Önemli Alman entelektüel Günter Grass, Yunanistan'daki son ekonomik kriz hakkında bir yazı yazdı ve Almanya'yı suçladı. Kısaca 'Herşeyimizi borçlu olduğumuz bir halkın bu duruma düşmesine nasıl göz yumarsınız?' dedi. Grass'ın böyle düşünmesinin sebebi 200 yıldan beri işlenegelen ve peşin kabul gören bir tez. Bu teze göre Batı Uygarlığı'nın temelinde Yunan uygarlığı ve kültürü var. Dolayısıyla Batı herşeyini Yunanistan'a borçludur.
Batı bilim çevreleri bu iddiayı çağdaş arkeolojinin Almanların izinde kuruluşundan bu yana bilimsel bir gerçek olarak görüyor. Türk arkeologlar da onlardan farklı değil. Biri hariç: Prof. Dr. Fahri Işık. Erzurum ve Antalya üniversitelerinde arkeoloji bölümlerini kurduktan sonra şimdi Burdur'da yeni bir bölümün kuruluşuna katkı veren Işık, tam 25 yıldır bunun aslında böyle olmadığını anlatan makaleler yazıyor. Yapılan yeni kazı ve araştırmalara dayanarak, Batı Anadolu'da yaratılan, ancak adına Yunan denen uygarlığın aslında Anadolu'nun tarih öncesi zamanlarından zenginleşerek gelen alaşımın ürünü olduğunu ortaya koyuyor. Arkeolojik bulgulara dayanarak, Yunanistan'dan yapılan Ege Göçleri'nin bir kültür göçü olmadığını belgeliyor; aksine MÖ 1200-500 arası süreçte mimari ve heykel sanatıyla ilişkili, tanrılar dünyasıyla ilişkili çok şeyin Anadolu'dan Yunanistan'a gittiğini yazıyor. Fahri Işık nihayet bu konularda kaleme aldığı Almanca makalelerden oluşan 20 seçkiyi Türkçeleştirerek
Uygarlık Anadolu'da Doğdu bir kitapta topladı. Işık , Ege Yayınları tarafından Fahri Işık'ın kardeşi sanatçı Kenan Işık'ın katkılarıyla basılan ve geliri Patara Kazıları'na bağışlanan, bu nedenle de internet üzerinden satılan kitabında; Ege Göçleri konusunda bilinenlerin, MÖ 1200-800 arası zamanda yazı olmadığı için tarihsel gerçeklere dayanmadığı, 'rivayet' denen bilgilerin göçlerden 700 yıl kadar sonra MÖ 5. yüzyılda Atina'da milliyetçi duygularla uydurulmuş mitoslar olduğu gerçeğinden yola çıkıyor. Ve tezlerini Anadolu ve Hellas başta olmak üzere, ayrıca Girit'in tarih öncesi çağlarından ve özellikle Erken Demir Çağı'ndan seçtiği 89 levha üzerinde 536 fotoğraftan oluşan örnekleriyle destekliyor. Uygarlık ve arkeoloji algısını kökten değiştirmesi muhtemel düşüncelerini Işık'la tartıştık.
- Kitap yeni ama hikayesi en az 25 yıllık. Bu tezleri ortaya attığınızda size tepki göstermediler mi?
- Önce şunu söylemeliyim ki yazıya dökerek arkeoloji bilimine sunduklarım artık bir 'tez' olmanın ötesindedir. Ne o gün ve ne de bugün bir tepkiyle karşılaşmayışım bunun kanıtı sayılmalıdır diye düşünürüm. Tepkiden çok bir şaşkınlık var; şimdilik suskunlukla geçiştirmeye çalışıyorlar. Ancak bunu daha uzun zaman sürdürebileceklerini sanmıyorum, çünkü yönettikleri kazılarda kendi elleriyle günyüzüne çıkardıkları bulgular beni doğruluyor. 'Fahri Işık öngörmüştü' demeyi içlerine sindirmeseler de, önemli olan bilimin 'Anadolu Gerçeği'ni görmeye başlamasıdır.
