedi. ''Demokratik açılım'' konusunda Mecliste yapılan genel görüşmede konuşan Baykal, oturumu ''tarihi'' olarak nitelendirdi. 3.5 aydan beri bir açılım tartışmasının topluma dayatıldığını savunan Baykal, şunları söyledi:
''Gerçekten tarihi bir oturumdur. İlk kez TBMM 1920'de başlayan tarihi uluslaşma projesini tersine çevirmeye yönelik, ulus devlet kimliğini tahrip etmeyi yönelik açılımları hükümet eliyle TBMM gündemine taşımıştır. Millet olma yolunda katetmiş olduğumuz mesafeyi tersine çevirmeye yönelik bir arayışın resmi himaye altına alındığını, şartların elverdiği ölçüde ne yapabilirse o çerçevede bir programı uygulama anlayışı içine iktidarın girdiğini, TBMM olarak tespit ediyoruz. Bu çok önemli bir kırılmadır. Bu buluşmayı tarihi hale getirmektedir.''
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın süreçteki açıklamalarını anımsatan Baykal, sürecin gizli olarak götürüldüğünü, iktidarın ne yapacağını söylememeye olağanüstü dikkat gösterdiğini ifade etti.
''Ucu açık'' bir sürecin götürüldüğünü ileri süren Baykal, ''yapılacak şeyler sınırsız, sonsuz, her şey olabilir'' izlenimi verilmesinin, politika olarak tercih edildiğini savundu.
Samimi olmayan, aldatmacaya dönük bir sürecin söz konusu olduğunu ifade eden Baykal, 19 Ekimde Habur'da yaşananlarla bu sürecin içinde nelerin ve nasıl kotarıldığının ortaya çıktığını kaydetti.
Gelenlerin, ''pişmanlık duyduklarını belirtmediklerini, ellerinde mektupla elçi olarak geldiklerini söylediklerini, PKK'nın lideri Öcalan'ın kendilerini gönderdiklerini belirttiklerini'' ifade eden Baykal, ''İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve MİT Müsteşarının karşılamaya gittiğini'' iddia etti.
Habur'da yaşananlardan sonra Başbakan Erdoğan'ın, ''Bu bir umuttur'' dediğini, infial üzerine ise DTP yöneticilerini suçladığını savunan Baykal, ''süreç içinde hukuk sisteminin resmen katledildiğini'' söyledi.
Baykal, şöyle devam etti:
''Hangi mantıkla, hangi hukuki cambazlıkla 25 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütüne mensup olduğunu, liderinin mesajını getirdiğini söyleyerek Türkiye'nin sınırına dayanan bir grup insan için bizim hukuk sistemimiz suç teşkil etmediği anlayışıyla kararlar alır. Gece yarısı bir gezici mahkeme ile, bir mobil mahkeme ile, bir çadır yargılaması ile nasıl olur da Türkiye'de böyle bir hüküm verilebilir? Bunun hukuki bir dayanağının bulunabileceğini düşünmek kimse için mümkün değildir. Nasıl oluyor da Türk adliyesi üzerinden söz verilebiliyor ve bu uygulanabiliyor? Bu, gerçekten acı bir manzara olmuştur. Demek ki ortada bir müşterek çalışma var. Çalışmanın bir iktidar ayağı var, ama onun karşısında oraya o insanları gönderen bir muhatabı var. Onun talimatıyla geliyorlar. Bir tarafta iktidar, bir tarafta İmralı... İktidar-İmralı işbirliği içinde geliyor.
Sayın Başbakan, Sayın DTP Genel Başkanını ziyaret ediyor. Sayın DTP Genel Başkanı diyor ki; 'muhatap Öcalan'dır.' Ve Öcalan ile konuşuluyor. Yani resmen telefonda konuşuluyor değil, ama mutabakat sağlanıyor. Ve mutabakatın sonunda Türkiye'nin müsteşarları, genel müdürleri, savcıları, hakimleri sınıra geliyor ve o mutabakatın sonucu, İmralı'nın talimatı doğrultusunda geliyor. Bu gizlilik içinde kotarılmış bir süreçtir. PKK ve Hükümet dirsek teması içine girmiştir. Birlikte kotarılmıştır bu. Bir işbirliği var. Bu işbirliğinin şartı olarak mesela PKK'nın terörü bırakması, silahtan vazgeçmesi sözü vermesi gibi bir durum var mı? Silahtan vazgeçildiği için mi böyle bir temas yapılmıştır, böyle anlayış gösterilmiştir? 'Silahı kesinlikle bırakmıyoruz' diye resmi açıklamalar yapılıyor. Bu insanlara siyasetçiler tarafından tutuklanmayacakları sözü verilmiştir. Hukuk katledilerek verilmiştir.'' '
CHP Genel Başkanı Baykal, çıkan manzaranın ortadaki çalışmanın ayaklarından birisinin İmralı ve PKK olduğu gerçeğini ortaya koyduğunu, terörü terk etme kararı almadığı halde Hükümetin, PKK'yı fiilen muhatap aldığını ve işbirliği içine girdiğini ileri sürdü.
