Hocam, Türkiye'nin etnik bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünüyor musunuz? "Tarihçilerin Kutbu" kitabınızda bundan endişe duyduğunuza dair açıklamalarınız olmuştu... Aradan geçen 4 yılda bu yöndeki endişeleriniz ortadan kalktı mı yoksa arttı mı? Etnik kimlik, dünyada her devlet içinde bir gerçektir. Fransa'da, Hollanda'da, ABD'de kendi kültür değerleri ve sembolleri olan etnik azınlıklar yaşar. Bu etnik gruplar siyasi bir maksatla çalışmaz, yalnız kendi kültür kimliklerini korumak için toplum içinde Anayasa garantisi altında ayrı kurumlara sahiptir. Fakat belli bir etnik grup, kültür ayrıcalığı ötesinde birtakım siyasi hedefler iddia ederse, tabii bu, o memleket için tehlikelidir. Buna hiçbir devlet izin veremez. Hükümetlerin yapması gereken şey, etnik kültür kimliğinin korunması için garanti vermek, etnik kültürlere kendilerini ifade edecek hukuki bir nizam tanımaktır.
OSMANLI ŞEMSİYESİ ALTINDAYDI
Osmanlı'nın son dönemlerinde yaşananları günümüzdekilere benzetenler var... Bulgar halkı yüzyıllarca devletin himayesi altında kendi günlük yaşamını sürdürmekte idi. Kilisesine gidiyor, kendi millî adetlerini hiçbir müdahaleye maruz kalmadan uyguluyordu, bu alanda devletin müdahalesi yoktu. Aksine Osmanlı devleti Ortodoks kilisesini tanıyor, cemaatin tarihî kültürel varlığına saygı gösteriyordu. Kendi kültür geleneğini sürdüren bu cemaatler üzerinde bir devlet şemsiyesini oluşturuyordu. Osmanlı egemenliğinde Balkanlar'da Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan yüzyıllarca bir düşman istilasına maruz kalmamıştır. 19'uncu yüzyıla gelince, bu milletler kendi devletlerini kurabilmişler, Osmanlı devletinin hâkimiyet şemsiyesi altında, kültürlerini koruyabilmişlerdir.
FRANSIZ DEVRİMİ ETKİSİ
Buna karşı İspanya'da hiçbir Müslüman, hiçbir Yahudi kalmamıştır. Katolik İspanya devleti yüzbinlerce Müslüman'ı, 100 bin kadar Yahudi'yi ülkeden sürüp atmış, onlara Osmanlı sahip çıkmıştır. Büyük Yahudi tarihçi S. Baron, "Dünyanın hiçbir yerinde Osmanlı himayesi altındaki Yahudiler kadar serbest ve mutlu bir yaşam süremediler" tespitini yapıyor. Cemaatlerin, milli kimlik kazanmaları, milli bir devlet peşinde koşmaları şöyle bir süreçle olmuştur: Rum, Sırp gençler batı ülkelerinde üniversitelerde okumuşlar, Fransız devriminin milletlerin self detarmination (kendi kaderini tayin) prensibini benimsemişler. Bir ulusalcı intelligentsia (aydınlar kesimi) ortaya çıkmıştır. Paris'te, Viyana'da, Odessa'da Rumen, Bulgar, Sırp komiteleri kendilerinin hür bağımsız bir devlete sahip olması, Osmanlı boyunduruğundan kurtulma ideolojisini özümseyip, halklarını bu doğrultuda harekete geçirmek üzere ihtilâl komiteleri kurup halkı tahrik ve tehditle isyanlar çıkarmışlardır. Halkları için bir milli tarih yazmışlar, bir kelimeyle milli bilinçlenme sürecini başarmışlardır.
AYNI SÜRECİ SAHNEYE KOYMAK
Bu hareketleri, ya demokrasi ideolojisi ya da Osmanlı'ya karşı siyaset icabı, batı devletleri desteklemişlerdir. Osmanlı devletine notalar vererek bu halkların iddialarını içeren bir takım dosyaları kabullenip Osmanlı'ya karşı siyasi baskılara başlamışlardır. Bu süreç sonunda o milletlerin bağımsızlıklarını tanımışlar, devletlerini himayede ayak diremişlerdir. İlk defa Yunanlar, Avrupa'nın baskısıyla 1830'da bağımsız bir Yunan devletini kurmuşlardır. Osmanlılar Yunan isyanını bastırdıkları halde, Avrupa büyük devletleri ortak bir donanma ile gelip Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktılar. 1830'da Yunan bağımsız devletini tanıdılar. Osmanlı imparatorluğunu böyle parçaladılar. Avrupa'da, Balkanlar'daki bu süreci günümüzde tekrar sahneye koymak eğiliminde olanlar v a r - dır.