- Tepki göstermemenin bir anlamı da görmezden gelmeye çalışmak mı yani?
- 200 yıl boyu kalıplaşmış, başkacası düşünülmemiş bir bilimsel yanlışa dokunuyorsunuz; ilk kez oluyor bu, kolay olmasa gerek. Bilimle hiç bağdaşmayan dogmaları ilk kez bu kararlılıkta sorguluyorsunuz; akademik ortodoksluğa karşı çıkıyorsunuz...
- Nedir bu 200 yıllık iddia ve siz bunun karşısına ne koyuyorsunuz?
- Eskiçağ biliminde geçerli olan tez, Batı uygarlığının kökeninde Yunan uygarlığının olduğudur. Batı uygarlığının yaratıldığı toprağın da Yunanistan değil Batı Anadolu olduğudur. Çelişki buradan başlıyor.
- Nereden başlıyor?
- 'Yunanlar evrensel önemde bir uygarlığı neden kendi anayurt toprağında değil de sözde 'sömürge' toprağında yaratsın?' sorusundan başlar; 'Tarih böyle bir tersliği yazmış mıdır?'dan başlar. MÖ. 12. yüzyılda Dor Hellenleri'nin acımasız yıkımıyla herşeylerini yitiren Akha Hellenleri'nin Anadolu'ya göçlerinin ancak bir 'umut' göçü olabileceği gerçeğinden başlar; bir 'sığınma' göçü... Mitoslara bakarsan, destanlaşan savaşlar var, Batı Anadolu'yu sözde Karyalılar'dan alarak 'İonia toprağı' yapan savaşlar.
GERÇEKLERİ GÖRMEZDEN GELİYORLAR
- Böyle bir savaş yok mu?
- Hangi güçle savaşsın, anayurdundaki savaşla 'herşeylerini yitiren', sevdiklerini orada bırakarak uzaklara giden insanlar; üstelik o zamanlar Güney-Batı Anadolu'da Karyalılar da yok, o topraklarda Lukkalar var ve İonia denilen topraklarda Mira Büyük Krallığı egemen. Mitos yazıcıları sanmışlar ki kendi zamanının Karyalıları 700 yıl kadar önce de orada olmalılar. Tüm bunların masaldan öte bir anlam taşımadığı 2005 yılında Mısır'da bulunan bir yazıtla hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir kesinlikte belgelenmiştir artık. Çünkü 'İonlar Atinalılar'dır, savaşla Anadolu'ya yerleşmişlerdir' denirken; bu yazıt İonların 'Büyük İonia' adıyla ve de Atinalılar, Anadolu'ya göçmeden en az 200 yıl kadar önce Anadolu'da varlığını ve yerliliğini koymuştur ortaya.
- Bu belgeden söz edildiğini pek duymadım.
- Tarihin seyrini kökten değiştirici nitelikte böylesine kesin bir bilimsel belgeyle 'yer yerinden oynamalıydı' diye düşünürsünüz; yanlış düşünürsünüz, çünkü gene salt 'susulduğunu' görürsünüz; görüşlerime karşı susulduğu gibi. Ancak bu kez 'konuşan bir belgeye' karşı suskunluğu koruyabilmek çok zor gözüküyor.
KARŞILAŞTIRMALI ARKEOLOJİ YÖNTEMİNİ KULLANDIM
- İnsanlar on yıllardır başka bir görüşe inanıyordu. Siz nasıl oldu da bu iddiayı sorguladınız?
