İzmir'de Andrew Simes adında bir genç yaşıyor. Simes'ın aile hikayesinin içinden ise trenler, gemiler, savaşlar ve aşklar geçiyor. İskoçyalı üç kardeş 1856'da İzmir limanına iniyor ve İzmir-Aydın demiryolunu inşa ediyor. Sonra da İzmir Gazhanesi'ni kurup tütün ticaretine başlıyorlar. Zaman zaman çıkıp dünyayı dolaşıyor ama sonunda hep İzmir'e dönüyorlar. Andrew Simes'ın büyükbabasınınbabası I. Dünya Savaşı'nda Almanya'da ölüyor, büyükbabası ise II. Dünya Savaşı'nda meşhur 'Hayalet Gemi'yi batırarak hem ülkesine hem de İzmir'e kahraman olarak dönüyor. Andrew Simes'ın savaş kahramanı olan ve iki yıl önce 102 yaşında ölen büyükbabası, bir dönem BBC'de savaş muhabirliği yapıyor. Atatürk'ün en güzel fotoğraflarını o çekiyor. Andrew da dedelerinin izinden yürüyor, eğitimini İzmir'de tamamlıyor, askerliğini İngiliz donanmasında yapıyor ama dönüp İzmir'e yerleşiyor. Şu anda ir tesadüf sonucu tanıştığı ve âşık olduğu Jennifer Smith'le evlilik hazırlıkları yapıyor. Şimdi size Alsancak'taki evine konuk olduğumuz Andrew ile Jennifer'ın hikayesini anlatacağız. Önce 19. yüzyılın ortalarından başlayacağız. Altı kuşak öncesindeki büyük büyük dedesi Charles Simes, kendisi gibi teknisyen olan iki erkek kardeşiyle 1856'da İzmir limanına iniyor. O sırada 39 yaşında olan Charles Simes'ın, İzmir'e geliş nedeni, imtiyazı İngilizler'e verilen bir demiryolu projesi. Türkiye topraklarında inşa edilen ilk tren hattı olan İzmir-Aydın Demiryolu'nun temelleri, Simes ailesinin geldiği günlerde atılıyor ve projenin teknik uygulamasını bu aile üstleniyor. İskoç asıllı İngiliz vatandaşı olan Simes ve ailesi İzmir'i çok seviyor. Demiryolunun tamamlanınca ailenin diğer iki üyesi, Avustralya ve Güney Afrika'ya doğru yola çıkıyor ama Charles ailesiyle İzmir'de kalıyor. Bilindiği gibi Türkiye'de birçok ilk İzmir'de gerçekleşiyor. İlk demiryolu gibi memleketin ilk havagazı fabrikası da İzmir'de kuruluyor.
OTOPARKIN ALTIN DA KALAN MEZARLIK
Şu anda kültür merkezi olarak kullanılan Alsancak'taki bu fabrika da 1862'de hizmete açılıyor. İzmir'i aydınlatan bu fabrikanın teknisyenliğini de Andrew Simes'ın dedesi yapıyor. Büyük dede daha sonra ticaretle uğraşmaya başlıyor. Charles Simes öldüğünde vasiyeti üzerine Buca'daki Anglikan Kilisesi'nin bahçesindeki hazineye gömülüyor. Daha sonra İskoç asıllı eşi de kocasının yanına defnediliyor. Bu ibadethane 1980'li yıllarda nikah salonuna çevriliyor. Ve kilisenin bahçesindeki kabirlerin bir kısmı kaldırılarak buraya bir otopark alanı yapılıyor. Charles'ın ve eşinin mezarı da bu insanlık dışı uygulamadan