Prof. Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü)
İnalcık söylüyorsa doğrudur
EĞER Halil İnalcık bir iddiada bulunuyorsa bunu kanıtlayacak delilleri vardır. Çünkü Osmanlı tarihinin kuruluş dönemini ondan daha iyi bilen kimse yoktur. Masa başı tarihçisi değildir. Konuyla ilgili yazılmış tüm kaynakları okumuştur. Bizans kaynaklarına dahi hakimdir. Kendisi bu tür iddiaları ortaya atacak birisidir. Eğer o bu tür bir iddiada bulunuyorsa bizim onun üstüne söyleyecek sözümüz olamaz. Osmanlı konusunda, ne Türkiye'de, ne de dünyada ondan daha yetkin kimse yoktur.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz (Roterdam İslam Üniversitesi Rektörü):
Osmanlılar Oğuzlar'ın Kayı boyundandır ve Türk'tür
ŞURASI açıktır ki, Oğuz boyunun Gün, Ay ve Yıldız Hanlarından meydana gelen kollarına Bozoklar denmektedir; Gün Han'ın Kayı, Bayat, Elkaevli ve Karaevli ismiyle dört boyu bulunmaktadır. Sağlam ve kudret sahibi demek olan Kayı Boyunun sembolü (ongun) şahindir ve Osmanlılar da Kayı Boyundandırlar. Osmanlı Devleti'ni kuran ve ona adını veren Osman Bey'in ve babası Ertuğrul Gâzî'nin, ne kadar küçük olursa olsun, Kayılara mensup bir aşiretin başında bulunduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun dışında, Kayıların Hz. Adem'e kadar giden şecereleri ile ilgili izahlar, sadece menkıbevî kıymete haizdirler. Tarihen sabit olmadığı gibi, bütün şecerelerin de birbirini tutmadığı açıkça görülür. Hatta bazı kaynaklarda, Osmanlıların soyu, Hz. Peygamber'e bile isnâd olunmaktadır. Bunların ilmî değerleri yoktur.
OSMANLI MİLLETİ
Eskiden beri Oğuzların bir şubesi olan Kayılar, diğer Oğuz boylarının göç hareketlerine benzer şekilde, Selçuklular zamanında doğudan batıya ve nihayet Anadolu'ya göç etmeye başlamışlardır. Bu dediklerimizi, Yazıcıoğlu'nun Selçuknâmesi, İdris-i Bitlisî'nin Heşt Behişt'i ve Şükrullah'ın Behcet'üt-Tevârîh'i gibi ilk dönem kaynakları da ifade etmektedir. Dolayısıyla Osmanlılar Türk'türler; ancak büyük devlet olmalarını, sadece kendi kavimlerinden verâsetle aldıkları kuvvet ve kudrete değil, aynı zamanda İslâm'dan aldıkları ve Osmanlı adı altında aynı pota altında eritmeye muvaffak oldukları din ve dünya görüşüne borçludurlar. Bu sebeple, Fuad Köprülü'nün Gibbons'a ait görüşün tenkidine yüzde yüz katılırken, aynı yazarın Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda söz ettiği İslâm Milleti veya tarihî ifadesiyle Osmanlı Milleti izahını yabana atmak da mümkün değildir. Sözün özünü Ahmed Cevdet Paşa söylemiştir: "Devlet-i Aliyye, başlangıçta, her ne kadar bir küçük hükümet şeklinde idi; lakin Türklüğe mahsus olan üstün sıfatlar ile İslâmî şecâ'at ve dindarlığı kendisinde toplamış bir kabile olduğundan, kendisinde İslâm milletinin birliğine vesile olmak gibi bir kabiliyet vardı. Bu Devlet-i Aliyye, diğer devletler gibi, imtiyazlı bir toplum içinden ortaya çıkıp da hazır millet ve memleket bulmuş bir devlet değildi; belki yeni topraklar feth ederek, kendine yer edinmiş ve teşkil ettiği Osmanlı Milleti dahi, dilleri farklı, tavır ve ahlakları ayrı ayrı çeşitli milletlerin en güzel edep ve tavırlarından seçilmiş üstün ve güzel bir topluluktur. Bunların dedeleri de, çok eski zamanlardan beri Türkistan'da dahi han ve sultan olarak el-hakk asîl ve soylu bir Türk hânedânıdır."