Birkaç ay önceydi. Ahmet Ümit bana öyle heyecanla anlatmıştı ki yazdığı romanı, kendisinden söz istedim. 'İlk röportajı ben yapmak istiyorum,' dedim. Geçtiğimiz gün İstanbul Hatırası'nı posta kutumda buldum. Kalınlığı önce ürküttü ancak hikâyeye dalınca, heyecanlı bir tarihi film izliyormuşum hissine kapıldım. Avuçlarına antik paralar bırakılan cesetler, kurban edilen İstanbul'un katillerine dönüşürken, onları kurban edenlere çok kızamadım. Yazar Ahmet Ümit, son kitabında, İstanbul'a başka bir göz ve bilgiyle bakmamızı sağlıyor. Yedi gizemli olaya tanık olurken, şehirle birlikte, aslında, yitirdiğimiz kendimize de bakıyoruz.
AHMET ÜMİT
Bu kitabı yazarken öğrendiklerim beni çok şaşırttı. İstanbul'u kuranların simgesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranların simgesi aynı: Ay yıldız!
Doğan Kitap'la evliliğimiz mutsuz gitmeye başlamıştı, bitirme kararı aldım. Ayrıldığım duyulur duyulmaz birçok yayınevi aramaya başladı, inanılmaz teklifler geldi.
Almanya'da yaşayan bir yazar olsaydım 8 milyon satma olasılığım vardı. Türkiye'de yaşayan ve çok satan biri olmama rağmen, 70 milyonluk Türkiye'de, satışlar 100 binlerde. Bunu tanıtımla kıracağız. Bu yüzden Twitter'ı seçtim.
- Kitabınızı okuduktan sonra İstanbul'u aslında tanımadığımı fark edip, hafif utandım. İstanbul Hatırası'nı polisiyeden öte tarihi roman gibi okumak daha hoş geldi...
- Haklısınız. Bu kitap çok katmanlı... Birileri bunu serüven romanı gibi, birileri polisiye roman gibi, birileri de tarih romanı gibi okuyabilir. Hatta bir hayatın anlamı romanı da olabilir
- Neden hayatın anlamı romanı?
- Bu şehirde yaşıyoruz ama anlatacak kadar tanımıyoruz. Şehir hakkında bilim adamları, tarihçiler çok ciddi şeyler biliyor ama başka kimse hiçbir şey bilmiyor. Mesela okurlara 'İstanbul'u kim kurdu?' diye sorduğumda; Fatih Sultan Mehmet diyorlardı. Kral Byzas'ı kaç kişi biliyor? Onu da herkes Romalı zannediyor. Oysa Yunan. İstanbul, Megara'dan gelen Yunan göçmenler tarafından kuruluyor. 2 bin 700 yıl önce! Onların üzerine Roma gelmiş ve şehir Romalı olmaya başlamış. Çok matrak bir şey var; İstanbul'un aziz ve azizeleri var, bu kenti korumuşlar. İlk azize, ay tanrıçası Hekate. Roma döneminde de Tykhe şehrin koruyucusu. Doğu Roma döneminde Hıristiyanlıkla birlikte Meryem, Osmanlı döneminde ise bir erkek; Eyyûb-El Ensari koruyor.
- Azizeler İstanbul'u korumayı uzun zamandır unutmuş olmalı!
- Valla korunsa bu hale gelmezdi. İş bize düşüyor. Bu kitabı aslında biraz o amaçla yazdığımı söyleyebilirim. Amacım İstanbul'un talan edilmesine dikkati çekmekti. Çünkü biz İstanbul'a benziyoruz. Ben de İstanbul gibiyim. Bir yanımda çok güzel ve muhteşem duygularım var ama bir yanımda da çok kötü duygularım, bencilliklerim var.
- Nedir o kötü duygularınız, bencillikleriniz?
- Hırs, her insanda olan hırs var. Bunun beni ele geçirmesine izin vermemeye çalışıyorum.
- Hırs mı yazdırıyor size?