nasibini alıyor. Yani İzmir'e demiryolunu ve ışığı getiren kişinin mezarının üzerinde şimdi otomobil lastikleri geziniyor. Ailenin İzmir'e geldikleri yıllarda çekilen bir fotoğrafta göreceğimiz oğlu William Henry, İskoçya'da doğuyor ama İzmir'de büyüyor. Ticaret için ziyaret ettiği Malta'da tanıştığı güzel bir kadınla evleniyor. Ölünce Paşaköprü mezarlığına defnediliyor. Onun oğlu Thomas Simes da tütün, kuru üzüm ve incir ticaretiyle uğraşıyor. I. Dünya Savaşı çıkınca Almanya karşısında güç duruma düşen ülkesini savunmak için İngiliz ordusuna yazılıyor. Çeşitli cephelerde savaştıktan sonra Fransız topraklarında süren Somme Savaşı'na katılmak üzere Verdün kenti yakınlarındaki tugaya sancaktar olarak katılıyor. 1916'da beş ay süren bu savaşta bir milyon asker ölüyor. Thomas Simes de bu kanlı muharebeye onbaşı rütbesiyle katılıyor. Hitler de bu savaşta bir onbaşı olarak çarpışıyor ve ayağından yaralanarak kurtuluyor. Fakat Thomas Simes, Vardün'de bir muharebede ölüyor. Vasiyeti üzerine onun naaşı da İzmir'e getirilip Paşaköprü Mezarlığı'na defnediliyor. İzmir'e ayak basan ilk dede hariç Simes ailesinin vefat eden tüm mensupları bu kabristanda yatıyor. Andrew Simes, bu mezarlığın da son yıllarda İzmir'de yükselen yabancı düşmanlığından nasibini aldığını anlatıyor.
İZMİR YANGININI KİM ÇIKARDI?
Somme Savaşı'nda ölen Thomas Simes'ın oğlu Alfred Simes de 1909'da İzmir'de doğuyor. Yedi yaşındayken babasını kaybediyor. Doğum gününde hediye edilen bir fotoğraf makinesi, onun kaderini değiştiriyor ve gazeteci olmaya karar veriyor. Lise eğitiminden sonra İngiltere'de iletişim ve tarih okuyor. Okul bitince önce gazetede, sonra da BBC'de çalışıyor. İngiliz Kralı VI. George, Kraliçe Elizabeth, Stalin, Roosevelt, Mussolini, Churchill gibi döneme damgasını vuran liderlerin fotoğraflarını çekiyor. Onu gazeteciliğe çeken olay ise İzmir yangınıyla başlıyor. 9 Eylül 1922'de İzmir kurtuluyor. 13 Eylül'de ise tarihe 'Büyük İzmir Yangını' olarak geçen olay yaşanıyor. Alfred'in çektiği fotoğraflar "İzmir'in merkezini küle çeviren bu yangını kim çıkardı?" sorusuna da cevap veriyor. Resmi tarihe göre bu yangını Rumlar ya da Ermeniler çıkarmış. Ama iki yıl önce 102 yaşında vefat eden Alfred Simes'e göre durum öyle değil. Simes, Kuvayı Milliye'ye mensup çetelerin İzmir'e düzenli ordudan önce girdiğine ve bu eşkiyaların Levanten ve Ermeniler'den oluşan 150 bin kişinin yaşadığı alanı yaktığına tanık olmuş. 2014 baharında onun bu belgelerin de yer alacağı bir sergi açılacak. Bu sergide Atatürk'ün fotoğrafları da bulunacak.
