30'uncu padişah II. Mahmut, Osmanlı'nın çalkantılı bir döneminde tahta geçti (20 Temmuz 1808) ve ömrünün sonuna kadar (1 Temmuz 1839) rahat yüzü görmedi: Balkanlar'da Sırp ve Yunan isyanları, Rus-İngiliz-Fransız donanmalarının Navarin'de Osmanlı donanmasını yok etmeleri, Rus savaş(lar)ı, yeniçeri isyanları, Tepedelenli Ali Paşa isyanı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ordusunun neredeyse İstanbul kapısına dayanması...
II. Mahmut onca savaşa, isyana, krize rağmen, devleti kurtaran padişah oldu: Osmanlı'nın kurtuluşunun reformlardan geçtiğini anladı ve yaşam biçiminden eğitime kadar toplumu derinden etkileyen değişimlere öncülük etti.
II. Mahmut sadece devleti değil, hanedanı da kurtaran padişah oldu: Ağabeyi, 29'uncu padişah IV. Mustafa'nın sadece bir kızı (Emine Sultan) vardı. Amcası, 28'inci padişah III. Selim kısırdı.
II. Mahmut'un ise 18 eşi ve/ veya cariyesinden 22 oğlu ve 22 kızı oldu. Oğullarından 20'si 0-4 yaş arasında öldü. Hayata tutunmayı başaran ikisi sırayla tahta çıktı: I. Abdülmecit ve Abdülaziz. Onların çocuklarından dördü de hanedanı Osmanlı'nın çöküşüne kadar taşıdı: V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat, VI. Mehmet Vahideddin.
II. Mahmut'un 22 kızından 18'i 0-3 yaş arasında öldü. Biri (Fatma Sultan) 15'inde, biri (Hatice Sultan) 17'sinde, biri (Mihrimah Sultan) 26'sında hayata veda etti. Sadece biri, Adile Sultan uzun ömürlü oldu: 1826-1899. Yani, 73 yıl yaşadı. Ama ne trajik bir hayattı onunki de: 4 çocuğunun 4'ünün de ve eşi Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa'nın da ölümünün sonsuz acılarını tattı.
İki padişah biraderi de Adile Sultan'ı el üstünde tuttular. Sultan Abdülaziz ona Üsküdar'da bir kasr hediye etti. Sultan Abdülmecit ise Kandilli'de Kaptan-ı Derya Halil Rıfat Paşa'ya ait sarayı 25 bin altına satın alıp ona bağışladı. Sonra Abdülaziz bu sarayı Sarkis Balyan'a restore ettirdi, sırf kardeşi Adile Sultan rahat bir hayat sürsün diye...
***
İşte güneşli bir pazar günü Adile Sultan'ın adını taşıyan bu sarayda (Not: Sosyal tesislerini 1927'den bu yana İstanbul'un en gözde mekanlarından olan Borsa Restaurant işletiyor) öğle yemeği için bir araya geldik. Kimler? Sayayım.
Başbakan Erdoğan, kurmayları (Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, danışmanlar Yalçın Akdoğan, Şenol Kazancı, Yiğit Bulut, Mustafa Varank, Aydın Ünal, Ertan Aydın) ve toplam 24 gazeteci.
"U" şeklinde düzenlenmiş masalarda önceden belirlenmiş yerlerimize oturduk. Başbakan Erdoğan, "Önce bir şeyler yiyelim, sonra sohbet ederiz" dedi.
Mönü: Bir küçücük dilim peynirli pide, bir küçük dilim kıymalı pide, küp şeker büyüklüğünde tereyağ, tatlı kaşığı kadar peynir, brokoli çorbası, zeytinyağı tabağı (bir adet yaprak sarma, iki minik enginar, bir küçük imambayıldı), ot salatası, kuzu tandır ve tatlı tabağı (bir parça tuzsuz peynir tatlısı ki biz Egeliler ona "Höşmerim" deriz ve bir Kemalpaşa tatlısı).
Benim için önemli not: Ödün vermez bir vejateryen olarak elbette kıymalı pide ve kuzu tandırı "Pas" geçtim.
SEÇİM SONUÇLARI YORUMU
Çatal-kaşıkları bırakıp çaylarımızı yudumlarken Erdoğan sohbeti başlattı. Önce yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi. "İyi sonuçlandı" dedi, "Tabii daha iyi olabilirdi" diye ekledi, tabloyu şöyle özetledi:
"Türkiye genelinde toplam 1394 belediyenin 821'ini biz kazandık. Bu yüzde 59'a tekabül ediyor.
919 ilçe belediyesinden 560'ı AK Parti'de. Bu da yüzde 61 ediyor.
394 belde belediyesinden 213'ü bizde. Yüzde 54'e denk düşüyor.
30 büyükşehir belediyesinden 18'i AK Parti'de. Bu da yüzde 60 ediyor.
51 il merkezinden 32'sini kazandık. Bu da aşağı-yukarı yüzde 63'e denk geliyor."
Kendisini en çok mutlu eden sonuçlardan birkaç örnek verdi: "Ordu. Sakarya. Kocaeli, Tokat, Bayburt, Düzce, Kilis, Gümüşhane... Buraları tüm ilçeleriyle birlikte aldık.
Antalya'yı geri aldık. Artvin'i bir ilçe dışında tümüyle kazandık.
