Dünyanın dengesi iyice bozuldu. Mevsimler, iklimler birbirine karıştı. Yazın ortasında kış havası yaşayıp, kışın çiçek açan ağaçlara iyice aşina olduk. Dünya belki o saf haline gelemez ama dünyanın küresel dengesini bozup bu hale gelmesine neden olan insanoğlu en azından küresel iklim değişikliğini durdurmak için yoğun çaba içinde.
Karbon salınımını azaltmayı taahhüt eden Kyoto Protokolünü imzalamayan ülke neredeyse kalmadı. Yıllardır imzalamamak için direnen ABD bile Barack Obama'nın başkan seçilmesiyle imzayı koydu. Özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkeleri bu işi oldukça sıkı tutuyor. AB ile müzakerelere başlamanın ön koşullarından biri de çevreci politikalar geliştirip, uygulamaya geçirmek...
Yapılan anlaşmalar gereği sadece hükümetlerin değil, şirketlerin de önlem alıp karbon salınımlarını azaltması gerekiyor. Özellikle Avrupa menşeli sanayi kuruluşları belirlenen hedefler dışı tek bir gram karbon bile salamıyorlar atmosfere. Çalışanlarının çıkardığı karbondioksitten, hammadde elde edilirken harcanan enerjiye kadar her bir kalemin hesabını tek tek vermek zorundalar. Ve bu durum Türkiye'yi oldukça yakından ilgilendiriyor...
Hali hazırda Avrupa Birliği'ne üye olmaya çabalayan bir ülke olarak Türkiye de 2012'ye kadar almayı planladığı önlemlerini somut hale getirmek durumunda. Hatta günümüz koşullarında daha da önemlisi Türk şirketlerinin Avrupa ülkeleriyle ticaret ve üretim ilişkilerinin devamı için kendi iç denetimlerini tamamlayıp daha çevreci politikalar nasıl geliştirebilirimin somut adımlarını atması gerekiyor.
CDP TÜRKİYE'YE AL ATTI
Dünya genelinde 2000 yılından bu yana şirketlerin, yatırımcıların ve hükümetlerin iklim değişikliği tehdidine karşı önlem almalarını sağlayacak bilgileri toplamak ve paylaşmak amacıyla başlatılan Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project – CDP) nihayet Türkiye'ye de el attı...
Dünyada 55 trilyon dolar değerinde bir varlığı yöneten ve 475 kurumsal şirket adına hareket eden örgüt, yatırımcı ve büyük fonların talebi doğrultusunda Türkiye'de İMKB-50'de işlem gören firmalara, karbon salınımlarını ölçme ve çevre stratejilerini raporlamaları çağrısında bulundu.
Karbon Saydamlık Projesi'nin Türkiye ayağının koordinasyonunu yapan Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Prof. Dr. Melsa Ararat projenin, halka açık şirketlerin sera gazı salım miktarlarının ve iklim değişikliği ile ilgili risk yönetim politikalarının kurumsal yatırımcıların bilgisine sunulmasını amaçladığının altını çizerek şunları söylüyor:
"Artık uluslararası yatırım bankaları büyük boyutta projelerin hiç birine çevre konusunda plan ve programları yoksa kredi vermiyor. Projelerini enerji açısından iyi tasarlayabildikleri ölçüde kredilerin faizleri de düşüyor. Uluslararası fonların hemen hepsinde yatırım kriteri olarak çevre risklerinin iyi düşürülmüş olması ve yatırım yapılan şirketlerin ortalama emisyon yoğunluğunun belli bir yoğunluğun altında olması gerekiyor. Eğer enerji yoğunluğu yüksek bir şirkete yatırım yaparsam maliyetleri yarın yükselecek ve daha az kar edeceğim mantığı yatıyor altında. Tamamen ekonomik mantığa dayanan bir talep bu aslında. Bir de tamamen vicdanen ben istemiyorum diyenler var. Kendi kulvarındaki bir şirkete kıyasla emisyon hacmi fazla olan bir şirket, sermayeye ulaşmakta zorluk çekiyor."
TÜRKİYE'NİN KAYBI 300-400 TRİLYON DOLAR
Türkiye'nin sürdürülebilir çevre politikası olmadığı için yükselen piyasalara yapılan yatırımlardan yaklaşık 300-400 milyarlık yatırım kaybettiğinin altını çizen Ararat, Türkiye'nin yatırım yapılabilir bir ülke olabilmesi için başka şansının olmadığını vurguluyor.
CDP tarafından İMKB-50 şirketlerine iklim değişikliği politikalarını ve sera gazı salımlarını açıklamak için davet gönderildi, şimdi sırada İMKB-100 şirketleri var...