BİR BÜYÜKANNENİN ROMANTİK OYUNLARI
Andrew Simes bu gezegenin her yanında kadınlarla tanışmış. Ama hiç âşık olmamış. Bundan dört sene kadar önce Alsancak'ta bir kafede otururken yaşlı bir kadının kendisini süzdüğünü görmüş. "Ne oluyor ya!" demiş kendi kendine. Sandalyesinin yönünü değiştirmiş. Ama kadın da kendi görüşünü ona göre dizayn ederek genç adamı dikizlemeye devam etmiş. Kurtulamayacağını anlayan Andrew başını kaldırıp kadına selam vermiş. Kadın selamı aldıktan sonra "Siz Rodney'in oğlu musunuz?" diye sormuş. Derin bir nefes alan İzmirli genç "Evet" demiş. Sonra sohbet derinleşmiş. Babasının çocukluk arkadaşı olan bu Türk kadın, henüz 16 yaşındayken bir ABD'li subaya âşık olmuş. Subay ailesini ABD'den çağırıp bu genç kızı istetmiş ama ailesi "Daha küçük" gerekçesiyle bu evliliği onaylamayacaklarını beyan etmiş. Bunun üzerine bir yolunu bulup ABD'ye kaçarak evlenmişler. Güzel bir ilişkileri olmuş; çocukları, torunları dünyaya gelmiş. Yaşlı kadın ara sıra İzmir'e gelip yıllar sonra barıştığı ailesini ziyaret edermiş. Sohbet, muhabbet derken ayrılmışlar. Birkaç hafta sonra Facebook'tan bir arkadaşlık daveti almış Andrew. Güzel bir ABD'li kızmış teklifi gönderen. Tabii hemen onaylamış. Birkaç saat sonra kızdan "Benimle tanışmak istiyormuşsunuz" diye bir mesaj gelmiş. "Hadi ya nereden çıktı bu?" diye yanıtlamış Andrew Simes. Kız "Bundan birkaç hafta önce İzmir'de benim anneannemle tanışmışsınız ve o da size benden söz etmiş. Siz de benimle tanışmak istediğinizi söylemişsiniz" diye salvo yapmış. Andrew şaşkınlık içinde "Büyükanneniz, ABD'de iyi eğitim görmüş çocukları ve torunları olduğunu söyledi. Ben de nezaketen 'Umarım bir gün tanışırız' dedim. Doğrudan sizin bahsiniz geçmedi" diyerek meramını anlatmaya çalışmış. Sonra daVe "İsterseniz silelim birbirimizi, bu muhabbet tuhaf bir hal almaya başladı" demiş. "Hayır" demiş kız "Bence yeniden tanışalım." Hikaye böyle başlamış. Üç ay boyunca yazışmışlar. Andrew ABD'ye gidip Jennifer Smith adındaki bu dünyalar güzeli kızla buluşmuş. Şimdi nişanlılar, yakında evlenecekler.
KAHRAMANLIK MADALYASI ALAN DEDE
Alfred Simes, II. Dünya Savaşı başladığında İngiliz donanmasına katılıyor. Donanmanın keşif uçaklarında düşman hatlarının fotoğraflarını çekiyor. Almanlar'la İngilizler arasında süren en çetin deniz savaşlarından biri Norveç fiyortlarının yakınında yaşanıyor. Rheinübung Harekatı adı verilen bu savaşta İngiliz donanmasıyla Hitler'in denizlerdeki gururu olarak kabul edilen efsanevi Bismarc zırhlısı karşı karşıya geliyor.
SAVAŞIN KADERİ DEĞİŞİYOR
Savaşın en sıcak noktasında Birleşik Krallık donanmasına ait büyük bir zırhlı Bismarc tarafından batırılıyor ve muzaffer gemi ansızın ortalardan kayboluyor. Bismarc o sırada İngiliz uçaklarının ulaşmasına imkan olmayan fiyortların kuytu bir köşesinde kamufle olup gizleniyor. Alfred Simes, bir Catalina tipi deniz uçağına binip keşif için yola çıktığında bu geminin gizlendiği yeri buluyor. Telsizle durum merkeze bildiriliyor ve üslerden havalanan bombardıman uçaklarıyla Hitler'in medar-ı iftiharı sulara gömülüyor. Alfred Simes bu muharebe sonucunda kahramanlık madalyasıyla ödüllendiriliyor ve memleketi İzmir'e gönderiliyor. Alfred Simes'in oğlu Rodney savaş sonrasında doğuyor. Baba mesleğini sürdürüyor. Hırvat asıllı bir İtalyan'la evleniyor ve 1981'de Andrew Simes Londra'da dünyaya geliyor. İzmir NATO İlkokulu ve lisesinde okuyan Andrew, yüksek eğitimini İngiltere'deki Kent Üniversitesi'nde tamamlıyor. Siyaset bilimi üzerine eğitim gören bu genç adam, okul biter bitmez babasıyla birlikte tütün işine girişiyor. Dünyanın dört bir tarafını geziyor ama İzmir'den ayrılmayı asla düşünmüyor.