Biri mimarlık, diğeri gazetecilik eğitimi almış. Biri klasik müzik dinliyor, diğeri pop. Biri erken yatıyor, diğeri çok geç. Bu özellikler önemli gibi görünmese de, yaşam tarzları açısından karşılaşma ihtimalleri pek de olmayan 36 yaşındaki Suriyeli Esma Saeb Afendi ile 27 yaşındaki Lübnanlı sunucu Tony Mansour'un yolu, TRT Arapça stüdyolarında kesişti. Onları birleştiren nokta da aynı dili, yani Arapçayı konuşmaları... Afendi ile Mansour, 5 Nisan'da ikinci yılını kutlayan TRT Arapça kanalının, aynı gün yayına başlayan ve hafta içinde cuma hariç her gün, saat 11.00-13.00 arasında canlı yayınlanan Panorama programının sunucuları... İzmirli bir anneyle Suriyeli bir babanın kızı olan Efendi, İzmir doğumlu. O üç yaşındayken Suriye'ye gitmişler. Üniversiteyi İzmir'de okurken evlenmiş, bir kızı var. Suriye-Türkiye İş Konseyi Üyesi Afendi, Arapça, Türkçe ve İngilizce biliyor. Tatil için geldiği İstanbul'a hayran kalıp, "Bu şehirde yaşamak istiyorum," diyen Mansour'un yolculuğu, TRT Arapça'ya gönderdiği bir CV ile başlamış. İngilizce, Fransızca ve Arapça konuşuyor. Bu renkli çiftin hikayesini kendilerinden dinledik.
- Esma Hanım, inşaat sektöründe başarılı bir işkadınıyken neden TV sunucusu oldunuz?
- Esma Afendi: Gıda ürünlerinden makineye kadar geniş bir alanda işler yaptım. 'Müthiş zeki, çalışkan, süper bir kadınım,' diyemem. Çünkü kariyerimin yarısından çoğunu, aile ismimin saygınlığından edindim. 10 yıl ticaret yaptım. Ama Suriye'deki olaylardan dolayı, bir yıldır işlerimiz durma noktasına geldi. Aktif olmaya alışığım. TRT Arapça'dan iki yıldır teklif alıyordum. İstanbul'da bir toplantıdayken, artık TV'de bir şey yapabileceğimi söyledim. Programın yapımcısı Belgin Kutun da pat diye beni stüdyoya getirdi. Hayatımda kamerayı sadece toplantılarda gördüm ama ilk gün başladım.
- Kamera heyecanını nasıl aştınız?
- E. A: Sadece beş dakika prova yaptık ve canlı yayına girdik. Ne stüdyo şefinin dediğini anlıyordum ne de başka hareketlerin anlamını. Ama yarım saat geçti ve ben televizyoncu oldum. - Tony Mansour: Esma, çok sosyal, çok doğal bir kadın. Kamera karşısına geçince hiç yabancılık yaşamadı. Bu programı onunla sunmayı çok istedim.
- Ekranı sevmiş olmalısınız. Yoksa bu kadar iş tecrübesinden sonra bu riske sırf şöhret olmak için girmezdiniz.
- E. A: Tabii sevdim, çünkü doğuştan bir misyonum olduğunu düşünüyorum. İki kültür arasında, her zaman bağlayıcı, paylaştırıcı özelliğim oldu. Televizyon da bunlardan biri. Savaş nedeniyle depresif bir dönem geçirdim. Ruhsal konularda danıştığım bir uzman bana, 'Esma kendini hayatın akışına bırak,' dedi. Ben de kendimi akışa bıraktım ve programa başladım. İzmir'de annem, anneannem, kızım, kardeşim, yardımcımız ve ben, altı kişi bir Rum evinde yaşıyoruz. Tek erkeğimiz kedimiz.
- 18 yaşına kadar Suriye'de Arapça konuşurken, Türkçeyi unutmamayı nasıl başardınız?
- E. A: Annem Türk. Evimizde Türk kültürü hakimdir. Evde yemekler, misafir ağırlamak gibi özellikler hep Türk kültürünü yaşatır. Dışarıda ise Arap kültürü yaşanırdı. Okulda Arapça okudum. Hep göçebe gibi yaşadık. Yaz aylarında Türkiye'de, kışın Suriye'deydik.
SURİYELİ KADINLAR, TÜRK KADINLARDAN DAHA AKTİF
- Suriye'de kadınlar, iş hayatında sizin kadar aktif mi?
- E. A: Evet, hatta Türkiye'den daha aktifler. Kadınlar sosyal ortamda daha dominant, daha özgüvenli. Suriye'de ailelerin çoğu, çocuklarını mümkünse eğitim için yurtdışına yollar. Babam da İzmir'de bu yüzden okudu. Annemle bu şekilde tanışmışlar. Babamı 62 yaşında, kalp kriziyle kaybettik.
- Arap alfabesi Latin alfabesinden çok değişik. Arapça öğrenmek zor mu?
