Moldovalı
iki kardeşin, Türkiye'de insan tacirleri tarafından kaçırılmasıyla başlayan Uçurum dizisinde, iyi ve kötü kavramları, siyah ve beyaz kadar net değil. Tıpkı hayatta olduğu gibi. Bu nedenle Esra Ronabar'ın dizide canlandırdığı kadın satıcısı Nur, iyi mi, kötü mü karar veremediğimiz karakterlerden. Ronabar, bu diziye "Evet," derken senaryonun gerçek durumları anlatmasından etkilenmiş. Aksi takdirde tiyatro sahnesinde 36. İsmet Küntay Ödülleri'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alıp, ayda 14 oyun çıkarırken, yorucu bir dizi temposuna girmesi pek olası değildi. Esra Ronabar aynı zamanda, oyuncu Barış Falay'ın eşi, üç yaşındaki Mavi Rüzgar'ın annesi. Ronabar'la diziyi, Nur karakterini ve ailesini konuştuk.
- Uçurum dizisinde Nur karakterini canlandırıyorsunuz. 'Nur için, kötü biri diyemiyorum,' diyorsunuz. Neden?
- Oynarken yargılarsan, onun hikayesini anlatamazsın ve o karakterle empati kuramazsın. O yüzden oynadığım hiçbir karaktere, iyi, kötü, salak, çaresiz diye bakmadım. Nur'a kötü ya da iyi demek, benim haddim değil.
- Dizide Nur'un geçmişini öğrenecek miyiz?
- Evet, öğreneceğiz. Zaten ortada çok güzel bir Kerem Deren senaryosu var. Senaryo bana ilk geldiğinde, beni ilk çarpan, ortadaki gerçek oldu. Bu gerçek, hepimizin susarak ortak olduğu bir vahşeti anlatıyor. Bu, herhangi bir dizi senaryosu değil. O yüzden bu işin içinde olduğum için çok mutluyum. Gazete okuyoruz, okuduğumuz haberlerin hiçbiri bize değmiyor. Değse, yaşayamayız belki de. İnsan ticaretinde Türkiye çok üst sıralarda, bu gerçeği biliyoruz. Ama bizler bireysel bir tepki veremiyoruz. Veremediğimiz tepkiyle, bu vahşetin ortağı oluyoruz.
SET EKİBİ TEHDİT ALDI
- Gerçek hikayeler dinlediniz mi?
- Evet. Gördükleriniz ve duyduklarınız karşısında, insan olduğunuzdan utanıyorsunuz. Bir vahşetin tanığı olmak, ortağı olmakla eşdeğer bence. Biz bunların olduğunu, insanların satıldığını, tecavüze uğradıklarını biliyoruz.
- Aksaray'da ve Tahtakale'de bir Nur bulabildiniz mi?
- Bir Nur değil, çok fazla Nur var ne yazık ki. Dizide satılan kızların hayatlarını gerçekte yaşayan o kadar çok kişi var ki... Dinlemeye tahammül edemeyeceğim hikayeler duydum!
- Nasıl girip çıktınız o yerlere?
- Aksaray'a ekip olarak gittik. Tarlabaşı'na avukat kız kardeşim sayesinde gittim. Görüştüğüm insanlara nasıl ulaştığımı açıklayamam. Nur, çocuk denebilecek bir yaşta arzu nesnesi olmak zorunda kalmış. Ve bu vahşete 20 yıl maruz kalmış. Kendi kurtuluşunu, başkalarının çaresizliği üzerinden sağlıyor. Hepimiz hayatımızda bunu yapıyoruz. Uçurum, bir masumiyeti kaybediş hikayesi.
- İnsan ticareti büyük bir rant. Bu rantı elde edenlerden tepki geldi mi?
- Bana birebir böyle bir tepki veya tehdit gelmedi, set ekibine geldiğini biliyorum.
- CHP Milletvekili Nur Serter'le ilgili bir kriz yaşandı. Sizi üzdü mü bu süreç?
- O süreç beni üzdü. Basit bir klavye hatasının böyle bir olaya sebep olması hepimizi üzdü. Biz birilerini, bizi temsil etsin diye seçiyoruz. Elbette ki hepimizin ismi çok değerli, önemli. Ama bizi temsil eden kişiler, kendi isimlerine değer verdikleri kadar, temsil ettikleri insanların isimlerine de değer vermeli. Bu olayda şunu gördük; hayat kadınlığı korkunç bir şey. Bu konuda hepimiz hemfikiriz. O zaman izin vermeyelim! İnsanların bedenlerini satmalarına, insanları bu çıkışsızlığa sürükleyecek durumlara izin vermeyelim. Bunu da konuşalım Meclis'te. Kadının meta olarak kullanılmasına üzülen bizler, bir hikaye anlatarak elimizden geleni yapıyoruz. Bizi temsil eden insanlar da şunu unutmasın; hayat kadınlarını da temsil ediyorlar. Yani Meclis'tekilerin, kendilerini seçen insanları da, kendi isimlerini korudukları kadar korumaları gerekiyor.
