Bu
aralar çağdaş sanat dünyasında herkes İhsan Oturmak'ın kim olduğunu merak ediyor. Bunun sebebi de geçtiğimiz hafta Paris'te, sanat merkezi Espace Culture Louis Vuitton'da açılan 'Yolculuklar: Günümüz Türkiyesi'nde Gezintiye Çıkmak' başlıklı sergide yer alan eserleri. Türkiye'den 11 çağdaş sanatçıyı buluşturan sergiye resimleriyle katılan Oturmak'ı, diğer 10 ismin aksine henüz kimse tanımıyor. Zaten bu onun ilk sergisi. Biz de onun kim olduğunu merak edip röportaj için buluştuğumuzda şaşırtıcı bir hikayeyle karşılaştık. 25 yaşında bir genç İhsan Oturmak. Diyarbakır'ın Gördük Köyü'nde büyümüş, resme olan yeteneğiyle hayata tutunmuş ve Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim İş Öğretmenliği Bölümü'nden bu yıl mezun olmuş. Daha sonra da Rotary Resim Yarışması'na katılınca Louis Vuitton küratörlerinin ilgisini çekmiş. Türkü söylemeyi, ansiklopedi okumayı, çay içmeyi seviyor. Çocukluğunda Diyarbakır'daki siyasi atmosferi anlatırken "Bilmiyorum ama bunları anlatmam doğru mu?" diye soruyor çekinerek. Anlatmaya başladıktan sonra da bu kez "Uzatmıyorum değil mi, uzun uzun anlatıyorum da böyle," diyor. Biz de onun uzun uzun anlattıklarını elimizden geldiğince bu sayfalara taşımaya çalıştık.
-
Louis Vuitton'dan teklif nasıl geldi, size nasıl ulaştılar? Neler düşündünüz?
- Rotary Resim Yarışması'nda beş resmim sergilendikten sonra Louis Vuitton küratörleri Herve Mikaeloff ve Marie Ange Moulonguet yarışmanın düzenlendiği galeriye geldi. Eserlere baktılar ve 'Biz Paris'ten geliyoruz. İşlerini anlatır mısın?' dediler. İngilizcem yeterli değildi. Bir arkadaşım aracılığıyla konuştuk. O biraz açıkladı. Kataloğumu aldılar. Daha sonra, 'Kataloğundaki yazıları çevirttik, geri alabilirsin,' dediler. Kataloğumu da Teşvikiye Camisi'nin karşısında, kaldıkları otelde bırakmışlar, ben de oradan aldım. Daha önceki sergileri hakkındaki kataloglarını da bırakmışlar. Zaten kataloğumu aldıklarında karar vermişler benimle çalışmaya. Ben önce çok ciddiye almadım. İnternetteki sitelerini açtım, inanamadım, galeri çok güzeldi. İnanın, gerçekten Louis Vuitton'un ne olduğunu dahi bilmiyordum. Sınıfta bir kız arkadaş vardı, ona kartı gösterdim 'Bu çok ünlü bir çanta markası,' dedi. 'Nasıl, iyi bir şey mi?' diye sordum, 'Ferrari gibi düşün,' dedi. Bu arada küratörler Diyarbakır'ı gezmek istediklerini söylediler. Hâlâ planları var, geleceklermiş. Böyle şeylere çok meraklı değilim ama 'Ben sevdiğim için resim yapıyorum,' desem de yemek bulamayınca, resim de yapamazsınız. 'Gidip galerileri dolaşayım, insanları tanıyayım,' da diyemiyorum. O yüzden iyi olmuştu benim için. Öyle çok da sosyal değilim. Sadece eğlence için olan, fikir alışverişi olmayan sosyal ortamlar hoşuma gitmiyor.
-
Peki sonra ne oldu?
- 20-30 tane iş yolladım. Onlar 'Bize sadece Öğrenciler serisini yolla,' dediler. Öğrenciler serisinde İsimsiz, Yaramazlar gibi birçok resim var. Elimde iki-üç tane iş de yarımdı. Ama çok samimiyetle yaptığım işlerdi. Onlara inanıyordum. Resim yaparken, bazen size o resim canlı bir şeymiş gibi geliyor. Küçük bir odam var, orada resim yapıyorum. Evimi üç arkadaşımla paylaşıyorum. Ama kimse olmadığında, yalnız kalınca, sanki o resim canlıymış gibi geliyor. Öğrenciler serisinde öyle hissettim. Okulu bitirirken, son konum olarak yapmıştım. O seriye evde devam ettim. Okulda görebileceğim nokta oydu.
RESİMLER BANA CANLI GİBİ GELİYOR
-
Ne anlatıyor Öğrenciler serisi?