Tabii sıfır çektiğimiz yer de var: Tekirdağ..." "Bu tablo" dedi Erdoğan, "2015 genel seçimlerinde de iyi bir sonuç alacağımızı gösteriyor..." Ekledi: "Çünkü Türkiye nüfusunun yüzde 71'i AK Parti'nin yönetimindeki belediyelerde yaşıyor... İşte böyle de bir taban oluştu..."
***
Ama ondan önce cumhurbaşkanlığı seçimi var. Erdoğan o konuda ne düşünüyor?
Cevap: "Cumhurbaşkanı'nı ilk kez halk seçecek. Bu bakımdan önemli. Anayasa, Cumhurbaşkanı'nı yürütmenin başı olarak görüyor. Bu seçimden sonra sorumluluklar daha da farklı olacak. Protokol cumhurbaşkanı değil, terleyen, koşan, koşturan cumhurbaşkanı... Son zamanlarda muhalefet saflarından 'Sivil Cumhurbaşkanı seçilmeli' gibi ifadeler yükselmeye başladı. Ne demek 'Sivil Cumhurbaşkanı'? Partilerin adayları sivil değil mi? Ama meramları başka. Onlar 'Sivil' derken Ahmet Necdet Sezer emsalini kastediyorlar. Çünkü onların gözünde rahmetli Turgut Özal da, hatta Süleyman Demirel de sivil değil."
... Ve Başbakan Erdoğan yumuşak bir geçişle peş peşe mesajlarını sıralamaya başladı:
Seçim sonuçları İslam dünyasında da umutların yeniden yeşermesini sağladı. Gelen mesajlar öyle. Biliyorsunuz, başta Mısır ve Suriye olmak üzere İslam ülkelerinde bir umutsuzluk rüzgârı esmeye başlamıştı.
30 Mart'ta oluşan ittifaka rağmen, halkın sağduyusu sayesinde farklı bir tablo ortaya çıktı.
Ama kirli işbirliği, kara kampanya bundan sonra da sürecek. Elbette tedbirlerimizi alacağız.
Bizim 'Ubudiyetimiz' (Not: Kulluk) Kur'an'a dayanır. Biz Allah'a ve Resul'üne itaatten başkasını bilmeyiz. Bir kula kulluk etmeye kalkışmak, bize ters gelir. Pensilvanya, şu, bu... Allah korusun.
'DAHA DA KAÇACAKLAR...'
Miraç, rüyalar, Peygamber'i kamyonete bindirmeye kalkışmalar, saçmasapan şeyler... Bir şeyler yapmak zorundayız. Çünkü ümmet parçalanıyor, aileler dağılıyor. 'şunu yapmazsan boşarım' noktasına gelen aileler var. 'Ben bir anda kesip atamam' diyen hanımlar var. Behey hanım, senin beynin, aklın, idrakin yok mu?
Bu komplolar 17 Aralık'ta başlamadı. Onun öncesinde Gezi eylemleri var. Onun öncesinde Anayasa referandumunun ardından yargıda oluşan yapı var. Anayasa Mahkemesi önünde gözü kapalı bir kadın heykeli var. Ama bu(nlar) öyle değil. O yüzden neleri var, neleri yoksa inceleniyor.
Eskiden hakaret davalarında lehimize karar verenler şimdi aleyhte karar alıyorlar. Alt mahkeme bize hak veriyor, yukarıdan 'Hakaret değil, ağır eleştiri' gerekçesiyle dönüyor.
Medyaya da sindirme davaları açıyorlar. Gazetelere tazminat davaları, kanallara yayın durdurma cezaları...
Bakın; Güneydoğu'da bazı yerlerde BDP'ye tahminlerin çok üstünde oy çıktı. Çünkü, Paralel Yapı ve işbirlikçileri 'AK Parti dışında hangisi kuvvetliyse ona verin' dediler.
Rehavete kapılmadan çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Takiye, yalan, yenir-yutulur olmayan iftiralar. Haremimize varıncaya kadar iftiralar atıldı. Tabii bunun bir de hesap günü var. O gün gelince hesaplaşacağız. Yerleyeksan olacaklar. Zaten kaçan kaçana... Pensilvanya'ya, New York'a, Brüksel'e... Daha da kaçacaklar.
Twitter konusunda maalesef kendi arkadaşlarımla bile aynı çizgide olamadık. 'Özgürlük' diyorlar. Değil, ticaret. Çünkü hepsi ticari şirket, hepsi ürünlerini pazarlıyorlar. Anayasa Mahkemesi verdiği kararla yasaları ters-yüz etti. İnsan 'Anayasa Mahkemesi'nde de mi Paralel Yapı var' diye düşünüyor. ABD de onların avukatlığına soyundu.
Twitter, Facebook, YouTube... Bunların hepsi ayrıca vergi hırsızı. Ama peşlerini bırakmayacağız. Hepsinin Türkiye'de vergi ödemeleri gerekiyor."
***
Yaklaşık 3.5 saat süren yemekli sohbetin ardından Erdoğan'la el sıkışıp dışarıya çıktım. Önümde uzanan nefes kesici Boğaz manzarasını ve süzüle süzüle giden gemileri bir süre seyrettim.
Yahya Kemal Beyatlı'nın dizelerini mırıldadım içimden: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul... Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer..." Sonra da Orhan Veli'yi: "Gemiler geçer rüyalarımda, / Allı pullu gemiler, damların üzerinden..."