- 'Sorgulama', eğitim alanında tam da gereksindiğimiz baş eksiklik; "Batı taklitçisi" sözünü bu bağlamda ve her fırsatta dile getiririm rahmetli Erbakan Hoca'nın. Bundan bir kurtulabilsek ve Mustafa Kemal'in 'Batı'dan bağımsız ve özgürce düşünen, özgüvenli toplumunu' bir yaratabilsek; bir kendimiz olabilsek, Batı'nın önüne geçebilmek hiç de güç olmayacak. Sorunuza gelince: Çok önemli bir nedeni var. Eğer ben devlet burslusu olarak Almanya'dan dönüşte Ankara ya da İstanbul üniversitelerinde görevlendirilmiş olsaydım, geleneksel savın içerisinde bütünleşip gidecektim. Şükrediyorum ki Bakanlık beni 1973'te Arkeoloji Bölümü'nü kurmak için Erzurum'a göndermiş. Almanya ve İngiltere'de doktora yapan başka arkadaşlarım da katıldılar bize. Bunlar arasında Prehistorya ve Ön Asya dersi veren uzmanlar da vardı; ben de Klasik Arkeoloji, yani 'Yunan ve Roma Arkeolojisi' dersleri veriyordum. Çok güçlü bir ekiptik. Fakat az zaman sonra biri Ankara'ya geri döndü ve biri İzmir'e gitti. O zaman mecbur oldum uzmanlık alanım dışındaki Anadolu Prehistoryası ve Ön Asya derslerini vermeye. Konuların derinliğine indikçe ve sorguladıkça doğru bildiklerim ters gelmeye başladı; şaşırmıştım. Çünkü yirmi yıla yakın zamandır bana 'Yunan' diye öğretilenler, 'Yunan' diye okuduklarım ve de anlattıklarım, hemen her şey, MÖ 12. Yüzyıldan başlayarak Anadolu'ya Batı'dan gelen değil; aksine Anadolu'nun geçmişinden süzülerek gelen kendi öz yaratılarıydı.
- Bunu nasıl anladınız?
- Yazının olmadığı dönemi anlamak için karşılaştırmalı arkeoloji dediğimiz yöntem uygulanır. Kültürlerin ürettikleri yapıtlar karşılaştırılır; benzerlikler ve farklılıklardan yola çıkılarak o ürünlerin hangi halkın, hangi kültürün yaratıları olduğu konulur ortaya. Almanya'da altı yılın kazancı da budur zaten; yöntem. Yazının olduğu zamanlarda bile bunu uygularız. O zaman, yazının olmadığı MÖ 1200-800 arası en belirleyici bir süreçte kültür ve sanatın niceliğini görebilmek için başvurulması gereken bu bilimsel yöntemi Batılıların niye uygulamaya sokmadıkları da düşündürmeye başlamıştı. İlk makalelerimde Bittel ve Gurney gibi çok tanınmış bilginlerden destek bulunca, arkası çorap söküğü gibi gelmeye başladı.
- Ne yaptınız?
- Bu durumda yapılması gereken, Anadolu'nun batısındaki Yunandır denilen sanat ürünlerini inceleyip onların kökenine inmekti. Bu yapıtlar özgün biçim ve biçemleriyle Yunanistan'dan göçle getirildiyse eğer, o zaman gerçekten bu uygarlık Yunan uygarlığı olmalıydı, kültür de Yunan kültürü. Arkeolojik bulgu ve verilere dayalı bilimsel sonuçlar buna götürmediği için, Batı Uygarlığı'nın Anadolu İonia'sında yaratıcılarına da Yunan diyemezdim; onlar yerli Anadolu halkları olmalıydı; bizim bugün bile 'Rum' deyimiyle Yunan'dan ayırdığımız, ancak sorgulamadığımız için bu köktenci ayrımın bile farkına varamadığımız, halkların ataları olmalıydı.
- Neden?
