Konfeksiyon
atölyelerinde başlayan, Basmane pavyonlarında süren, İstanbul gazinolarında parlayan, bazen yiten, bazen çıkan ama hep kalan bir hayatın sahibi o. Ortaokul 2. sınıftan ayrılıp, ütü yaparak, dikiş dikerek biten çocukluğunu her zaman yanı başında bir arkadaş olarak tuttu. Belki de o yüzden 'deli' dediler ona. Öyle ki her zaman bindiği taksi durağındaki şoför bile gazetecilere "Çatlaktır ama içinde hiç kötülük yoktur," diyecek kadar iyi tanıyabildi onu. Evet deli doluydu ama eski günlerine sahip çıkan bir hakikat severdi aynı zamanda. O yıllarını özlediğini söylerken, "Nasıl özlemem annem-babam vardı o zaman, şimdi yok," demesi çocukluk saflığından başka neye yorumlanabilirdi ki? 17 yılda ailesinin Yadigar'lığından çıkıp tüm Türkiye'nin Yıldız'ı olmaya doğru yürürken, yaşadığı ülkenin çalkantılı hallerini hayatının senaryosu haline de getirdi. İzlediğimiz bazen bir Yeşilçam melodramıydı, bazen bir Zeki Demirkubuz filmi. Hem de en değme pavyon hikayeleri ve en dramatik arka sokak fonlarıyla. Çenesindeki beni, kavruk esmerliği ve yanık sesiyse onun hiçbir zaman bu filmin başrolünde ol(a)mayacağının işaretiydi. Ağrılı bir baba ile Tuncelili bir annenin, İzmir'de doğan altıncı ve en küçük çocuğuyken, kızına adını verecek kadar hayranlık duyduğu bir starla yolları bir pavyonda kesişti Yıldız Tilbe'nin. O yıldız Sezen Aksu'ydu. Onunla başladı İstanbul yılları. Üç yıl sonra
Delikanlım'la artık bütün Türkiye'nin tanıdığı bir isimdi.
TAŞRALI BİR İMLA
Yaşam öyküsü enteresandı, varoştan gelip, bir stara vokalistlik yapmış ve bir şekilde 'yırtmış'tı. Ama öyle bir 'yırtmış'lıktı ki bu, yazları Kuşadası sahilinde ablasını kuma gömüyor, o sırada bağıra çağıra
Delikanlım'ı söylüyordu. Yıldırım Türker'in tabiriyle Sezen Aksu'nun ancak 40'ından sonra cesaret edebildiği çıplaklıkla şarkı söylüyordu. Aşkı en tutkulu şekilde anlatıyordu. Üstelik bencil de değildi, Tarkan'a en güzel şarkısını veriyor ve sarhoş edici sözler yazıyordu. "Her soluğunda baştan ayağa çek beni içine, orda kalayım," diyordu. Tutkulu olduğu kadar kabadayıydı, eee ne de olsa taşralıydı. Bir kusurmuşcasına sorulan "Kürt müsünüz?" sorusuna verdiği "Zoruna mı gitti?" yanıtı ne çok ötekinin yüreğine su serpmişti. Ama medya peşindeydi. Derken bir uyuşturucu baskınında iki polisin arasında götürülürken gördük onu. Bir gram esrarla yakalanmıştı. İfadesi alınmak üzere karakola götürüldüğü sırada uzatılan mikrofonlara çığlık çığlığa yine
Delikanlım'ı söylüyor ve kendisine uzatılan mikrofonlara "Adam öldürdüm adam," diye haykırıyordu. Taşradan kurtuluş yoktu, taşra kaptırdığını geri almasını bilirdi, hem de en acı intikamla. Şair Haydar Ergülen onu ufacık bırakan baskın anını "Taşralıysanız, bilirsiniz, tutunmak yoktur, en çok tutundum dediğiniz yerde aşağıya kayarsınız," diye betimliyordu. Taşradan ne kadar kaçılırsa kaçılsın yine taşraya varılırdı, çünkü taşra bir lehçe değil, dil düzelse bile bir imlaydı. Belli ki o da Ergülen gibi taşralılığının farkındaydı, öyle ki her şarkıyı-türküyü 'kahır mektubu' gibi okuyordu ve bazen kendisini dinlemeye tahammül edemediğini söylüyordu: "Sesimi duyduğum zaman acı duyuyorum, bana hep acıyı hatırlatıyor." Sonra bir türkü albümü yaptı Yıldız Tilbe aslına ve taşralılığına selam verircesine. Hayatında ne kadar acı varsa yüklemiş gibi söylüyordu onca yıllık türküleri. Durup dururken yaptığı tuhaf danslarda nasıl 'deli gibi' kendisiyse, türkülerini söylerken de kendisiydi.