- Hepimiz tektipleşiyoruz. Kendimizden, kültürümüzden bir şeyler yitiriyoruz. Örneğin okula başladığım ilk yıllarda Doğu'dan gelen öğrenciler çok farklı ve tatlı insanlardı. Saygılılardı, kendilerine has özellikleri vardı. Ama bir yerden sonra, o şekilde, o topluluğun arasına giremediklerini anladılar. Bunun üzerine onlar da herkes gibi davranmaya başladı. Üçüncü sınıfta baktığımda da o artık aynı kişi değildi. Küpe çok güzel bir şeydir örneğin. Ama hiç yakışmayanlarda küpe gördüm. İşte o değişen ve tektipleşen öğrencilerin portrelerini yaptım Öğrenciler serisinde. Sonra tektipleşmenin üniversitede başlamadığını anladım. İlkokul yıllarında öğretiliyor. Ben Diyarbakır Atatürk İlköğretim Okulu'nda okudum. Elimize demirle vurur, hatta demiri kafamızda kırarlardı. Sonra tahtayı düşündüm. İlkokulda yaramazlık yapanların adı tahtaya yazılırdı. Oysa o tahtaya adı yazılanlar hep yaratıcı, kendini ifade etmek isteyen, ortalıklarda gezinen öğrencilerdir. Oysa bir süre sonra bakarsınız onlar da aynı olur. İktidar her kimse, herkesin aynı olmasını istiyor.
-
Aileyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bana göre doğası gereği insanın bağımsız yaşaması gerekiyor. Aile de bir iktidar. Ama yine de esas iktidar, bence okulda başlıyor. Aile daha güvenli ve doğalmış gibi geliyor. Aile hep senin iyiliğini ister. Ama okul, toplumun iyiliğini ister.
AİLEM SİYASETE UZAKTI, SADECE YAŞAMAYA ÇALIŞIYORDUK
-
Nasıl bir ailede büyüdünüz? Çocukluğunuz nasıldı?
- Ben köy çocuğuyum. Kardeşlerim çok küçüktü, ben en büyüğüm; ki i erkek, bir kız kardeşim var. Diyarbakır'ın Silvan ilçesinin Gördük Köyü'nde doğdum. Soyadım 'Oturmak' gibi köyümün adı 'Gördük' de aniden verilmiş bir karar sonucu konmuş bir isim. Bu isim meselesini bir keresni de dedeme sorduğumda 'Oğlum biz dil bilmediğimiz için koydular,' demişti. Soyadımı hiç sevmem.
-
Köyünüz nasıldı?
- Bizim köy, çok çatışmalı bir köydü. Sabah akşam askerler gelridi. Babam çiftçiydi, annem de evhanımı. Her ikisi de siyasetten uzak durmaya çalışıyordu. Yaşamaya çalışıyorlardı. O dönemlerde yaşamak çok zordu.
-
O döneme dair en çok ne hatırlıyorsunuz?
- Mesela en basitinden, askerlerin gelip evi darmadağın ettiklerini hatırlıyorum. Ben battaniyeyi üzerime çekip saklanıyordum onlardan. Annemle babamı bir o tarafa, bir bu tarafa çekip duruyorlardı.S ilah, bir şeyler arıyorlardı ama bizim hiç öyle şeylerimiz yoktu. Bataniyenin altından asker botlarının geçtiğini görüyor, ürperiyordum. Şimdi olsa korkmam, ama o zaman korktum hem de çok korktum. Bir de köydek i öğretmeni hatırlıyorum. Ben daha beş yaşındaydım, ama okula gidip büyüklerle dersleri dinliyordum. O öğretmen bir gün öldürüldü. Orada üç dört tane adam gelip 'Bizi arabayla bir yere bırak,' diyorlar. Sonra da öğretmeni götürüp öldürüyorlar. Kimin yaptığı hâlâ bilinmiyor. Öğretmenin adını da unuttum. En son orta okuldayken hatırlıyordum. O günün sabahını hatırlıyorum; askerler kitle halinde tepeden iniyordu, nefesim kesildi korkudan. Bu olaylardan sonra göç ettik Diyarbakır merkeze.
-
Babanız Diyarbakır'da ne iş yaptı?
- Köyde bir şeyler kaldı, ama yerleşmeye gidemiyorlardı, hatta bir dönem boş kaldı tarlalar. Babam Diyarbakır'da yapacak bir şey bulamazdı. Arada iş olduğunda giderdi, ama ne iş yaptığını hatırlamıyorum. Şimdi hâlâ Diyarbakır merkezdeler.
- Kardeşleriniz ne yapıyor?