- Hayır, roman yazmak bana terapi gibi geliyor
. Öncelikle merak duygumu geliştiriyor. Mesela bu kitap üzerine 10 yıldır çalışıyorum. Kaynakça için yüzlerce kitap okudum ve okuduklarımı kitapta kullandım. Bu süreç yaşama sevincimi ayakta tutuyor. Çünkü hayatta aşktı, çocuktu, evlilikti, bir süre sonra geçiyor. O zaman sizi hayata bağlayacak ne kalıyor? Bilmek, öğrenmek ve yaratmak.
-
Romanda İstanbul'da yaşayan herkesi gösterme çabanız olduğunu fark ettim.
- Rumeli göçmenleri, Karadenizliler, Kürtler, İstanbul'da yaşayan herkesi koymaya çalıştım. Tarihi yarımadayı adım adım gezdim. Ayasofya'da Prof. Dr. Oğuz Çetin'e çok şey borçluyum. Bu kitabı yazarken İstanbul tarihinin yedi dönemini çalıştım. Ayasofya bir ilahi mabet olduğu kadar bir aşkın simgesi. Ve İstanbul'u kuranların simgesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranların simgesi aynı: Ay yıldız! Ayasofya'daki sütunlara bakarsanız orada Teodora ile Jüstinyen'in baş harfleri vardır. Bir aşk mabedidir aynı zamanda Ayasofya. Bu kadın Hürrem Sultan'a çok benzer. Kanuni ile Jüstinyen, Hürrem ile Sultan Teodora ve Konstantin ile de Fatih birbirine çok benzer. Mezarları da aynı yerdedir, Fatih Camii'nde. Eskiden Havariyun Kilisesi'ydi. Büyük Konstantin de orada yatar. Fatih, Gebze civarında vefat etti, Konstantin de İzmit'te. Çok büyük benzerlikleri var. Fatih de zaten kendisinin Roma imparatoru olduğunu söylemekten çekinmez. Onları örnek almıştır. Çok enteresan.
KİTABIMDAKİ KATİLLERE KIZAMADIM
Kitapta cinayetleri işleyenlere insan hiç kızamıyor... Yumuşak davranmışsınız katillere, neden? - Kitabımdaki katillere kızamadım. 'Bir şeyler yapmak lazım. Allah kahretsin ne oluyor?' duygusuyla hareket ediyorlar. Yoksa kimsenin kimseyi öldürmesini söylemiyorum. Tarihten ve cinayetlerden yola çıkarak, İstanbul'un yağmalanmasına, talan edilmesine dikkatleri çekmekti amacım. Her gün şehre çıktığımızda görüyoruz. İşte şurada arkamızda duruyor iğrenç bir bina, ama yıkılamıyor. Büyük Bizans Sarayı'nın üzerine, otel kurdular hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bunları gördükçe çıldırıyorum. - Katilleri sevmişsiniz. - Katilleri seviyorum çünkü onlar kurbanları için, 'Onları, öldürdükleri insanların hayaletleri öldürdü,' diyorlar. 'Gerçek kurban biziz,' diyorlar. Bir anlamda İstanbul'da yaşayan biz insanlar, İstanbul'la birlikte kurbanız. - Hangi dönem sizi daha çok heyecanlandırdı? - İstanbul'un tüm dönemleri çok heyecanlı. Ama sorun şu: Bizde tarih deyince sadece Türk ve Müslüman tarihi anlaşılıyor. Bu son derece yanlış. 2 bin yıla sırtınızı çeviriyorsunuz. Burada size 100 odalı bir şato veriyorlar, siz diyorsunuz ki, 'Hayır ben sadece bir odasında kalırım.' Evet Müslüman olabiliriz, gurur duyuyoruz, Türk olmakla da gurur duyuyoruz ama öte yandan biz aynı zamanda Romalıyız, Osmanlıyız onların kültürel geleneğiyiz. Bu kitabı yazarken en çok üzüldüğüm, Eski Yunanca ve Osmanlıca bilmiyor olmamdı. Bence okullarda Osmanlıca'nın mutlaka yardımcı ders olarak öğretilmesi lazım. Bu dili bilmediğimiz için 600 yıllık Osmanlı kültürüyle bağ kuramıyoruz. Ne yazık! - Kitabınızı geçtiğimiz yıl vefat eden Ali Taygun'a ithaf etmişsiniz. Neden? - Ali Taygun'la aynı partinin üyesiydik. TKP Sanat Komitesi'ndeydi. Beraber çalışıyorduk. Ondan çok şey öğrendim. Bana 'Polisiye yazmalısın,' diyen de Ali Taygun'dur. Katıksız İstanbulludur. Çok değerli, özel bir insandı. Ne yazık ki hastalığı döneminde kaba kaçacağını düşündüğüm için 'Sana bir kitap yazıyorum,' diyemedim. Ansızın öldü. - Neden adı İstanbul Hatırası? - 'Bu da benden sana hatıra olsun,' derler ya. Bu kitap, İstanbul'u sevenlerin kendi hayatlarını, kendi özverilerini İstanbul'a sunmalarını gösteriyor. Ben de bu şehre vefa borcumu ödemek istedim. Ahmet Ümit'in İstanbul'a bir hatırası olsun istedim.
