- Paris'te Gece Yarısı'nda, geçmişe ait herhangi bir dönemin bugünden daha iyi olmadığını anlatıyorsunuz. Bu dönem için ne düşünüyorsunuz?
- Korkunç bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Yaşamın kendisi üzücü, trajik ve acımasız. Şu anda da en korkunç zamanlardan birini yaşıyoruz. İnsan nesli 100 ya da 200 yıl daha varlığını sürdürür mü, emin değilim. Ama bir de geçmişe bakarsanız, diyelim ki Belle Epoque (Güzel Çağ) dönemine; o kadar da iyi değildi... İnsanlar frengi, verem oluyordu, doğumda ölen çocukların sayısı çok yüksekti. 1940'larda ise Naziler geldi. Tarihteki bütün dönemler berbattır.
- 'Zamanın geçmesi' teması filmlerinizde hep tekarlanıyor. Zaman sizin için ifade ediyor?
- Herkes için neyse, benim için de o. Zaman bizim düşmanımız. Carson McCullers zaman için 'Dünyayı yöneten ebedi aptal,' derdi. Zamanın geçmesiyle ilgili her şey çöküş ve kargaşa çağrıştırıyor. Zamandan nefret ediyorum.
- Peki ya aşk? Birçok filminizde olduğu gibi, bu filminizin de ana temalarından biri aşk.
- Hangi psikolojik nedenlerle olursa olsun, insanlar başka insanlarla bağ kurma ihtiyacı hisseder. Bu bağlar sonunda çok karmaşıklaşır, çünkü her birey karmaşıktır. O yüzden, sorunları sizin sorunlarınıza denk düşen, sizin sorunlarınızla mükemmel uyan ya da bir şekilde karşılıklı olarak birbirini tamamlayan sorunlara sahip olduğunuz birini bulabilmek için çok şanslı olmanız gerekir. Tarih boyunca, Antik Yunan'dan bu yana, tüm yazarların, Balzac'ın, Flaubert'in, Jane Austen'ın, hepsinin aşklarında sorunları oldu. Ben de aşk sorunları yaşadım. Evlilikler boşanmayla son bulur, ilişkiler biter; aşk gerçekten çok acı vericidir.
-
Filminizde fantezinin gerçeğe karşı bir sığınak olduğunu söylüyorsunuz. Kahire'nin Mor Gülü (1985) ve Alice'te (1990) de bunun üzerinde durmuştunuz. Fanteziyi gerçeğe karşı bir sığınak olarak kullanmak ne demek?
- Fantezi tek kurtuluşumuzdur. Hepimiz gerçeğe hapsolmuş durumdayız. Gerçekse Vegas gibidir. Bazen birkaç dolar kazanabilirsiniz ama asla kumarhaneyi yenemezsiniz. Tek yapabileceğiniz hayal etmektir, fantezi kurmaktır ama dikkatli olmanız gerekir, çünkü fantezinin fazlası hastalıktır.
- Peki aşk ya da diğer kişisel sorunların insanın meslek yaşamına etkisi nedir?
- Kişisel sorunlar, meslek yaşamınız açısından kanser gibidir. Bütün zamanların en iyi golfçüsü Tiger Woods'u düşünün. Çok iyi bir oyuncuydu ama sonra özel yaşamındaki o sorunlar çıktı... Özel yaşamındaki problemlerin kariyeriyle ilgisi yokmuş gibi görünüyor, ama adam şimdi topu deliğe sokmayı bile beceremiyor! Anlayamıyorum...
- Bu, yönetmen olarak 42. filminiz. Kariyerinizde sizi en fazla gururlandıran şey nedir?
- Altı ya da yedi tanesinin gerçekten iyi olduğunu söyleyebilirim. O filmleri utanç duymadan Kurosawa'ya ya da Bergman'a gösterebilirdim. Ama dürüst olmak gerekirse, hiç başyapıt çektiğimi düşünmüyorum. Sonuçta filmlerimin çoğu vasattır.