İşin özünün yanlış olduğunu, elinde silah olanla dünyada hiçbir hükümetin müzakere etmediğini, İngiltere'nin, İspanya'nın etmediğini belirten Baykal, dünyada ilk kez bir hükümetin kendine silahı doğrultuğu halde, doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği halde onu muhatap aldığını, ona yaranmaya çalıştığını savundu.
Baykal, ''Yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir, terörle müzakere edilmez. Barış isteyenlerin sağlaması gereken temel hedef, PKK'nın en kısa zamanda, derhal silah bırakmasını sağlamaktır. Eğer barışı gerçekten istiyorsanız, PKK'nın silah bırakması gerektiğini çıkarsınız söylersiniz'' diye konuştu.
PKK'nın siyasi projesinin değişmediğinin bu süreçte ortaya çıktığını, hedeflerinin aynı olduğunu kaydeden Baykal, hedefin Türk milletinin içinden yeni bir millet çıkarmak olduğunu iddia etti.
Baykal, ''Hedef, milli ayrışmayı, milli parçalanmayı gerçekleştirmektir. Ayrı bir siyasi teşkilatlanma, ayrı bir egemenlik sağlama projesi çok açık ortadadır'' görüşünü dile getirdi.
Uzun süre İmralı'dan gelecek yol haritasının beklendiğini, beklenen yol haritasının geldiğini, ancak kamuoyunun yol haritasını bilmediğini anlatan Baykal, şunları kaydetti:
''Ne var orada? PKK ile yıllarca mücadele etmiş, bu uğurda evlatlarını mücadele uğruna vermiş olan anaların, babaların İmralı ne istiyor Türkiye'den, bunu öğrenmeye hakları yok mudur? Niye Türkiye'den saklıyorsunuz? 'Eğer Türkiye'ye söylersek belki Türkiye'yi yanıltmak mümkün olmaz, taleplerin içyüzü ortaya çıkar...' Siz milletin üstünde misiniz? Millet bilmeyecek, millet adına siz karar vereceksiniz, milleti siz güdeceksiniz. Sonra da bunu demokrasi diye yapacaksınız. Var mı böyle bir şey. Çıkın söyleyin nedir talep? Değişen bir şey yoktur. Milli ayrıştırma temel hedef olmaya devam etmektedir.''
Baykal, yaşanan manzarayı bayraklarını alarak protesto etmeye çıkanların güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldığını, ''hükümette bayrak alerjisi ortaya çıktığını'' savundu.
Baykal, ''Analar gözyaşı dökmesin diye yola çıkılmış ama evlatlarını şehit vermiş olan analar, bu defa bu haksızlık karşısında ağlamak durumunda bırakılmışlardır'' dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, herkesin etnik kimliği olduğunu ancak siyasetçilerin bunu diline dolamaması gerektiğini belirterek, ''Başbakan'ın, şöyle yüreğini doldura doldura Türk milleti dediğini duymak istiyorum'' dedi.Baykal, Genel Kurulda demokratik açılıma ilişkin genel görüşme önergesi üzerinde partisinin görüşlerini dile getirdi.
Açılım sürecinden bugüne kadar verilen şehit sayısının, 2002'de verilen şehit sayısının 4 katı olduğunu kaydeden Baykal, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini ancak olayın bundan ibaret olmadığını söyledi.
Terörle Mücadele Yasasına, 2006'da terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın tahliyesine imkan sağlayan bir düzenlemenin eklenmek istendiğini ifade eden Baykal, iktidarın, ''Öcalan ile temas kurma, tatmin etme, gerekirse tahliye etme arayışını çok uzun süreden beri takip ettiğini'' savundu.
