-Tasavvuf, Doğu-Batı sentezini bu popülarite adına kullandığınız da söylendi...
- Tasavvuf, daha ilk romanım Pinhan'dan beri var. Pinhan'ı 24 yaşında yazdım. Benim romanlarımda hep ikilemler sorgulanır; Doğu-Batı, sıla-gurbet, gitmek-kalmak, aşk ve aşksızlık... Birden fazla kitabımı okuyan herkes, bunu fark eder. Bu kitapta da tasavvufun izdüşümleri Yunus ve Zişan karakterlerinde kendini gösteriyor.
"Söyleşi yaptıklarıma iPad dağıtmışım"
- İnci Gibi Dişler romanından intihal yaptığınız iddia edilen Zadie Smith'i okur musunuz?
- Seneler evvel, ilk çıktığında severek okudum. Ama bir daha okumadım.
- Bu iddiaları duyunca, kitabı açıp bir daha bakmadınız mı?
- Hiç açıp bakmadım. 'Orada da camdan bakınca ayak görünüyor, burada da,' diyorlar. İnsaf! Bu tartışmaları ciddiye de almıyorum. Ciddiye alınacak bir tarafı olduğunu da düşünmüyorum. Bu benim sekizinci romanım, 11'inci kitabım. Dün başlamadım yazmaya. Bu benim alın terim, hayal gücüm. Türkiye'de iftira atmak, çamur atmak, insanların emeğini hiçe saymak bu kadar da kolay olmamalı.
- Zadie Smith bu söylentilerini duyunca size 'İddiaları saçma ve gülünç buluyorum. Bu zehirli insanların seni etkilemesine izin verme' diye bir mektup göndermiş. İnternetten mail mi attı?
- Evet, bana yazdı, ardından ajansımla temas kurdu, onlara da aynı şeyleri söyledi. Hanif Kureishi'den almış e-mail adresimi.
- Tanışıyor muydunuz?
- Hayır. Maili alınca çok duygulandım. Gayet özenle yazılmış, çok güçlü bir email. Ben de kendisine aynı şekilde saygılı, sevecen yanıt verdim. Şimdi de Zadie Smith'in kitaplarının çalıntı olduğunu söylemeye başladılar.
- Bu eleştiriler sizi kaçıp gitme noktasına getiriyor mu?
- Şu 10 gün içinde yapılan eleştirilere bir bakıyorum, benimle söyleşi yapanlara iPad dağıttığımı söylediler, 'Kitabın yanında promosyon veriyorlar, onun için bu kadar çok satıyor,' dediler. Hiçbir aslı astarı olmayan, roman eleştirisinden tamamen uzak bir sürü laf. Ama bunu Türkiye'nin her yerinde konuşulan bir şey zannetmeyelim. Ben çok az sayıda insanın bu söylentileri çıkardığını düşünüyorum. Okur bambaşka bir yerde.
- Güzel, sarışın ve canının istediği gibi yaşayabilen bir kadın yazar olmak bile birileri için rahatsız edici olabiliyor mu Türkiye'de?
- Türkiye'de genç ve kadın yazar olmak daha zor. Ben artık gençlikten yırttım (gülerek), ama çok uzun yıllar öyle hitap ettiler. Kadın yazara yöneltilen eleştirilerin dili daha haşin, küçümseyici olabiliyor. Sadece kadın yazara da değil, gazeteciye, sanatçıya, spikere, akademisyene, entelektüele...
- İngiltere'ye dönecek misiniz?
- Evet, zaman zaman gitmek istiyorum. İstanbul'u hem çok seviyorum, çok özlüyorum, bazen de çok bunalıyorum, bir gidesim geliyor. Benim duygusal bir sarkacım var, bu sarkaç beni dengeliyor. Yoksa kendimi çok dengeleyemiyorum. Gitmek, dönmek, tekrar gitmek bana daha iyi geliyor.
Kapaktaki ben değilim bence, İskender de değil
- Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığında protesto imzaları toplandı, Yaşar Kemal'in söyleşi yapamadığını yazanlar oldu. Çekememezlik genlerimize işlemiş olabilir mi?
- Yazarlarımızı didiklemeyi seviyoruz. Ama okur bambaşka bir yerde. Kitabı seviyorsa sahipleniyor, annesine, kocasına okutuyor. Sevmiyorsa da 30 sayfa okuyor ve bırakıyor. Türkiye'de çok duygusal ve candan bir okur olduğunu düşünüyorum. Yazarı sevdiği zaman onunla yolculuk yapmaya devam ediyor. Yazara güveniyor.
- Romandaki cinayeti gerçek bir olaydan mı kurguladınız?
- Hayır. Ama kadına yönelik şiddet hadiseleri var. Hem kıta Avrupası'nda hem de İngiltere'de. Maalesef yaşanmış olaylar var. Ama anlattığım Toprak ailesi, Pembe, İskender, Esma, Yunus'un herbiri tamamen hayal ürünü.
- Romanın kapağına erkek gibi bir fotoğraf çektirmenizin nedenini anlaşılmaz bulup, eleştirenler, hatta kapak çekimleri olduğunu iddia edenler oldu. Niye böyle bir kapak seçtiniz?
- Fikrin ham hali benden çıktı. Bir buçuk yıl boyunca her Allah'ın günü 'İskender olmak nasıl bir şey?' diye kafamdan geçirerek yazdım. Yazarken de İskenderleştim. Sevgili Uğurcan Ataoğlu, Pemra Ataç ve yayınevinden arkadaşlarıma da bunu söyledim. Kapak, tamamen romanın içinden çıktı. Romana sonradan monte edilmiş değil. Kapağı daha iyi anlayabilmek için hikayeyi bilmek lazım.
- Yine de kapağa ısınamayıp, bunun için henüz okumak istemeyenler var galiba...
- Ben zannetmiyorum. 'İlk başta şaşırmıştım ama okuyunca ne dediğinizi anlıyorum,' diyen çok okur oldu. Bence kapaktaki ben değilim zaten. Bence İskender de değil. O kapak, kendimi başkasının yerine koyabilmenin resmi. 'Okurun hayal gücüne müdahale,' diyenler de var. 450 sayfalık bir romandan bahsediyoruz. Onlarca karakter, onlarca alt tema var. Bir tek resimle müdahale olmaz. Tam tersine, gelin düşünce kalıplarımızı açalım, daha güçlü biçimde hayal edelim, diyen bir kapak. Ben kapağı çok seviyorum.
- Kitaplarla geçinebilecek parayı kazanabiliyor musunuz?
- Yaklaşık 14 yıl başka işlerle geçindim. Üniversitede ders verdim, gazete yazıları yazdım. Ancak son birkaç yıldır yazdıklarımla geçinebilmem mümkün olabildi. 'Yazarlar geçiniyorsa, ne kadar kötü bir şey,' diye konuşmak yerine, keşke çok daha fazla sayıda yazar, yazdıklarıyla geçimini sağlayabilse, yazıya daha çok vakit ayırabilse... Keşke çok daha fazla çevirmen, editör daha fazla kazanabilse... 'Bir roman çok satıyorsa o yozdur,' diye bir anlayış var. Bu halkı küçümsemek. Ben halkı küçümsemem.