Öteden beri Beyoğlu'nda dolaşmanın içimi sıkan yanı gürültüdür. Dünyanın hiçbir şehrinde görmediğim bir şey
İstiklal Caddesi'nde cereyan eder. Ne kadar
kaset, CD satan yer varsa müzik çalar, onu da avaz avaz bağırtırlar. Belli ki o yüksek hacimli sesle kendimizi buluyoruz. Bu da tıpkı kural tanımadan hızlı araba kullanmak gibi özel bir psikoloji demektir. Yetmez. Bir başka tarafta körler müzik yapar. Bozuk bir ses düzeni ve detone sesler sokağı kaplar. O da yeterli gelmez. Her köşe başında bir başka kişi, bir başka aleti seslendirmektedir. Ama gerçek anlamda 'ses'lendirmektedir. Gene de bana göre hepsinden beteri
türkü barlardan yayılan ve birbirine karışan 'okuma'lardır. İş bazen akıl durduracak bir noktaya gelir. Bunların üstüne bir de sokakta dalgalanan 'kara kamu'yu eklerseniz, İstiklal Caddesi çekilecek yer olmaktan çıkar.
ÜSTELİK FAL BEDAVA
Bir süredir caddede dolaşırken bir şey dikkatimi çekiyordu. Bazı kişiler ellerinde bir küçük pankartla dolaşıyordu. Üstünde yazan "
Kahve sizden fal bizden!" lafının ne anlama geldiğini anlamamıştım, bakıp geçiyordum. Fakat birkaç gün önce caddeyi boydan boya geçerken birisinin duvarlara "
Falınız bizden-garantili fal!" diye bir küçük afiş astığını gördüm. Neredeyse caddedeki bütün duvarlar ve direkler bu afişle kaplanmıştı. Hiç akıl erdiremeden döndüm gelip
Kaktüs'e oturdum. Hep içeride otururken bu defa baharı karşılamak babında dışarıyı tercih ettim. Henüz türkü barlar da başlamamıştı, ortalık nispeten sakindi. Fakat başımı kaldırıp '
şehrin üstünden geçen bulutlar'a bakayım derken gözüme binaların birinci katlarında "
Fal bakılır!" gibisinden sayısız ilan çarptı. O sırada yanıma gelen kahvedeki arkadaşıma ne oluyor diye sorunca anlattı.
HEM GÖBEK HEM VAAZ
Bu yeni bir 'moda'ymış.
Kahveler artık birer falcı bulunduruyormuş. İnsanlar Türk kahvesi içtikten sonra falcı gelip fallarına bakıyormuş. Hatta pazar günü karşı binadaki falcı henüz açılmadığı için türbanlı bir hanım gelip "Oturabilir miyim?" diye Kaktüs'e girmiş. Bir süre sonra da "Yanlış anlamayın ben aslında meyhaneye gitmiyorum ama..." demiş. Anlayacağınız fal işinin ciddiyet ve önemi kadıncağızı hiç sevmediği meyhanelerde beklemeye bile mecbur etmiş. Eh, söyleyecek bir şey yok. Türkiye böyle bir ülke. Geçenlerde televizyonda bir şey beklerken (bakın ben de bir yerlerin 'açılmasını' bekliyorum) bir kanalda konuşan bir din hocasıyla karşılaştım. Pek şık muhterem "
Cehennemin yakıtı nereden geliyor?" sorusuna cevap arıyordu. Hemen bazı arkadaşlarıma bu çok önemli konuyu kaçırmamaları için haber verdim. O anda daha korkunç bir şey oldu ve telefonla bağlanan birisi hocaya çocukları olmadığı için çok yakınları olan, tanıdık bir aileye çok üzüldüklerini acaba o ailenin 'beyiyle' karısını ilişkiye sokup sokamayacağını, 'bunun günah yazıp yazmayacağını' sordu. Aynı anda bir başka kanalda
zenneler ve köçekler oynuyordu. Köçeklerin sol göğüslerine '
ay yıldız' işlenmişti. Salonun yarısı türbanlıydı. Ortadaki bir kadıncağız onları kaldırıyor 'aşağıdan' diyerek aşağıdan, 'yukarıdan' diyerek yukarıdan oynatıyordu. Bunu görünce ben de artık günlük televizyon dozumu aldığımı düşünüp masamın başına döndüm. Fakat 'fal gerçeği'yle karşılaştığım andan beri de bu 'olgular' üstünde düşünüyorum. Ne oluyor bize?
NE YAPARSINIZ Kİ, BÖYLE...
Fazla bir şey olduğu yok. Gerçeğimiz tüm bu oluşumların bir toplamı. Gene de '
Milli Piyango'dan bilet alıp ona umut bağlamak,
yatıra gidip adak adamak, biyoloji imtihanına girmeden önce anneannenin 'okuduğu'
pirinci yutmak bizim 'gerçeğimiz'. Bunların toplamıyız. Niye böyleyiz derseniz şu açıklamayı deneyeyim. Biz modernleşmesini zihinsel bir dönüşüm olarak yaşamaktan çok ya biçimsel ya da kurumsal olarak yaşamış bir toplumuz. Katı modernleşme ekolleri toplumların geleneksel olanla bağlarını kesmeye gayret eder. Dinden başlayarak göreneklere kadar çok şey bu çerçeve içinde algılanır ve
'modernleştiriciler' insanları bu alanlardan uzaklaştırmaya çalışır. Sonradan bunun yanlış olduğu anlaşıldı. Modernleşmeyle bu tür kurumlar ve etkinlikler arasında çok da önemsenecek bir çelişki bulunmadığı düşünüldü. "Bir insan inancını muhafaza edebilir ama modernleşmenin rasyonel düşünme yöntemini de kullanabilir," dendi. Objektif bilgiye inanmakla göreneği icra etmek arasında bir çelişki olmayabileceği öne sürüldü. Tam da bu tarife uyan bir noktadayız. Ama bir başka açıdan bakınca ben
modernleşmemizi henüz tamamlamadığımızı düşünüyorum. İstiklal Caddesi'nde türkü dinlemekle falcıya gitmek arasında benim gözümde çok büyük bir çelişki yok ama ikisi de son kertede bana garip görünüyor. Mistik olanın popüler, etnografik yanıyla hemhal olup gidiyoruz. Ha lumpen bir edayla hiçbir kural tanımadan hoplayıp zıplayıp adını 'Kolbastı' koymak ha fal baktırmak. Kim bilir, belki bu garip halimiz ne olacak diye fal baktırıyoruzdur. Üstelik türkü barlar kadar gürültülü olmayacaksa '
fal kafeleri' (bu adı ben uydurdum) bin defa tercih ederim.