Baykal, terörle mücadelenin devam edeceğini dile getirerek, Türkiye'nin, bu konuyu aşabilmesi için öncelikle terörle müzakere etmemeyi, temel politika haline getirmesi gerektiğini kaydetti. Baykal, ''Bu, bize özgü bir karar değil, dünyanın gerçeğidir. Ancak ne yaptığını bilmeyen şaşkın iktidarlar, elinde silah olanların gözüne girerek, teröre son verme gayreti sergilerler. Bunun hiçbir geçerliliği olmadığını anlamalıyız. Teröre yaranarak bir yere varılmaz'' diye konuştu.
20 YIL ÖNCEKİ RAPOR
CHP'nin 20 yıl önce bir rapor açıkladığını, raporun önemli bir iddiayı ortaya koyduğunu ifade eden Baykal, o dönem bir kişinin ''Kürdüm'' demesinin, Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu söyledi. Baykal, bu gerçeği istismar etmek yerine, yapılması gerektiğine inandıklarını ilan ettiklerini kaydetti.
Baykal, ''Türkiye, ırk, kan, kafatası devleti değildir, milletimiz içinde birbirinden farklı etnik kimliklere mensup olanlar vardır, anadillerini konuşmak temel haklarıdır'' dediklerini anlattı. Baykal, 1991'de TBMM'ye kendisinin de imzasının bulunduğu, Kürtçe'nin konuşulmasının önündeki yasal engelin kaldırılması için kanun teklifi verdiklerini belirtti.
DTP'lilerin tepkileri üzerine Baykal, ''Bunları dinlemekten rahatsız olmayın. Sorunlarınızı bize aktarın, konuşuruz. Bu sözlerden telaşlanarak, tepki göstererek bir yere varamazsınız'' diye karşılık verdi.
Baykal, her etnik kesimin kendi televizyonunu, radyosunu kurmasını, devletin etnik eğitime karışmamasını söylediklerini dile getirerek, bunların ardından DGM'ye çağrıldıklarını kaydetti.
Türkiye'de bir Çerkez, Arnavut hangi hakka sahipse, Kürdün de o hakka sahip olması, bunu sağlamaları gerektiğini dile getiren Baykal, bunun hukukunun geride bırakılan 20 yıllık süre içinde gerçekleştirildiğini, hukuk açısından bir sorun bulunmadığını belirtti. Baykal, bu hukuki düzenlemenin, hayatın bir gerçeği halinde, Türkiye'nin her yerinde tam olarak dönüşmediğini belirtti.
-'TERÖR TEHDİDİYLE MİLLİ AYRIŞTIRMAYI DAYATMAK''
Baykal, gelinen noktada bazılarının ''Etnik kimliği ayrı bir millete dönüştüreceğiz, ayrı bir millet olarak bizi kabul edeceksiniz. Biz ayrı millet olarak, Çerkez, Arnavut, Arap, Gürcü'nün sahip olduğundan daha farklı imtiyazlı statüye sahip olacağız'' dediğini savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bu Kürt kökenli insanlarımız için yanlıştır, hepimiz için, bölgenin barışı, huzuru, istikrarı için yanlıştır. O istikamete girdik mi, ne olacağını merak ediyorsanız, Irak'a, diğer Orta Doğu ülkelerine bakınız. Böyle bir tehlikeye Türkiye'nin sürüklenmesini önlemek için etnik kimliğe saygı göstereceğiz. Ama bunu milli ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen, bunu da silahla dayatmak isteyen, içeriden, dışarıdan birilerinin desteklerini ayarlayarak, her birisinin kendi hesabını göz önünde bulundurarak, içerde mayın patlatarak, masum insanları öldürerek, şiddetle, terör tehdidiyle milli ayrıştırmayı dayatmaya kalkmak, kabul edilemezdir.
Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var. Devletimizin adı Türk Devleti, milletimizin adı Türk milleti. Bu, etnik dayatma deniliyor. İnsaf ediniz, bu etnik dayatmayı, Türkiye'de Çerkezler, Araplar, Arnavutlar hissetmiyor. Milyonlarca Kürt kökenli vatandaşlarımız hissetmiyor da PKK hissediyor diye, biz de öyle hissetmek zorunda mıyız? Buradaki Türk milleti sözü, etnik bir anlam taşımaz, bu bize dünyanın verdiği bir addır. Bize Türk diyorlar. Türk derken, Kürdünü, Arabını ayırmadan diyor. 'Türkler Ermenileri kesti' diyorlar. Bunu derken, onlar acaba Kürtler kesmedi de etnik Türkler kesti mi demek istiyor, ne alakası var. Bunlar yanlış. Bu yanlış, Kürt-Türk ayırmadan bize yapılıyor. ''
''BUNUN MODASI GEÇTİ''
Milli devletin, kimsenin etnik kimliğini sorgulayamayacağını, bu konuda geçmişte yanlışların, haksızlıkların yapıldığını belirten Baykal, ancak bunları kaldırmak için 20 yıl önce mücadele verdiklerini söyledi.
