Ülkücüler Yeşilçam'la barışıyor. Nazif Tunç'un yönettiği Yusufiye ve Zeynel Korkmaz'ın yönettiği Bozkurtlar-Deli Sevda filmlerinin çekimleri tamamlanmak üzere. Ülkücülerin 12 Eylül'den önceki hikayelerini ve tarihlerini 30 yıl sonra beyazperdeye aktarmayı amaçlayan iki proje, bir tür yüzleşme. Solun 12 Eylül'le yıllar önce yaptığı yüzleşmeyi henüz yapmaya karar veren ülkücü sinemacılar, bu yüzleşmeyi nasıl yapacak, filmleri izlediğimizde göreceğiz. Ama görünen o ki, herkesin bir resmi tarihi var. Çünkü gariptir ki, kamuoyunun birçok katliamın sanığı olarak tandığı ülkücüler bir kesimin zihninde hâlâ yiğit, hâlâ kahraman ve garip bir şekilde masum.
NAZİF TUNÇ:
Bir
cezaevi filmi olan
Yusufiye'nin yönetmeni Nazif Tunç, daha çok muhafazakar kanallara çektiği dizilerle tanınan bir yönetmen. Tunç, filminin adının
Yusufiye olmasını Hz. Yusuf menkıbelerine dayanarak açıklıyor ve ülkücülerin 12 Eylül'de hapishanelere 'Yusufiye' dediğini anlatıyor. Kendisi de eski bir ülkücü olan Tunç, arkadaşlarının hapishaneleri bir tür 'olgunlaşma ve erme' yeri olarak gördüklerini söylüyor ve filminin konusu olan ülkücüleri 'sert duruşlarıyla destanlar yazan yiğitler' olarak niteliyor. Şimdiye kadar ülkücüleri anlatan bir film yapılmamasının kendisini vicdanen rahatsız ettiğini söyleyen Tunç, "Başımız eğikti," diyor ve devam ediyor:
TİPLEMELER YANLIŞ
"Toplum yakın tarihini sorguluyor. Biz daha çok askerle, polisle, işkencecilerle kesişen bir insani drama yapıyoruz.
Yusufiye ülkücü-devrimci çatışmasını değil, 12 Eylül'ün ülkücülere verdiği zararı anlatmaya çalışan bir film. Yönetmenlerimiz toplumun çektiklerini aynı dille beyazperdeye aktaramıyorlar. Başka bir dilden konuşuyorlar. Türk kültürüyle ilişkileri ve beslenme imkânları zayıf.
Recep İvedik, Keloğlan masallarının bütün formüllerini kullandığı için 4.5 milyon seyirciye ulaşabiliyor."
İLHAM KAYNAĞIMIZ SELÇUK DURACIK
"Bu film asılan dokuz ülkücü şehide, dokuz ışığa adanacak: Selçuk Duracık, Halil Esendağ, Mustafa Pehlivanoğlu, Cengiz Paktemur, Ali Bülent Orkan, Cevdet Karakuş, Fikri Arıkan, Ahmet Kesre ve İsmet Şahin. Zaten filmin öyküsünün önemli bir kısmı bir işçi olan Selçuk Duracık'ın hayatından esinlenerek oluşturuldu. Bugün olsa o çocukların birçoğu ifade verip serbest kalır. Bu film 3 bin ülkücüye gecikmiş bir ağıttır. Bu dokuz ışığımızın öyküsünden yararlanarak Süleyman isminde bir karakter yararttık. Filmin sonunda işkence ediliyor, şehit ediliyor.
Yusufiye'yi bu yılın 12 Eylülü'nde seyirciyle buluşturmak istiyoruz. Filmin yoğun sahneleri 1980'li yıllarda İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde geçtiği için işimiz hayli zor. İnsanların kıyafetleriyle, araçların modelleriyle, her dükkanın tabelasıyla, uydu antenleri ve doğalgaz boruları ile uğraşarak bu film çekilmez. Bu dokuya en uygun yerin Edirne olduğuna karar verdik. Edirne Kapalı Cezaevi'nin boşaltılmış olması da orada çalışmamızı kolaylaştıracak. Filmde ünlü yüzlere yer vermeyi düşünmüyorum. Süleyman yaşayışıyla, duruşuyla, inancıyla yiğitlerimize yakışan biri olmalı. Ülkücüler bugüne kadar sinema perdesinde yoktu. Yönetmenleriyle ve oyuncularıyla söyleyecek sözü olan yeni bir ülkücü sinema kuşağı birleşsin istiyorum."
ORUÇ TUTUP, NAMAZ KILIP İDAMA GİTTİLER
"Süleyman ölümüne yaklaşırken 40 gün bir şey yemiyor, oruç tutuyor. Diyorlar ki; 'Bir şeyler ye yoksa dayanamayacaksın'. O da; 'Asıldığımda bağırsaklarımdan kötü bir şey çıkmasın, Allah'ın huzuruna temiz çıkayım diye bir şey yemiyorum,' diyor." Ve bu ayrıntıların hepsi gerçek, hepsi yaşandı. Dokuz yiğidin öykülerini araştırın hepsi bu kadar parlaktır.
Yusufiye'nin afişinde arkadaşını karda, tipide omuzlamış son yolculuğuna götüren ülkücüler var. Bu yürüyüş o yiğitlerin sevilmeyi hak ettiklerinin kanıtıdır."