Geçenlerde
Time dergisi tereyağının aklandığını kapağında duyurduğunda, yeme içme dünyası bir kez daha hop oturdu, hop kalktı. Tereyağı korkusu içimize öylesine işlemiş ki, son yıllarda sık sık onun sağlıklı bir yaşam için son derece önemli olduğu yolundaki uzman açıklamaları peş peşe medyaya yansıdığı halde kimse aldırış etmezken,
Time dergisi kapak yapınca galiba sonunda inandırıcı olabildi. Altı yıl önce bir yazımda Kanada Alberta Üniversitesi'nden Prof. Spencer Proctor ve asistanı Flora Wang tarafından yapılan çok önemli bir araştırmanın sonuç cümlesini yazdığımda büyük tepki almıştım. Hatta bir akrabam "Senin yazın yüzünden kocam ölürse, sorumlusu sensin" diye beni tehdit bile etti. Bilim insanları şöyle diyordu: "Bugüne kadar zararlı etkilerinden korktuğumuz doğal yağlar, aslında sağlığımız için son derece faydalı. Tereyağı ve sığır etinin kalp krizi riskini düşürmesi, şeker hastalığı ve obezite tedavisine yardımcı olması ve kolesterole iyi gelmesi, artık bir realite..."
HANİ UZUN YAŞAMIN SIRRIYDI?
Ben çocukken 100 yaşını aşanlarla yapılmış uzun yaşamın sırrına ilişkin röportajlar yayımlanırdı. Çoğu Kafkasların dağ köylerinde yaşayan bu kişiler genellikle "Ben otlaklarımızdaki hayvanların doğal sütüyle, ondan yapılan tereyağı, peynir, yoğurt gibi ürünlerle beslenirim" yanıtını verirdi. Bu haberlerin de etkisiyle ömrüm boyunca süte ve ondan elde edilen ürünlere hayranlık duydum. Evimizden uzaklaştırıldığı dönemlerde hep tereyağı hasretiyle yanıp tutuştum. Peki, bir insan ömründen bile daha kısa sürede başta tereyağı olmak üzere süt ve süt ürünlerinin önce 'katil' olarak görülmesi, ancak aradan uzun bir zaman geçince, birbiri ardından yapılan araştırmalar sayesinde aklanmaya başlaması neye dayanıyordu? Hekimler ve beslenme uzmanları önce bizi korkutarak doğal ürünlerden uzaklaştırdı. Yıllarca türlü hastalıkların kaynağı olarak gösterdikten sonra, şimdi de söylediklerini geri alıp, bize yeniden margarini bırakıp tereyağını tüketmeyi öneriyorlar. Onların yasakladığı tereyağına alternatif olarak gösterilen margarin, ilk kez 1869'da Paris yakınlarındaki Kraliyet Araştırma Dairesi'nde üretildi. Avrupa'yı o sıralarda bir hayvan vebası salgını kasıp kavuruyordu. III. Napolyon, tereyağının yerini tutabilecek bir ürün geliştirenlere çok yüksek ödüller vaat etmişti. Daha önce normalden az un kullanılarak kaliteli ekmek yapma yöntemini bulduğu için üç altın madalyayla ödüllendirilen gıda kimyageri Hippolyte Mege- Mouries, kralın kişisel ricasını kıramayarak bu iş için kolları sıvadı. Kısa sürede de başarılı oldu. Burada ayrıntılarını anlatarak iştahınızı kapatmayı istemediğim bazı yöntemlerle hazırladığı yeni ürüne Yunanca 'inci' anlamına gelen 'margaron' sözcüğünden türetilen margarin adını verdi. Ancak kendisi üretim yapamayacağını anladığında, patentini 1871'de Hollandalılara devretti.
MANDIRALARIN ÜRETİMİ ENGELLENİYOR
Zaman içinde margarin firmaları serpildi, güçlendi. Günümüzde tereyağını irili ufaklı mandıralar yapıp satarken, margarin çokuluslu, ülke bütçelerini aşan sermayelere sahip dev kuruluşlar tarafından üretilip pazarlanıyor. Onlar reklam ve tanıtım için harcadıkları parayla ülkelerin mandıralarında doğal üretim yapmalarına zorluk çıkarabilecek, ülkelerin bilim insanlarına kendi istedikleri sonuçları gösteren araştırmalar yaptıracak güçteler. Hatta hazırlattıkları margarinleri öven yazıları medyada yayımlatıp, ürünlerine parlamentolarda destek sağlamak üzere lobileri parlamenterlerin üzerine bile salabilirler. GDO'lu ürünlerin de devreye girmesiyle ABD ve Brezilya'da mısır, pamuk tohumu veya kanola gibi margarinin hammaddesi olan ucuz tarım ürünlerinde patlama yaşanması, doğal yağlarla kimyasal işlem sonucu elde edilen margarin arasındaki eşitsiz güç savaşını daha da kızıştırdı. Ama güneş balçıkla sıvanamıyor. Dürüst bilim insanları, sivil toplum örgütleri, satın alınamayan medya ve siyaset adamları gerçeklerin gün ışığına çıkmasını sonunda sağladı. Ama daha kat edilecek epey yolumuz var. Bunların neler olduğuna yakında değineceğim.