''Milli ayrışmayı getirelim, ayrı milli devlet kuralım'', anlayışının olamayacağını dile getiren Baykal, ''Bunun modası geçti. Bu, 19. yüzyılın projesi. Türkiye'de yaşayan Arnavut, Çerkez, Kürt, Türk milletinin Arnavutu, Çerkezi ve Kürdüdür'' dedi.
Baykal, Türkiye'de ''Kürdüm'' diyebilmenin, o kişilerin, şerefi, şanı ve hakkı olduğunu, bu konuda tartışma kabul edemeyeceklerini dile getirdi.
''ÇIKMAZ YOLDUR''
Baykal, bakış açılarını değiştirmek gerektiğini ifade ederek, ''Hükümetin, PKK'ya baktığını, PKK ile iş birliği yapmaya çalıştığını, bu konuda aracıları kullanmaya çalıştığını'' iddia etti. Baykal, ''Dış aracılar onu telkin ediyorlar, onlar zaten devrede, içerdekilerin de katkılarını alarak, PKK ile iş birliği yaparak, bu işi kontrol etmeye çalışıyor. Çıkmaz yoldur, hiçbir yere götürmez. Açılım yapacaksanız, PKK açılımı olmayacak, gerçekten Kürt açılımı, o insanlara yönelik açılım yapacaksınız'' diye konuştu.
Bölgede, ekonomik ve sosyal reform yapılması gerektiğine işaret eden Baykal, işsizliğin, bütün kötülüklerin anası olduğunu belirtti.
''ANALARIN GÖZ YAŞINA SON VERMEK İSTİYORSANIZ''
Konuşmasında, önerilerde de bulunan Baykal, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusunu ayağa kaldıracak ciddi ekonomik atılım yapılmasını, GAP'ın bir an önce tamamlanmasını istedi.
Baykal, bugüne kadarki anlayışla, teşvik uygulamasıyla ekonomik yapının değiştirilemeyeceğini, teşviğin, yolsuzluğu finanse eden bir uygulama olduğunu, teşviği alanın, batıya yatırım yaptığını belirterek, devleti devreye sokmak gerektiğini kaydetti.
Ciddi bir eğitim hamlesine ihtiyaç bulunduğunu belirten Baykal, başarılı okulların bölgede kurulması gerektiğini söyledi.
''Anaların göz yaşına son vermek istiyorsanız, oradaki çocuklara sahip çıkacaksınız. Oradaki insanlara iş vereceksiniz'' diyen Baykal, kadınlara ve ailelere sahip çıkılmasını önerdi.Baykal, ''PKK'yı etkisizleştirmek için bir programı etkili şekilde kullanmak lazım. Diplomasiyi, Irak ile iş birliği olanaklarını seferber ederek kullanmak lazım'' dedi.
''BİZİM IRAK'TAN BİR TALEBİMİZ YOK MU?''
CHP Genel Başkanı Baykal, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Erbil'i ziyaretine işaret ederek, ''Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik yapması gereken birşey yok mu? Bizim kuzey Irak ve Irak'tan bir talebimiz yok mu? PKK'nın terör örgütü olarak ilan edilmesini sağlayamaz mıyız? Örgütün elebaşlarından bazılarının Türkiye'ye teslim edilmesini sağlayamaz mıyız? Bunları, onlardan almanın bir yolunu bulamıyor musunuz? Kandil'e giden yolları tutmak mümkün değil mi?'' sorularını yöneltti.
Kuzey Irak'ta, PKK'yı gerekirse Türkiye'ye karşı kullanmak amacıyla destekleyen güçlerin bulunduğunu belirten Baykal, ''Bu güçlerle işinizi halledin. Bu doğrultuda bir çalışmanın işaretini göremiyoruz'' dedi.
''ANILARIN ÜZERİNDEN GELECEĞE BAKAMAYIZ''
Baykal, Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak temel unsurun, o bölgedekileri kazanmak, dışlanmış duygusundan çıkarmak olduğunu kaydetti.