- Bir erkek kardeşim Güzel Sanatlar'da, biri Antalya'da aşçı. Kız kardeşim bir şey yapmıyor, küçük daha. Ailemin İstanbul'u görmesini çok istedim. Geçen yıl getirdim, gezdirdim onları doya doya. Her yere götürdüm. Adalar'a götürdüm. Bilmiyorlardı çünkü. Hayatı Diyarbakır'la sınırlı görüyorlardı. Kız kardeşim için özellikle çok güzel oldu.
OKULA BAŞLADIĞIMDA HİÇ TÜRKÇE BİLMİYORDUM
-
Türkçe biliyor muydunuz, yoksa çocukluğunuz Kürtçe konuşarak mı geçti?
- Sadece Kürtçe biliyordum. Diyarbakır'da okula başladığımda hiç Türkçe bilmiyordum. Bu yüzden öğretmenle bile anlaşamıyordum. Bir defterim, kalemim, bir de silgim vardı. Silgimi çok seviyordum. Kaybolmasın diye ucunu ısırmıştım. Bir gün kaybettim. Hoca da Kürtçe bilmiyordu. Bir arkadaşımdan silgimi kaybettiğimi söylemesini rica ettim. Sonunda bulundu. Ama silgiyi alan kız öyle bir anlattı ki, neredeyse ben bile onun silgisi olduğuna inanacaktım. Sonunda hoca silgiyi bana verdi, ama bu olay ve bunun gibi şeyler yüzünden okuldan soğudum. İki Dil Bir Bavul filmini izledim, ortamımız aynı öyleydi. Dil sorunu o kadar zor geldi ki bir iki ay okuldan kaçtım, ortaya çıkınca babam beni okuldan aldı. Annem de çok az Türkçe biliyordu. Akrabalardan bilenler yardımcı oldu. Sonra annemin ısrarıyla biraz da gizli şekilde, sekiz ya da dokuz yaşımda tekrar okula başladım. Bu kez çok popülerdim.
-
Neden?
- Annem okula hiç gitmemişti, ama kendi kendine okuma yazma öğrenmişti. Bana da okula gitmediğim zaman, çizgi çizdiriyordu. Biraz biliyordum okumayı da. 5. sınıfa kadar sınıf başkanıydım. Ortaokulu birincilikle bitirdim.
-
Kürtçeniz ş
imdi nasıl?
- Aile içinde Kürtçe konuştuğumuz için unutmadım. Ama benden sonraki nesil mutlaka unutacak. Kürtçe eğitim alma şansı bulamadım çünkü.
-
O coğrafyanın sanatınıza etkisi ne oldu?
- En dibini de yaşadım, en yükseğini de. En dibi, bana göre o battaniyenin altıydı. En yükseği de partiler, eğlenceler normalde hiç sevmediğim şeylerdi. Giriyordum, bakıyordum, insanlar bir şeyler söylüyor çıkıyor, eve gidip resim yapıyordum. İstanbul'un böyle etkisi oldu.
-
Diyarbakır'da sanat ortamı politik mi? Siz politikayla ilgilenir misiniz?
- Düşüncelerim var, teorik kısımla ilgileniyorum. Körü körüne bağlı biri olmak istemiyorum. Ama iyiliklerin yoğunlaştığı yerde olmaya çalışıyorum. Bunu da resmimle anlatıyorum. Diyarbakır'da resim politik değil, ama onları yapanlar politik olabiliyor.
PARİS'TEN GELDİM , EVDE SULAR KESİKTİ
-
Rotary'den önce bir yarışmaya katıldınız mı, bir yerde sergilendi mi resimleriniz?
- rh Art Gallery'nin ve Ümraniye Belediyesi'nin düzenlediği resim yarışmalarına katıldım. Önüme gelen yarışmaya katılıyordum. Hatta Louis Vuitton'da sergilenen resimlerden birini Ümraniye'deki yarışmaya gönderdim, orada kazanamadı, ama şu anda Paris'te sergileniyor. Neticede ilk sergim Louis Vuitton oldu. Şu an artık yarışma da kalmadı, resimleri nerede sergilerim bilmiyorum. Belki bir galeriyle çalışma şansı bulurum. Louis Vuitton'a giden resimleri metrobüsle taşıdım. Belki galerim olsa böyle şeylerde kolaylıklar olurdu.
-
Paris'te nasıl tepkiler aldınız?
- Gitmeden önce çok heyecanlıydım. Hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacaktım. Yalnızdım, davetiye yollamışlardı bana, ama davetiyeleri vereceğim insanların hiçbiri gelemezdi. Gitmeden önce 'Şimdi gideceğim oraya, onlar arasında yalnız kalakalırım belki,' dedim. Ama hiç öyle çıkmadı. Diğer sanatçılar o kadar mükemmeldi ki. Ben sessiz kaldıkça, beni konuşturmaya çalışıyorlardı. İnsanlar çok soru sordu bana. Resimlerimle ilgili bol bol konuştuk. Resimlerim hakkında yazı yazmak istediğini söyleyenler oldu. Bunlar harikaydı.