- E. A: Hayır, değil. Türkçede 'm' harfiyle başlayan bütün kelimeler Arapça. Arapça, gerçek bir edebiyat dili. Suyun her akışının, her kuşun ötüşünün ayrı bir ismi var. Tasvir gücü çok geniş. Kültürler birbirlerine çok yakın ama dil, etkileşimle değişiyor. 20 yıl önce Suriye halkı biraz daha farklı bir dil kullanıyordu. Teknolojiyle dilin içine başka sözcükler girdi. Suriye aksanı, Arap ülkeleri arasındaki en temiz aksan. Övünmek gibi olmasın ama Suriyeli ve Lübnanlılar güzeldir de...
- T. M: 28 Arap ülkesinde farklı Arapça konuşulur. Mısır'da konuşulanla Suudi Arabistan'daki lehçeler farklıdır. Haberlerin sunulduğu resmi bir Arapça, bir de halk dili var.
- Tony sizin yolunuz İstanbul'a nasıl uzandı?
- T. M: İstanbul'a ilk 2011'in yılbaşında geldim. Burada bir Türk arkadaşım var. İstanbul'a âşık oldum. Beyrut'a döndükten sonra 'Ben İstanbul'da yaşamak istiyorum,' dedim. O sırada devlet kanalı Tele Libnan'da haber sunuyordum. TRT Arapça kanalını öğrenince bir CV yolladım. Üç ay yanıt almadım. Sonra geçtiğimiz ağustosta tekrar tatil için geldim ve bir ay kaldım. Hâlâ TRT'den bir yanıt yoktu. Eylülde Lübnan'a döndükten birkaç gün sonra beni aradılar ve 'Hemen gel, seninle görüşmek istiyoruz,' dediler. Geldim, görüşmeden sonra da çalışmaya başlamamı istediler.
- Altı aydır İstanbul'dasınız. Hâlâ ilk günkü kadar âşık mısınız bu kalabalık şehre?
- T. M: Âşığım, evet. Tek sorun çok arkadaşım olmaması. Televizyonda birlikte çalıştığım arkadaşlarımla ise artık aile gibiyiz.
- E. A: Evet, ama ben onun arkadaşı gibi değil, daha çok annesi gibiyim (gülüyorlar).
- Suriye ve Lübnan arasında ne gibi benzerlik ve farklar var?
- E. A: Adetlerimiz aynı. Biraz lehçe fark ediyor. 80 yıl önce aynı bayrak altında yaşayan insanlardık. Muhakkak atalarımız arasında ortak insanlar vardır.
- Ortadoğu'daki karışıklığın sizin dost olmanızı etkilemediği anlaşılıyor. İlk günden itibaren nasıl bu kadar iyi anlaştınız?
- T. M: Biz aslında çok farklıyız Ben pop müzik severim, o klasik dinler. Ben çok hareketliyim, o sakin. Ben İstanbul'un gece hayatını seviyorum, geç yatarım, o erken yatar. Türkçe anlamıyorum ama telefonumda Ajda Pekkan, Hande Yener, Tarkan da kayıtlı.
- E. A: Ben mutlaka akşam 19.00'da yatar, sabah güneşin doğuşuyla kalkar, namaz kılarım.
TÜRKİYE ARAPLAR İÇİN İDOL
- Arap Baharı'nın etkileri Ortadoğu'da sürüyor. Suriye'de de çok kan aktı.
- E. A: Her Suriyeli gibi beni de çok üzdü. Televizyonlarda başka ulusların acılarını duymak tabii ki çok acı, ama kendi ulusunun, kendi insanının ağıtını dinlemek çok daha acı. Bir ay odamdan çıkmadım. Bir yıldır Suriye'ye gidemedim. Bu kanın, şiddetin bu bölgede bitmesini istiyorum.
- T. M: Bu konuda objektif olamam. Arap Baharı'nın bir nedeni var. Arap ülkelerindeki hayat adil değil. İnsanların işi, parası, hatta yiyeceği bile yok. Ben demokratım. Liberal taraftayım. Bu zamanlama Arap zamanlaması değil; ABD, Rusya zamanlaması. Ama Arap halkı artık bazı şeylerin değişmesi gerektiğine karar verdi. Arap ülkeleri, Türkiye'yi idol olarak görüyor.
LÜBNAN'DA HUMUSA KİMYON KOYULMAZ
- Evde yemek partileri yapıyor musunuz?
- E. A: Tony çok güzel yemek yapıyor. Bazen bizi evine çağırıp, yemeklerini tattırıyor. -
Suriye'de de Lübnan'da da humus, ilk akla gelen meze... Hazırlayış tarzınızda fark var mı? Güzel bir humus tarifi verir misiniz?
- T. M: Çok kolay, konserve humus alıp, kutuyu açmanız yeterli (gülüyor).
- E. A: Ben hemen bir tarif verebilirim. Bir bardak nohutu akşamdan suya koyun. Ertesi gün de pişirin ve kabuklarını ayıklayın. Bir tarafta tahin, sarımsak, limon, biraz kimyon ve hatta çok az yoğurdu karıştırın. Bu karışımı, pişen nohutlarla karıştırın.
- T. M: Lübnan'da humusa kimyon ve yoğurt koymayız.