Acı anıların, bölgede yaşadıkları olumlu, olumsuz günlerin, çekilmiş ızdırapların olduğunu belirten Baykal, ''İlişkilerimizi kurarken, birbirimizin duyarlılıklarına saygı göstermek en temel sorumluluğumuz olmalıdır. Kimse kimseyi, peşin olarak mahkum etmemeli, dışlamamalıdır. Geçmiş acıları kaşıyarak, kurcalayarak, birbirimize fatura ederek, yarar sağlayamayacağımızı bilmeliyiz. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız'' diye konuştu.
Baykal, yaşanan acılara, acıları yaşayanlara saygı gösterdiğini, geçmişte hiçbir şekilde kabul edilemez çok acı, yakışıksız değerlendirmeler yapıldığını belirterek, ancak bu anıların üzerinden geleceğe bakamayacaklarını söyledi.
''EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜYOR''
Türkiye'nin 72 milyon tapusunun bulunduğunu, her tapunun, tek tek vatandaşların elinde olduğunu dile getiren Baykal, sözlerini şöyle tamamladı:
''Ana nokta, Hükümetin, Türkiye'ye bir bütün olarak değil, etnik kimlikler penceresinden bakma anlayışını artık bırakması gereğidir. Maalesef çok uzun süre, Sayın Başbakan, 28 ya da 38 kimliği; birbiri ardından söyleyerek, Türkiye tarifi yapmayı çok önemli saymıştır. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Elbette herkesin kendi etnik kimliği vardır. Ama siyasetçilerin bunu diline dolaması, doğru, uygun değildir. Siyasetçinin görevi, bütün etnik kimlik mensuplarına eşit bakmak, bir bütünün parçası olduğunu ifade etmektir. O bütünün adını söylemekten de Türkiye'yi yönetenler hiçbir zaman geride kalmamalıdır. Şöyle yüreğini doldura doldura Başbakan'ın, Türk milleti dediğini duymak istiyorum. Bu konudaki zafiyetin, Türkiye'yi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü unutmamalıyız.''
TBMM'DE ÇİFTE EYLEM
Genel Kurulda, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın konuşmasını tamamlamasının ardından izleyici localarında bulunan iki genç, slogan atarak eylem yapmaya kalkınca polis tarafından gözaltına alındı.
İzleyici locasında, ''Amerikan açılımına geçit yok'', ''Kahrolsun ABD'' diye bağıran biri kız iki genç, Salonda bulunan sivil polisler tarafından engellendi ve zorla dışarı çıkarıldı.
Dışarıda da bağırmaya çalışan gençler, polis tarafından ağızları kapatılarak engellendi. Gazetecilerin, nereden geldiklerini sormasına, ''Türkiye Gençlik Birliği'' yanıtını veren gençler, bir arabaya bindirilerek TBMM yerleşkesinden karakola götürüldü.
Öte yandan TBMM Genel Kurulu'nda hareketli dakikalar yaşanıyor. Türk Gençlik Birliği'nden iki kişinin eyleminden sonra, bu kez adının Pakize Akbaba olduğu öğrenilen bir şehit annesi bayrak açtı. Meclis'te hareketlilik devam ediyor.
ÇELİK: TBMM'NİN ÖRNEK OLMASI GEREKİR
AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik, vatandaşların TBMM'de eylem yapmaması için TBMM'de korsan eylem yapma geleneğinin sona ermesi gerektiğini söyledi. TBMM'de görüşülen "demokratik açılım" konusunda partisinin görüşlerini açıklamak üzere kürsüye gelen Çelik, sloganlı protestoyla karşılaştı.
Çelik, oturumu yöneten TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in uyarısı üzerine konuşmasına ilk cümlesinde ara vermek zorunda kaldı. Genel kurul salonunda yaşanan protesto nedeniyle seyircilerin uyması gereken kuralları düzenleyen iç tüzüğün 169. maddesini okuyan Şahin, görevlilerin bu kurallara uymayanları dışarı çıkarmaları yönünde uyardı. Bu uyarıdan sonra konuşmasına devam eden çelik, CHP'nin Meclis'te düzenlendiği pankartlı eyleme gönderme yaparak, "Vatandaşlarımızın bu tip eylemler yapmaması için TBMM'nin örnek olması lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde korsan eylem yapma geleneğinin söz konusu olmaması lazım" diye konuştu.