MERHAMETİ HAK ETMİYORDU "
Bin Ladin'i öldürmeleri iyi oldu. Hiç sempati duymuyorum. Bir katildi, korkunç bir adamdı. Öldürülmüş olmasından rahatsız değilim. 'Önce yargılanmalıydı,' diyebilirsiniz ama merhameti hak etmiyor, çünkü masum insanları öldürdü. Öldüğünden beri dünya daha iyi bir yer. Umarım ölümü onu sembolleştirmez. Öte yandan umarım unutulmaz; uluslararası terörün ve Afganistan'daki savaşın bitmesine faydası olur."
Barack ve Michelle Obama'yı çok severim
-
Pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
- Kurosawa, Bergman, Ozu, Dreyer gibi ustaların herhangi bir filmi kadar iyi, tek bir film bile yapamamış olmak. Bir tek başyapıt bile yaratamamış olmak. Ve sanırım artık çok geç.
- Neyin başyapıt olduğunu gösteren zamandır...
- Bu soruya cevap olarak bir hikaye anlatayım. Amerikan Yüksek Mahkemesi'nde bir yargıç varmış. Bir pornografi davasına bakarken şöyle demiş: 'Pornografinin ne olduğunu tarif edemem ama gördüğümde neyin pornografi olduğunu anlarım.' Ben de başyapıtın ne olduğunu tarif edemem ama
Rashomon'un bir şaheser olduğunu biliyorum,
Bisiklet Hırsızları'nın da...
- Fimleriniz aşk ve ölümle ilgili yansımalar içerse de, bu konulara rahat ve güleryüzlü yaklaşıyorsunuz. Kendinizi çok ciddiye almıyorsunuz galiba?
- Bu doğru. Hızlı çalışmayı seviyorum ve mükemmeliyetçi değilim. Sanırım tembelim. Biraz çalıştıktan sonra eve gidip maç seyretmeyi seviyorum. Önceliğim filmler ya da sinema değil. Hayatımda önceliği olanlar çocuklarım, karım, klarnetim ve beyzbol. Sinemanın tatsız bir şeye dönüşmesini istemiyorum. O yüzden çekimlerde kimseye bağırmam, gerilmem. Fazla karmaşık fikirlerim de yok. Aklıma Afrika'da geçen bir hikaye gelecek olsa, hemen unutmaya çalışırım. Sevdiğim bir şehirde çalışamayacaksam, hiç çalışmam daha iyi.
- Paris'te Gece Yarısı'nda Carla Bruni de var. Başka bir devlet başkanının eşiyle film çekmek ister miydiniz? Michelle Obama ile mesela...
- Hayır. Carla yıllarca modellik yaptı. Şarkıcı, besteci, gitar çalıyor ve kamerayla nasıl ilişki kuracağını çok iyi biliyor. Michelle Obama bir avukat, şov dünyasıyla hiç ilgisi olmamış. Yeri gelmişken söyleyeyim: Onu ve eşini çok severim.
- Başkan olduğundan beri Barack Obama hakkındaki fikriniz değişmedi mi peki?
- Hayır, değişmedi. Harika bir başkan, iyi bir rol modeli, düzgün ve akıllı bir adam. Yeniden seçilmeyi hak ediyor. Beyaz Saray'a girdiğinde ülkem çok zor ve üzücü bir haldeydi. O, Bush yönetiminin bütün hatalarını ve bu hataların sebep olduğu korkunç şeyleri düzeltmek için elinden geleni en ağırbaşlı biçimde yaptı. Yönetimde Cumhuriyetçiler olsaydı, neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Kabus olurdu.
-
Film çekerken aileniz sizinle dünyayı dolaşıyor...
- Otellere, barlarına, havuzlarına bayılıyorlar. Karım seyahati çok seviyor. Bense beyzbolu ve basketbolu özlüyorum.