EŞİM BURSA'DA DİZİ ÇEKİYOR, BEN İSTANBUL'DA; BU YIL GÖRÜŞEMİYORUZ
- Annelik, eş olma durumu ve oyunculuk nasıl idare ediliyor?
- Zor. Bunun kimliklerle ilgisi yok, yaşadığımız çağla ilgili. Geleneksel aile modelinde kadın, evde oturan ve çocuklara bakandı. Şimdi bunların üstüne bir de çalışıyor. Kadının işi çok zor. O yüzden kadınlara sahip çıkmalıyız, akıl sağlıklarına kaybetmemeleri için.
- Sizin evde durum nasıl? Eşiniz yardımcı ve destekleyici mi?
- Erkeğin destekleyici ve yardımcı olmasını sevmiyorum. Çünkü ortak olması gerekiyor. 'Kadın çocuğa bakar,' gibi bir anlayış var. Hayır! Kadın ne yapıyorsa, emzirme ve doğurma dışında, erkek de aynısını yapabilir. Çocuk olduktan sonra kadınlar tüm bakımını üzerine alıyor. Bu anlamda ben şanslıyım. Bana yardımcı ya da destekleyici değil, benimle beraber işin içinde olan, bir çocuğa sahip olan bir eşim var.
-
Eşiniz Barış Falay da oyuncu. Bursa'da Al Yazmalım dizisini çekiyor, görüyor musunuz birbirinizi?
- Bu yıl görüşmüyoruz. Çünkü Barış, Bursa'da çekimde. Aynı zamanda İzmit Şehir Tiyatroları oyuncusu, orada iki farklı oyunu var. Benim dizim İstanbul Aksaray'da çekiliyor. İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncusuyum, benim de iki ayrı oyunum var. Barış haftada bir gün bile gelemiyor İstanbul'a. Belki 10 günde bir, 20 saat falan bir araya geliyoruz.
- Nasıl olabilir ya?
- Çok zor. Ama biz seçtik bunu. Kimse bize 'Bu koşullarda çalışın.' demedi. Biz istiyoruz.
- Eee oğlunuz Rüzgar babayı göremiyor...
- Evet. Onun için biraz zor bir yıl. Ama her çocuk kendi ailesinin şartlarını normal zannediyor ve kabul ediyor. Bizimle beraber tiyatroya gelmeye başladı. Ama şöyle bir yanılgı içinde; tüm anne babalar, tiyatroya ya da sete gidiyor sanıyor.
- Aynı evde iki oyuncu avantaj mı, dezavantaj mı?
- İşin kapının dışında kalması mümkün değil. Çünkü oyunculuk hayatın kendisinden beslenen bir alan. 'Ben işi dışarıda bırakıp evde konuşmuyorum,' dersem yalan olur. Biz Barış'la hep besledik birbirimizi. Evimizde sürekli bir tekst ve senaryo döner. Ben onun senaryosunu okurum, o benimkini okur. Birbirimize bir sürü şey söyleriz. Çok da kavga ederiz. Çok iyi anlaşan bir çift değiliz Barış'la. Genelde tartışırız. Ama keyifli. Aynı meslekten olmamız çok keyifli, çünkü bu kadar ağır çalışma koşullarını başka birinin anlaması çok zor.
AİLEM OYUNCU OLMAMA KARŞI ÇIKTI
- Nerede doğdunuz, nasıl bir aileniz vardı?
- İzmir, Ödemişliyim. Herkesin dost ya da akraba olduğu bir kasaba. Başkalarının senin için ne düşündüğünün önemli olduğu bir yer. Çok güzel ve korunaklı bir çocukluk geçirdim. Kendi çocuğuma ve İstanbul'a bakınca, çok şanslı bir çocukluk geçirdiğimi fark ediyorum. Ağaç tepelerinde, dostların arasında geçti çocukluğum.
- Kaç kardeşsiniz?
- Tek yumurta ikizi, iki kız kardeşim var. Onlar benim ilk tiradımın nedeni...
- Nasıl yani?