Çelik, Kürt sorunu, Alevilik, azınlıklar, inanç hürriyeti, kadın erkek eşitsizliği, darbeler, çeteler, insan hakları, güvenlik perspektifleriyle ilgili yüzlerce hata binlerce kitap bulunmasını bu sorunların varlığına bağladı. Çelik şöyle konuştu:
"Ortada bir sorun yoksa, çeşitli kesimlerin eksik demokrasi uygulamalarından dolayı herhangi bir rahatsızlığı yoksa şunu soralım: Bu kadar literatür niye ortaya çıkıyor? Deniyor ki, hükümet bu konuyu ortaya getirdiği için çıkıyor. Peki hükümet obeziteyi gündeme getirseydi, iki ayda bahsettiğimiz konular 86 yıldan daha fazla konuşuldu. Hükümet obeziteyi gündeme getirseydi aynı konuşmalar yapılacak mıydı? Hayır, çünkü Türkiye'de demokrasi meselesinde çok ciddi sıkıntılar olagelmiştir. Bu sıkıntıların kaynağı da meclisteki siyasi partiler tarafından büyük bir mutabakatla üzerinde uzlaşmaya varılmış tespit edilmiştir. Bugün ortaya çıkmış mesele değil. Abdülhamit zamanından beri bu meseleler tartışılıyor. Bu ülkede inanç gruplarından etnik gruplara kadar pek çok kesimin, çok ciddi insan hakları meselesi olması, demokratikleşmeden kaynaklanan sıkıntılarının olması, Siyasetçilere şöyle bir sorumluluk yükler: Siyasetçiler bu sorunları sumen altı etmekle sorumluluklarından kurtulamazlar, bunları çözmek zorundadırlar. Bu tip meseleler artık büyük meseleler haline gelmiştir. Sıradan demokratikleşme sorunu değildir. Bunlar yüksek siyasi sorumluluk, gerçek bir cesaret ve siyasi vizyon gerektirmektedir. Bu vizyona sahip olanlar geleceğin büyük Türkiye'sini gerçekleştirmek, kurmak üzere bugünkü riskleri seve seve göze alırlar."
UFUK URAS'IN KONUŞMASI
Bağımsız İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Kürt sorunu ile ilgili çözümün sürdürülebilir olması için toplumsal desteğin alınması gerektiğini söyledi.
Genel Kurulda, ''demokratik açılım'' konusundaki Genel Görüşme önergesi üzerinde konuşan Uras, Cumhuriyet tarihine bakıldığında temel sorunların halen devam ettiğinin görüldüğünü söyledi.
Kürt sorunun, yerinin ve nedenlerinin belli olduğunu ifade eden Uras, bu konunun bir asayiş sorunu olarak görülmemesi gerektiğini dile getirdi. Uras, sorunun çözümüne ilişkin yapılacak yeni açılımların, beraberinde yeni çözümler üreteceğini kaydetti.
Sorunun çözümünde, artık tarihte kalması gereken endişelerin ileri sürülemeyeceğini belirten Uras, çözüm için herkesin çaba sarf etmesi gerektiğini kaydetti. Uras, Kürt sorunu ile ilgili çözümün sürdürülebilir olması için toplumsal desteğin sağlanması gerektiğine işaret etti.
Ufuk Uras, 12 Eylül Anayasası'nın yerine daha demokratik bir anayasaya ihtiyaç olduğunu belirterek, ülkedeki çok kültürlülüğün, bir gerginlik kaynağı değil, zenginlik kaynağı olarak görülmesi gerektiğini kaydetti.
Uras ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin yeniden ayağa kaldırılması için çaba sarf edilmesi gerektiğini söyledi.
Uras'ın, konuşma süresinin bitmesi üzerine TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, ek süre verdi. Bu sırada, CHP sıralarından gelen eleştiriler üzerine, Uras, ''Ben 10 Kasımda, kendimi 'aç aç gecesinde' zanneden milletvekillerinden değilim'' dedi.
Öte yandan, Ufuk Uras'ın konuşmasından önce, Bağımsız Tunceli Milletvekili Kamer Genç, TBMM Başkanı Şahin'den söz istedi. Şahin de Genç'e, söz sırasının kendisinde olmadığını söyledi. Kamer Genç'in, ısrarlı tutumu ve başka bir oturumla ilgili yaptığı eleştiriler üzerine, Şahin, ''Bir TBMM Başkanvekiline 'basiretsiz' diyerek hakaret edemezsiniz. Yerinize oturmazsanız hakkınızda disiplin hükümlerini uygulamak zorunda kalacağım'' dedi.Şahin'in Uras'a söz vermesinin ardından Genç, sırasına oturdu.