DOPDOLU KELİMELERİN KADINI
Karşındakinin iyi niyetine ikna olmuşsa her soruya cevap verebilecek kadar temiz kalpli, sözünün nereye gideceğini düşünmeyecek kadar sakınmasızdı. Öyle olmasa yıllar önce ölmüş Uzay Heparı için 'sincap gibi tatlı' diyebilir miydi o kadar içten? Ve yamukluğuyla oldum olası dalga geçilen ağzını büzmeyi beceremeyip onunla birlikte olduğunu söyleyebilir miydi? Yıllar önce verdiği "Zoruna mı gitti?" cevabından sonra da, damarına basıldığında açtı ağzını yumdu gözünü. Katıldığı bir televizyon programında, programcının önce "Başbakan olsan ne yapardın?" deyip, sonra "Yıldız siyasete girmeyelim korkuyorum ben," uyarılarına rağmen "Madem sordun dinleyeceksin," deyip alacaktı sazı eline: "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes kardeştir, ister Türk, ister Kürt, ister Laz..." Sözlerini alkışlayanlaraysa tepkisi Yıldız'caydı: "Durun alkışlamayın. Diyorum ki açığı da bizimdir, kapalısı da, Hıristiyanı da. Açığın günahını kapalı yüklenemez, kapalının sevabını da açık alamaz. Bak kapalı kızlarımız, açık kızlarımız ne güzeller. Güzel kalalım, değil mi ya?" Hayatının sırrı da burada değil miydi zaten, güzel kalmakta? O yüzden geçenlerde bir muhabire söylediği 'o...u' sözcüğü için mahkemeye verilse bile, muhabirden değil, güzel bulduğu o sözcükten özür dileyecek kadar değer verdi hep söze. Zaten ilk vukuatı da değildi, seviyordu argoyu, küfrü ve Allah var şimdiye kadar hep hakkını vererek kullandı.
Aşk-ı Memnu'nun reyting rekorları kırdığı dönemde "O dizide çok o...uluk dönüyor," demesi hâlâ aklımızın gülümseten köşelerinde bir yerde.
SÖZE, SÖZCÜĞE HEP KIYMET VERDİ
Pek çok şarkı sözünün birer atasözü gibi kültleşmesi de sözün hakkını vermesinden değil miydi? "Nasıl olsa her şey satıyor diye müziği boşluyorlar," diyordu: "Bütün kelimelerin içi boş. Halbuki insan akıl yoluyla söylerse akıla ulaşır, kalp yoluyla söylerse kalplere." Söze, yazıya verdiği değer yüzünden bir gece yarısı, gece kitap hizmeti veren bir kitapçının kapısında belirmişti. Paraya sıkıştığını öğrendiği kitapçıdan apar topar 200 kitap satın alıp, geldiği gibi gitmişti o söz mekanından. Kendisiyle söyleşi yapan magazin muhabirinin onu ille de deli gibi göstermek için önündeki
Akıllı Deliler kitabını bahane etmesine göz yumarken verdiği yanıt anlayanaydı: "Ebu'l Kasım en- Neysaburi'nin eseri, okuyanın anlayacağı dilden bir kitap." Bir fıkıh ustası ve hafız olan Neysaburi'nin o meşhur sözleri gerçekten ancak anlayanın hakkıydı: "Sana kendimle deli olmam yok olmaktır. Seninle deli olmam, hayatta kalmaktır. Deliliğin benden ve senden uzaklaşması, yorgunluk, bitkinliktir. Sen bütün hallerde bizden daha üstünsün." Her albümünün çıkışında promosyon amacıyla magazin programlarının gözdesi de olsa, Türkiye'de klibini sadece internete koyan ilk popüler isimdi. Müzik dinlemenin daha ucuz olması gerektiğine hep inandı. "Ben de 350-400 milyon para alsam müziği internetten indiririm," demekten çekinmedi. Yıldız Tilbe, kırık tebessümü, hüzünlü bakışlarıyla, "Hafife alma, aşk vurur insana," diye haykırdığı günden beri hayatımızda. Hem de kendi hayatının iniş-çıkışlarının bütün yansımalarıyla. Geçtiğimiz günlerde 15. albümü
Oynama'yı piyasaya süren Tilbe, inşallah kendi dilediği gibi 60-70 yaşlarına kadar o en taşralı sesiyle yakınımızda bir yerlerde olur.