BİLİM , NANKÖR BİR İŞTİR
Kitapta ele aldığınız bazı toplumbilimcilerle siz aynı zamanlarda yaşadınız. Hatta bazılarıyla siyasi yelpazenin birbirine pek de yakın olmayan yerlerindeydiniz. Buna rağmen onları büyük bir tarafsızlıkla ele almaya çalıştığınız dikkatlerden kaçmıyor. Sözgelimi siyaseten farklı tercihlere sahip olduğunuz Mümtaz Turhan hakkında 'Türk Düşünce tarihinin mümtaz kişilerinden biridir' diyorsunuz.
- Mümtaz Turhan, Türkiye'nin en önemli yazar ve düşünürlerinden biridir. Hatta ben Mümtaz Turhan'ın hakkının yendiğini düşünüyorum. Müthiş önemli bir insandır. Malesef sağ kesim, sağ düşünür ve yazarlar, örneğin soldan gelen Cemil Meriç'i sahiplendikleri kadar, kendi içlerinden gelen Mümtaz Turhan'ı sahiplenmedi. Bu da onların ayıbıdır. Oysa Turhan'ın düşünceleri, katkıları en az Cemil Meriç kadar önemlidir ve mutlaka bugüne ışık tutarak şekilde irdelenmelidir.
- Yusuf Akçura'yı, Baltacıoğlu'nu, Abdullah Cevdet'i ve Behice Boran'ı da içerecek bir üçüncü cilt hazırlama konusunda umutlu olduğunuzu belirtmişsiniz. Aradan geçen zamanı da dikkate alırsak başka hangi isimleri içermesi gerekir sizce bu üçüncü cildin?
- Yeterince vakit ve yardımcı bulursam, bu isimlere ek olarak, İlhan Başgöz'ü, Cemil Meriç'i, Pertev Naili Boratav'ı, Nermin Abadan'ı, Şerif Mardin'i düşünüyorum. Ama şu anda elimde biri roman olmak üzere üç çalışma daha var. Bilmem ömrüm vefa eder mi?
- Dünyada kültürel, sosyal ve idari yapılarda çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşandı. Türkiye'ye de bunun yansımaları oldu. Bu çerçevede baktığınızda Türk toplumbiliminin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Çalışmalarını beğendiğiniz genç akademisyen ya da araştırmacılar var mı?
- Bilim esas olarak üniversitelerde yapılır. Çünkü nankör bir iştir. İnsan ancak araştırmayı, öğrenmeyi, yazmayı, öğretmeyi seviyorsa bu işi yapabilir. Bunları da en iyi sağlayacak yer üniversitelerdir. Türkiye'deki bugünkü YÖK sistemine ve üniversitelerdeki duruma bakınca pek de umutlu olamıyorum doğrusu. Elbette genel siyasal ortamın da belirleyiciliği var. Gençler arasında çok parlak, çok iyi yetişmiş, gerçekten bilim yapmak isteyen çok kişi var. Önleri kesilmezse veya daha rahat bir yaşam için bilimden, bilimsellikten sapmazlarsa, gelecekte iyi çalışmalar yapabilirler.
ZAMAN İÇERİSİNDE NEDENLER SONUCA DÖN ÜŞEBİLİR
- Kitabın girişinde Türk toplumbiliminde yöntem sorunu olduğunu söylüyorsunuz. Tam olarak nedir bu yöntem sorunu?
- Toplumsal bilimler açısından Türkiye'deki yöntem sorunu iki yönlüdür. Birinci olarak, bir takım insanlar baştan bazı siyasal, ideolojik, ekonomik, kültürel, toplumsal sonuçlar saptıyor ve sözde araştırmalarını bunlara göre yapıyorlar. Yani araştırmayı gerçekleri bulmak, sonuç elde etmek için değil, başta kabul ettikleri kendi inançlarını gerçek olarak topluma kabul ettirmek için yapıyorlar. İkinci olarak daha teknik ve iyi niyetli bir sorun var. Birinci cildin başında ben bunun üzerinde uzun uzun durdum. Bilimsel yeni bilgi elde etmenin yöntemi doğal bilimlerde de, toplumsal bilimlerde de tek ve biriciktir: Gözlem, hipotez, sınama-araştırma, genellemelere varma. Bilimsel bilgi ancak sınanabilen, yanlışlığı ya da doğruluğu yeni araştırmalarla denetlenebilen bilgidir. Bunu elde etmenin yolu da biraz önce anlattığım tümevarım yoludur.
- Bunun dışında kalanlar bilimsel değil mi?
- Geri kalanları, inanç, varsayım ve sayıltılardır. Tabii bunlar da bir araştırmanın başında biliminsanına yol gösterir, sezgilerini biçimlendirir ama gerçeklere ulaşma yöntemi daha özel ve spesifik bir çalışma gerektirir. Pek doğal olarak toplumsal bilimciler sadece gerçeklerin resmini çekmekle yetinmez, yetinemez. İşte bu nokta genel yaklaşımlar, felsefi yorumlar devreye girer. Elde edilen verileri, bilgileri, tarihsel, toplumsal, ekonomik, kültürel süreçler içinde değerlendirmek ancak bu tür genel yaklaşımların kullanılmasıyla olanaklı olur. Burada da en geçerli yaklaşım zıtların etkileşimi yaklaşımını kullanmaktır, çünkü zaman içinde toplumsal bilimlerde nedenler sonuç, sonuçlar ise neden haline dönüşebilir ve bağımlı değişkenlerin sayısı çok çok fazladır. İşte günümüzün sorunlarından bir budur: Örneğin pozitivizm ile diyalektiği aynı kulvarda karşılaştırmak doğru değildir. Pozitivizm bilgi elde etmenin yolu, diyalektik ise onu yorumlama çerçevesini veren yaklaşımdır.
- Marksizm demiyorsunuz; diyalektik diyorsunuz...
- Pozitivizmi maalesef andım, çünkü orada tarif ettiğim şey pozitivizm. Ama Marksizm değil diyalektik diyorum, çünkü o, Marksizm değil. Öncesinde de vardı, sonrasında da var. Ayrıca Marksizm dediğin zaman bir gerekircilik, bir zorunluluk, bir şema empoze ediyorsun ki ben onun bilimsel hiçbir tarafı olduğu kanısında değilim. Bir sezgidir, bir sayıltıdır, bir hipotezdir, bir tarih tezidir, evet, ama bilimsel bir bulgu asla değildir. Buna karşılık sınıfların ilişkileri, kimi zaman çatışması, kimi zaman uzlaşması, sermayenin gücü, işçi-emekçi sınıflar ve en önemlisi diyalektik, yani zıtların etkileşimi, nedenlerin ve sonuçların yer değiştirmesi, evrensel bir yöntemdir. Arada çok büyük bir fark var. Bu, Auguste Comte'un sapıtıp pozitivizmi bir din olarak savunması gibi bir şey. Marks'ın beşli şemasını gerekircilik olarak sunması da o kadar yanlış. Buna karşılık Comte'un kullandığı deneysel yöntem ne kadar doğruysa, Marx'ın da tarihe bakarken esas olarak kullandığı diyalektik yöntem o kadar doğru. Ama Marx, diyalektiği kullanarak oluşturduğu beşli şemada bilimsellikten uzaklaşıyor.