Bir gencin okul, aile hayatı, arkadaşlarına dair esprili yaklaşımını gördüğümüz günlüğü, âşık olduğu Beatrice'nin lösemi olması ve hayallerine inanmasını ağlayan öğretmeni Hayalperest'in hayatına girmesiyle birdenbire değişiyor, duygusal bir tona bürünüyor. Dünyaya renklerle bakan Leo'nun yazdıklarını okuduktan sonra ise, beyaza daha önceki gibi bakamayacağımız kesin.
- Süt Gibi Beyaz Kan Gibi Kırmızı ilk romanınız. Sizi bu romanı yazmaya iten ne oldu?
- Yazı da her şey gibi bir güzellikle karşılaşmakla başlar. Güzellik ansızın saydamlaşan, anlam yüklü bir gerçeklik parçasıdır. Ben bu güzelliği bir yıl kadar önce lösemiden kaybettiği kız arkadaşını anlatan 15 yaşındaki bir gencin yüzünde gördüm. Dönüşen o yüz, bende o bakışın arkasında saklanan yüreği anlatmaya yol açan dürtüyü oluşturdu.
- Kitap İtalya'da 400 bin sattı ve başka dillere çevrildiğini biliyorum. Kitap şu an kaç dilde okunuyor?
- Kitabım Almanya, Fransa, Hollanda, Brezilya, Bulgaristan, İspanya, Hırvatistan, Yunanistan, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovenya, Arnavutluk, Litvanya, Macaristan ve Çin'de yayımlandı.
- İkinci romanınız da büyük ilgi gördü. Başka ülkelerdeki hayranlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Bu ilgiyi bekliyor muydunuz?
- Kitabımın kazandığı ilgi, başıma gelenler bir rüya gibi. Bunu hiç beklemiyordum. Ben sadece beni yaralayan o güzelliğe uygun sözcükleri bulabilmeye uğraşıyorum. O sözcükleri kendime söylemem gerekiyor, o sözcüklere gereksinme duyan benim. Yazarken sadece daha çok sevebilmeyi arzuluyorum. Çok mektup alıyorum ve farklı kültürlerden insanların ortak noktalarda buluşabilmelerini keşfetmek harika oluyor. Sanırım bu insanın yüreğine ulaştığınız zaman oluyor.
-
Roman aslında başkahramanı Leo'nun yazdığı günlük. Leo, tembel, yer yer küfürbaz ve öğretmenleriyle dalga geçen esprili biri. Siz de bir edebiyat öğretmenisiniz, böyle bir karakter seçmenizi ilginç buluyorum. Bu konuda ne dersiniz?
- Ben de öğretmenim ve her gün Leo misali kırılganlıklarını, sorularını bir güven ve gözü peklik perdesi ardına saklamaya çalışan çocuklarla çalışıyorum. Her gün gördüğüm şeyleri anlatmak istedim. Romanın anlatım stratejisi Leo'ya yaşına denk düşmeyebilecek ifadeler yüklemiş olmamdan kaynaklanıyor; denk düşmeyebilir ama bunlar Leo'nun yaşamını kolaylaştıracak ifadelerdi. Bir ergenin zihninde ve yüreğinde erişkin olmaya yarayan her şey vardır ama bu içsel malzemeyi deneyimleyebileceği ya da bu kaynağı kullanabileceği hayat henüz karşısına çıkmamıştır. Bütün ergenlerin yüreği Leo'unkine benzer ama onlar onu seslendirmeyi beceremezler. Benim kalkıştığım şey bu yüreğe sözcükler sunmak, bu çok hassas ve büyülü dönemle mümkün olan en iyi şekilde yüzleşebilmesi için onu cesaretlendirmeye çalışmaktı. Romanda genellikle Leo'nun içten içe algıladığı bir Leo anlatılıyor; hâlâ çocukluğun sıcak büyüsüne fazlasıyla bağlı olsa bile, daha olgun, daha güçlü ama içine kapanan ve gerçek hayatla yüzleşmeyi başaramayan bir Leo dile getiriliyor.