TRANSFER PARASI ALMAM, ASLA ALMADIM
- 10 yıldır üzerinde çalıştığınız kitabı şimdi raflarda görmek nasıl bir his yaratıyor?
- Her kitabım çıkarken bizim ailemizde bir şenlik havası yaşanır. Bizim damat (Gürkan Durak) ve kızım (Gül Ümit Durak) tanıtım filmini çekerler. Arkadaşlar toplanır, kutlamalar yapılır. Bir şölendir yani bizim için her kitap.
- Yedi yıl aynı yayıneviyle çalıştınız. Sonra bir gün ayrıldığınız haberi geldi. Neden Doğan Kitap'ı bırakıp Everest'e geçtiniz?
- Biraz evlilik gibi. Bir şeyler bir yere gelince tıkanmaya başlıyor. Ya siz kendinizi doğru anlatamıyorsunuz ya da bir süre sonra yayınevi sizi doğru anlayamıyor. Kendinize haksızlık yapıldığını düşünüyorsunuz. Doğan Kitap'la evliliğimiz mutsuz gitmeye başlamıştı. Bitirme kararı aldım. Doğan Kitap'taki arkadaşlarım, hâlâ da dostuz, onlar tabii çok üzüldüler, gitmemi istemediler. Doğan Kitap'tan ayrıldığım duyulur duyulmaz bir sürü yayınevi aramaya başladı. İnanılmaz teklifler geldi.
- Transfer parası aldınız mı?
- Mantıklı değil. Ben yazarım. Transfer parası almam, asla da almadım. Yayınevinden beklediğim bana inanması, yazdıklarıma karışmaması, kitabımın tanıtımını doğru yapması, dürüst olması ve ödemeyi bana zamanında yapmasıdır. Başka bir beklentim yok.
- İlk kez bir yazarın kitabı Twitter'da yayınlandı. Bu sizin fikriniz miydi?
- Almanya'da yaşayan bir yazar olsaydım 8 milyon satma olasılığım vardı. Türkiye'de yaşayan ve çoksatan biri olmama rağmen, 70 milyonluk Türkiye'de, satışlar 100 binlerde. Bunu tanıtımla kıracağız. Bu yüzden Twitter'ı seçtim. Çünkü kitap okurlarının büyük bir bölümü aynı zamanda Twitter'da.
- Bu kitabı yazarken, diğer kitaplarınızdan farklı olarak ne yaşadınız?
- Kitabın son sayfalarını yazarken hüngür hüngür ağlamaya başladım. Eşim Vildan'la bir ritüelimiz vardır: Her şey biter, eşim okur, ben dinlerim. Bu kez Vildan kitabı okurken, sonuna doğru durdu. Yüzü donuklaştı. Sonra 'Allah seni ne yapsın,' diye kitabı fırlatıp hüngür şakır ağlamaya başladı.
- Yeni bir kitap var mı kafanızda?
- Var. Tam söyleyemem çünkü daha önceki kitabım Bab-ı Esrar'da başıma geldi. Fikri yürütüyorlar.