- Annem, 'Eda ile Ela'nın doğumu, Esra'nın ilk tiradı ve depresyonudur,' der. Ben çok kardeş istemiştim. Annem bankacı, babam da belediyeci. Onlar çocuk istemiyorlardı. Benim ısrarlarım nedeniyle kardeşim oldu. Ama kardeş istediğim dönemde dört yaşımdayım ve kardeşe dair fikrim, 'eve biri gelecek ve oynayacağız' şeklindeydi. Annem ve babam eve iki bebek getirdi. Dediler ki 'Bunların ikisi de senin kardeşlerin'. O yaştaki çocuğun bunu anlamasına olanak yok. 'Biri benim. Büyüteceğim ve seveceğim, diğerini götürün,' diyordum. Bu arada kız kardeşlerim dünyanın en güzel bebekleri, herkes gelip onları seviyor; benim pabucum dama atılmış. Bir akşam loğusa tebriği vardı, 30 kişi var salonda. Kimse benimle ilgilenmiyor. Geçtim salonun ortasına, başladım ağlama numarası yapmaya... 'Ben de çocuk değil miyim, benim de sevilmeye hakkım yok mu?' diye. 30 kişiyi ağlattım. Annem 'O an anlamalıydım,' diyor.
- Peki dudaklar kimden miras?
- Dudaklarımın silikon olduğunu düşünenler var ama babamdan miras. Biz üç kız kardeş birer baba kopyasıyız.
- Tiyatro sevdası içinize ne zaman yerleşti?
- Ben ne olacağı belli olan çocuklardandım. Annemin çalıştığı Emlak Bankası'nın kampları olurdu, yazın Çeşme'ye giderdik. Ben orada çocukları toplardım, küçük oyunlar kurardım; 'Sen bunu oyna, ben bunu yapayım,' diye. Oyunbaz bir çocuktum. Ama o yıllarda, Ödemiş gibi bir kasabada yetişen bir kızın, anne ve babasının karşısına geçip 'Ben oyuncu olacağım,' demesi radikal bir söylem. Ailem, doktor olmamı istiyordu. Ankara Kimya'yı kazandım. Ankara'ya gittim çünkü bir hayalim vardı; ya Ankara Sanat Tiyatrosu ya da Dostlar Tiyatrosu oyuncusu olmak.
- Niye sadece bu iki tiyatro?
- Çünkü sadece bu iki tiyatro Ödemiş'e turne yapıyordu ve benim çocukluğumda izlediğim bu iki tiyatroydu. Yoksa ben tiyatro izlemedim. İzmir'e gitme olanağımız yoktu. Gördüğüm bir Genco Erkal vardı. Ankara'ya gittim, kursiyerlik sınavlarına girdim. Altan Erkekli ilk hocamdı. Rutkay Aziz, Metin Balay'la çalışmaya başladım. Okulu bıraktım. Ailemden gizli oyunculuk sınavlarına girdim, kazandım. Kimyadan kaydımı sildirdim. Aileme durumu anlattım, çok karşı çıktılar. Sonra ikna oldular ve başladım.
- İstanbul'a nasıl düştü yolunuz?
- Kız kardeşlerim hukuk okumaya başladı İstanbul'da. Onların yanına geldim. 24 yaşımdaydım. Sonra taşlar yerine oturdu.
TELEVİZYON, ATOM BOMBASI GİBİ
- Tiyatro mu, televizyon mu? - Böyle bir ayrıma inanmıyorum, ben oyuncuyum. 'Diziler tu kaka ve çok çirkindir. Dizi yaparsın, para kazanırsın; tiyatro yapar, ruhunu temizlersin,' gibi bir şey yok. Tiyatroya çamaşır makinesi muamelesi yapmanın bir âlemi yok. Tiyatrocuların dizilerde yer alması bence dizilerin kalitesini yükseltti.
- Şehir Tiyatroları'nda da iki oyununuz var...
- Evet. İki oyunda rol alıyorum, Dünyanın Ortasında Bir Yer ve Tehlikeli İlişkiler.
- Ne yoğunlukta çalışıyorsunuz?
- Bir bankamatikler, bir de biz oyuncular, 7/24 çalışıyoruz. Hem tiyatro hem dizi yapanların durumu böyle. Tiyatrodan vazgeçmem mümkün değil. Televizyonda da milyonlarca insana ulaşıyorsun. Kendini daha çok insana anlatma imkanın oluyor. Televizyon hiç de küçümsenmemesi gereken bir mecra. Hatta daha ileri gideyim, yasama, yürütme ve yargıdan sonra, dördüncü ayaktır televizyon. Çünkü her evin içine giriyorsun. Dizileri iyi kullanabilirsek, toplumu istediğimiz gibi değiştirme ve dönüştürme imkanına sahibiz. İyi ellerin elinde olursa, televizyon iyi bir şey. Biraz atom bombası gibi.
- Popüler veya tanınır olmak hoşunuza gidiyor mu?
- Bu kavramları nereye koyduğunuzla alakalı. Ben bir tiyatro okulundan mezunum. Bu okula herkes beni tanısın diye girmedim. Hiç de tanınmayabilirdim. Oyunculuk yapmayı seviyorum. Yolda birilerinin tanıyıp bir şeyler söylemesi de rahatsız etmiyor.