- Roman 'Her şey bir renktir,' cümlesiyle başlıyor. Romanın en önemli konusu, renkler. Renkler sembolleştiriliyor. Ve sanırım ilk kez bir eserde kötülüğün simgesi beyaz oluyor.
- Kitapta beyaz ve kırmızı öykünün varış noktasıdır; oyun ya da anlatım stratejisi değil, öykünün içinden kaynaklanan bir buluştur. Roman yazmayı su bulmak amacıyla bir kuyu kazmaya benzettim: Su önce toprağa, kuma karışmıştı, sonra canlı kayaya, duru kaynağa, gerçek esine vardım; bunun üzerine de anlatımı oluşturdum: O kaya renklerdi, bir ergenin gözüyle görülen renkler. Aşkın, savaşın kırmızısı; kaybın, korkunun beyazı öyle iki arketip oluşturdular ki hem anlatımın özünü oluşturdular hem de bütün okurlar için evrensel birer simgeydiler. Bu iki renge farklı iki vizyon verebilseydim bile esin perime saygı duyardım.
- Romanda sık sık edebiyat eserlerine gönderme yapılıyor. Kitap, İtalo Calvino'nun yazdığı İtalyan Masalları'ndan bir alıntıyla başlıyor ve romanın adını buradan aldığını anlıyoruz. Leo'nun aşkı Beatrice, Dante'yi; Hayalperest adlı idealist öğretmen Ölü Ozanlar Derneği'ni hatırlatıyor; bu romanların ismi de kitapta geçiyor zaten. Peki siz hangi yazarlanrı okuyorsunuz?
- Dante, Shakespeare, Dostoyevski, Potok, McCarthy, Grossman.
-
Her yazarın ilk eserinde kendini bir kahramanla özdeşleştirdiği söylenir. Ben sizin Hayalperest'te hayat bulduğunuzu düşündüm. Siz ne dersiniz?
- Hayalperest öğretimde olmasını arzu ettiğim yöntemi uyguluyor. Onun gibi başarılı değilim. O benim için de bir model oluşturuyor.
- Süt Gibi Beyaz Kan Gibi Kırmızı'nın filme çekileceği haberini okudum. Doğru mu?
- Senaryoyu bir senaristle birlikte yazdım ve öykü daha da zenginleşti. Çekimler henüz başlamadı; birkaç güne kadar başlayacak. Bu da benim bir başka hayalimin gerçekleşmesi olacak!
ORHAN PAMUK'UN KİTAPLARINI OKUDUM
- Bu aralar neler yapıyorsunuz; yeni bir kitap hazırlığı var mı?
- Her gün yazıyorum. İki farklı kitap üzerinde çalışıyorum: 30 yaşlarında iki kişinin arasında yaşanan sevda öyküsü ve memleketim Sicilya'da geçen bir öykü. Onu yazarken kendimi evimde, yuvamda hissediyorum.
- Türk okuru sizinle ilk kez bu kitapla tanışıyor. Onlara ne söylemek istersiniz? Türk edebiyatı hakkında bilginiz var mı?
- Şimdi ben Türk okurunun bana bir şeyler söylemesini bekliyorum. Okurlarıma söyleyeceklerimi kitaplarımda söyledim. Bu benim Türk yazınını daha iyi tanımam için iyi bir fırsat olacak. Şimdilik sadece Orhan Pamuk'un kitaplarını okudum.
- Türkiye'ye gelmeyi düşünüyor musunuz?
- Kitabımın tanıtımı için Türkiye'ye davet edilmeyi dört gözle bekliyorum. Türkiye'ye hiç gitmedim ve umarım kitabım bana bu armağanı da verir.
SÜT GİBİ BEYAZ KAN GİBİ KIRMIZI
Alessandro D'Avenia Çeviren: Eren Yücesan Cendey Turkuvaz Kitap Roman, 203 s., 16 TL