Çanakkale Savaşı'nda 71'inci alay 10'uncu bölükte görevliydi 21 yaşındaki Teğmen İbrahim Naci... Savaşa giderken bir cep defterinin ilk sayfasına adını ve ailesinin İstanbul Beşiktaş'taki adresini yazdı. Şehit düşerse defterin ailesine ulaştırılmasını istedi. O günlük, tam 98 yıl sonra, koleksiyoner Seyit Ahmet Sılay ile Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Lokman Erdemir'in çalışmasıyla ortaya çıktı. İbrahim Naci ölümünden önceki son cümlelerin sonuna imzasını attı. Daha sonra günlüğü alan ve İbrahim Naci'nin şehadetiyle ilgili not yazan bölük komutanı yüzbaşı Bedri Efendi ise 12 gün sonra şehit oldu. İbrahim Naci'nin, İstanbul Beşiktaş'tan Çanakkale Kerevizdere'ye uzanan 29 gününü anlattığı günlükte, aşkları, özlemleri, vatan sevgisi ve yaşadıkları yer alıyor. İbrahim Naci, günlükte muharebeler sırasındaki sosyal hayattan savaşın insan üzerindeki etkisine, aşklarından savaşın bölgede yaptığı tahribata kadar birçok konuyu anlattı. İbrahim Naci, Kerevizdere'de 21 Haziran 1915 pazartesi gününde şunları yazdı: "Saat 7.00. Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz. Allah hayreylesin. Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor. Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık" Kitabın başında İ. Naci imzasını atan ve daha sonra hiçbir yerde adını geçirmeyen İbrahim Naci, belki de şehit olacağını hissetmiş gibi son kez buraya da imzasını attı. Günlük, daha sonra yüzbaşı Bedri Efendi'nin eline geçti. İbrahim Naci'nin şehadeti hakkında hamiş yazan Bedri Efendi, "Naci'm, pek genç ve körpe iken kara topraklara emanet ettiğim o sevimli vücudundan uzak kalmak hem benim hem de bölük askerlerinin -telafisi imkânsız- büyük bir kaybıydı. Yalnız benim ve bölüğün mü ya?" yazdı. O da 2 Temmuz 1915'te şehit düştü.
"İSTANBUL'DA RUHUMUZU DİNLENDİRMEK İÇİN BİNDİĞİMİZ VAPUR BİZİ ŞİMDİ NEREYE GÖTÜRECEK?"
98 yıl sonra iki araştırmacının müthiş bir iz sürerek ortaya çıkardığı, İbrahim Naci'nin 129 sayfasını yazdığı günlükte yer alan bazı notlar:

Akbaş'ta bize Şirket-i Hayriyye'nin 70 Numaralı vapuru tahsis edilmiş. Dünya ne garip, İstanbul'da ruhumuzu dinletmek, biraz hava almak için bindiğimiz bu vapur bizi şimdi nereye götürecekti? Kim bilir belki de bir daha geri dönmemek üzere beni, garip illerin kimsesizlikleri içine atacaktı.

Öğlen biraz yatmıştım. Rüyamda iki cananı gördüm. Şimdi defterimde buna dair uzun şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü onları düşündükçe kalbim sıkışıyor. Boğulacak gibi oluyorum. Ah, bu hayatın acılıkları, bu hicran!

Gelen tabur emrinde, acemilerin talim ve terbiyesine başlanması lazım geldiği bildiriliyordu. Şimdi senelerden beri memleket aşkı besleyen kalbimin arzusunu uygulama fırsatını ele geçirmişken kıymetsiz, ehemmiyetsiz bir şeyle uğraşarak ümitsizliğe sokmak, bu layık mı idi. Hemen yerimden fırladım. Ben istemiyorum, sipere gideceğim, dedim.

Vadiye paralel giden yamaca çıktığımız zaman solda yeni birkaç mezar nazarı dikkatimizi çekti. İki üç tanesinde kırık tahtalar vardı. Bunlarda muharebede şehit düşen fedakâr subayların isimleri yazılıydı. Kalben pek sarsılmış bir haldeyim. Kendisi kim bilir nasıl bir naz u niyaz içinde büyümüş, ne azim bir anne-babanın şefkat ve merhameti ile beslenmiş bu vücutlar şimdi nerede yatıyorlar. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi. Bu bakalım bana da aynı akıbeti mi göstereceksin? Yoksa sevdiklerime kavuşmaya müsaade edecek misin? Bu yakın olacak mı ya Rabbi?