-
Paris'ten sonra hayatınızda ne değişti?
- Hiçbir şey değişmedi aslında. Şu an yapacağım resimleri biliyorum, kafamda konular dolu. Resim konusunda çok fazla endişem yok. Yazıyorum, düşünüyorum. Ama bu resimleri nerede sergilerim, yine bilmiyorum. Zaten Louis Vuitton'dan geldim, evde sular kesikti. Üç ev arkadaşım olmasına rağmen gene kirayı zor denkleştiriyorum. Artık ev arkadaşım olmadan yalnız yaşayabilmek istiyorum. Paris'ten sonra insanlar değişti biraz. Hani Louis Vuitton'da çok bir şey yapmışım gibi davranmaya başlandı. Ben onların değişmesini gerektirecek bir şey yapmadım ki, ben yine o odada yaptım. O resim gitti bir duvarda asıldı. O başka bir duvar da olabilirdi. Yaşadıklarımı konu almaya çalışıyorum ve her gün yeni şeyler yaşıyorum.
- Paris'ten dönerken neler aldınız?
- Yağmur yağıyordu, şemsiye aldım. Louvre'dan kitap aldım bir de. Burada bulamıyorsun onları.
RESMİ ANNEMLE ÖĞRENDİM
-
Resme nasıl başladınız?
- Nasıl başladığımı hatırlamıyorum, ama hep çizdiğimi hatırlıyorum. Annem kitaplarda gördüğü resimleri çizerdi. Güzel resim yapardı o zaman. Biz de onunla birlikte öğrendik. Annem çok şey yapmak isterdi, ama şimdi çocuklarıyla ilgili güzel şeyler olacak inşallah. Resim öğretmenim de iyi çizdiğimi söylerdi, ama yönlendirmezdi. Bob Ross tekniğiyle resim yapardı. Ben de evde onun gibi resimler yapmaya çalışırdım. Sınıfta bir arkadaşım, resim öğretilen Güzel Sanatlar Lisesi olduğundan bahsetti. Çok hoşuma gitti. Kurs vardı, ama ailemin bir de kursa parası vermesini istemiyordum. Zaten harçlığımı çıkarmak için o yaşlarda çalışıyordum. Simit, sakız sattım, duvar boyadım. Kursa gidemedim, ama okulu ikincilikle kazandım. Çok iyi hocalarımız vardı. Resmin tekniğini de felsefesini de öğrettiler. Sindire sindire aldım öğretilenleri. Sabahlıyorduk hep resim resim resim...
-
Üniversiteye nasıl başvurdunuz? Neden resim iş öğretmenliğini seçtiniz?
- Okul bitince ailem bir mesleğim olmasını bekledi. Ben de hem onların hem de benim istediğim olsun diye düşündüm. O yüzden Marmara Eğitim Fakültesi çok mantıklı geldi.
- Üniversitede aileniz destek oldu mu?
- Ailem bana çok yardımcı oldu. Ben de çalıştım bir yandan. Duvarlara asılabilecek, Osmanlı ya da manzara resimleri yapıyordum oradan para kazanıyordum. Boya malzemesi almakta zorlandığım oldu çok. Yemekten kesip boya alıyordum.
-
Şu anda öğretmenlik mi yapmayı planlıyorsunuz?
- KPSS'ye hazırlanıyordum, bıraktım. Öğrencilerle ilgili kuramlar vardı. Sanki insandan değil de, makineden bahsediyorlar gibi geliyordu. O dönem Öğrenciler serisini düşünmeye başladım. Bu seriyi yapıp eğitim sistemini eleştirdikten sonra öğretmenlik yaparsam, kendime ihanet ederim gibime geliyor. Taş taşırım, ama yine de resim yaparım.
ARAMIZDAN SANATÇI ÇIKAR MI?
- En sevdiğiniz sanatçılar kimler?
- Van Gogh'un yeri başka. Orijinaline de bakınca, çok başka olduğuna kesin inandım. Van Gogh sanat tarihinde de ayrı bir yerde duruyor. Türkiye'de Neşet Günal'ı çok seviyorum. Rengi iyi ayarlayamayınca figür asla öyle durmaz, psikolojik hali anlatılmaz, Günal'ın çok özel olduğunu düşünüyorum. Nuri İyem'i çok seviyorum.
- Nasıl bir çalışma düzeniniz var?
- Bütün gün resimle geçiyor, bir tek yemek saatleri var. Gece çok çalışıyorum. Geç yatıyorum. Ev arkadaşlarım da resim yapıyor, aynı bölümde okuyoruz. Hep resim konuşuyoruz. 'Aramızdan bir sanatçı çıksa, kim olurdu?' diye konuşuyoruz.