OECD HANDİKAPI
Bir taraftan şirketler, finans kaynağı kaybetmemek için çevreye duyarlı projeler geliştirirken bir taraftan da hükümet hem Kyoto Protokolü hem de Avrupa Birliği Uyum Yasaları gereği çevre politikalarına ağırlık vermek durumunda. Ancak Türkiye'nin önünde OECD'ye üye olduğu için oldukça büyük bir handikap var. Melsa Ararat Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ndeki konumunu şöyle anlatıyor:
"Kyoto protokolü imzalayan ülkeler ikiye ayrılıyor; zengin ve kalkınmış ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler diye... Kyoto protokolüne göre kalkınmakta olan ülkeler zengin ülkelerden karbon azaltma maliyetlerini finanse etmelerini talep edebiliyorlar. Ancak Türkiye bir OECD ülkesi olduğu için, gelişmekte olan ülkelere sağlanan finans yardımlarından faydalanamıyor. Ancak Türkiye'ye bir istisna uygulandı ve gelişmiş bir ülke olmasına rağmen gelişmekte olan başka bir ülkeyi finanse etmek zorunda değil. Kendi yağıyla kavrulmak durumunda.
Çin, Hindistan ve Brezilya gelişmekte olan ülkeler arasında oldukları için gelişmiş ülkelerden emisyon azaltma harcamalarını finanse etmelerinin talep edebiliyorlar. Hindistan 1 ay önce karbon vergisi getirdi. Çin temiz kalkınma modellerini yürürlüğe koydu. Bu ülkeler pek ala biliyorlar ki en fazla enerji ihtiyacında artış bu ülkelerde olacaktır, enerjinin de daha da pahalanacağı göz önüne alınırsa maliyetini düşürmek açısından etkinliği yüksek programları uygulamaları gerektiğinin farkındalar."
KARBON TİCARETİ Mİ KARBON VERGİSİ Mİ?
Karbon salınımını azaltmak için dünyada iki alternatif yaptırım örneği var; karbon ticareti ve karbon vergisi...
Karbon emisyonlarını sınırlama kararı alan ülkeler ve şirketlerin oluşturduğu karbon piyasasında yapılan ticarete karbon ticareti deniyor. Kısaca şöyle tanımlanabilir:
Karbon piyasası karbon emisyonlarını sınırlama kararı almış ülkeler ya da gönüllü olarak bu kararı almış özel sektör grupları içinde kendisine tanınan haktan daha fazlasına ihtiyaç duyanla, kendisine tanınmış haktan daha azını salan şirket ya da ülkeler arasındaki ticarettir. Bazen belirli ülkeler ülke olarak bunu satın alıp kota olarak dağıtabiliyor. Diğeri ise karbon emisyonuna ihtiyaç duyan ülkelerin salım kredisini bu şekilde bir piyasadan satın almak yerine gelişmekte olan bir ülkede emisyon azaltıcı bir projeyi finanse ediyor. Ağaç dikmek ya da bir sanayi tesisinin kömür kullanımından temiz enerjiye geçmesini sağlamak gibi.
Kısacası Karbon ticaretini 'kirletme hakkı' olarak özetleyebiliriz. Karbon ticareti aslında atmosferde yayılan karbon miktarını azaltmadığı için son yıllarda oldukça eleştiriliyor. Melsa Ararat, uygulamanın en sıkı savunucularından olan ABD eski başkan yardımcılarından Al Gore'un bile son zamanlarda karbon ticaretinin yanlışlığını dile getirdiğini söylüyor.
Karbon vergisi ise son yıllarda daha gözde bir uygulama. Bu sistem de kısaca şöyle uygulanıyor:
Atmosfere hakkı olandan fazla karbon salan şirketler, saldıkları her fazladan karbon için vergi ödüyor. Bu vergileri ürünün bedeline yansıtırsa piyasada daha ucuza satılanlarla rekabet edemiyor, yansıtmazsa maliyetleri artıyor ve rekabet koşulları zorlaşıyor. Yani şirketlerin karbon salınımlarını belirlenen sınırlama çekmek dışında başka çaresi kalmıyor.
Türkiye karbon salınımını bir an önce azaltmak için bir an önce politikalar geliştirmek zorunda ve önünde iki seçenek var; ya karbon piyasasına kaydolup karbon ticareti yapacak, ki Türkiye'nin Kyoto'daki konumundan dolayı bu neredeyse imkansız, ya da şirketlere yaptırım uygulamak için karbon vergisi koyacak. Ve Türkiye nur topu gibi yeni vergi kalemlerine kavuşacak...