- Görüşlerimdeki değişim, Yunan sanatının yanı sıra öğrenciye öğretmek için öğrendiğim Anadolu'da Hitit, Firig, Urartu ve Yeni Hitit ile Hellas ve Girit dersleriyle başladı, özellikle Frig dersinde çok önemli sonuçlara ulaştım. O zamanlar, öğrencisi olmakla kendimi özel hissettiğim, rahmetli hocam Ord. Prof. Ekrem Akurgal, Friglerin MÖ 1200-800 arasında yaşanan sözde bir 'Karanlık Dönem' içinde Anadolu geleneğinden kopması nedeniyle yüzlerini Anadolu toprağında ilk kez Batı'ya dönme durumunda kaldıklarını ve herşeylerini Yunan'a borçlu olduklarını ortaya atmış ve arkeoloji dünyasını buna hemen inandırmayı başarmıştı; belli ki özünde 'Yunan yaratıcılığı' vardı ki hemen inanmışlardı. Hatta 'Yazıları da Yunancadan alınmıştı'. Şimdilerde ise yazının Frig başkenti Gordion'da Yunanca'dan 100 yıl kadar önce yazıldığı bilinmektedir. Bugün artık yaygın olan kanı Hititler sonrası Orta Anadolu'da bir Karanlık Çağ'ın olmadığı ve Frig uygarlığının Anadolu kökenli olduğudur. Bunu 1986'da ilk ortaya attığımda susulmuştur, şimdi de adımı site etmeme uğraşı içindedirler.
***
KARANLIK ÇAĞ DİYE BİR ŞEY YOK
- Nasıl varmıştınız bu sonuca?
- En basit soruyu sorarak. Nasıl olur da bir uygarlık, tarihinin, kültür ve sanatının en üst düzeyde seyrettiği bir yüzyılda, Gordios ve Midas'la altın çağın yaşandığı MÖ. 8. yüzyılda tarih sahnesine çıkmış olabilir? Bunun mutlaka uzun bir geçmişi olmalıydı. Dolayısıyla savlandığı ve kabul gördüğü gibi öncesinde bir Karanlık Devir de olmamalıydı. Yaptığım çalışmalar bunu doğruladı. Bir 'karanlık' da MÖ. 7. yüzyıl için öngörülmüştü; Yeni Hitit heykel sanatının İon sanatına etkisini zora sokmaktaydı bu karanlık. Bu yüzyıla, iki kültür arasında aranan 'aracılar' olarak Frig Kybele resimlerini yerleştirince, sorun burada da çözüldü.
- Likyalılar için de aynı şey mi söz konusu?
- Evet. Ekrem Hocama göre Likya da bir Yunan uygarlığı ürünüdür. Çünkü orada da M.Ö. 1200 ile 700 arasında bir karanlık dönem vardır. Bu nedenle MÖ 2. binyıl Lukkalar'ı ile 1. binyıl Likyalılar'ı arasında kültürel ve sanatsal tüm bağlar kopmuş ve 8. yüzyılın sonundaki en erken Likya yapıtları Yunan etkisiyle ortaya çıkmıştır; böyle yazıyor Hocam ve, Patara Okulu dışında, herkes.
- Böyle olmadı mı?
- Burada bir saplama yapmalıyım. Hocamın Yunan dediği aslında İon. Bu çok ilginç. Frigler bağlamında da öyle. Yunan derken hiçbir zaman denizin ötesindeki Hellenleri kastetmiyor. Ben İon uygarlığını Yunan'dan ayırınca, sorun kendiliğinden çözüldü, işim kolaylaştı. Çünkü Likya sanatı tek bir alanda değil bir çok alanda İon etkisinde kalmıştı. Patara bağlamında Likya'daki çalışmalarımız da onların sanat ve kültürde Anadoluluğuna götürdü. Yine Batılıların bizlere bakışını göstermesi açısından ilginçtir, bu nedenle anlatmalıyım. Havva İşkan, Likya mezarları üzerindeki betimlemelerin Yeni Hitit etkisinde biçimlendirildiklerine yönelik bir makale yazmıştı. Bir yıl sonra da Ksanthos'taki Fransız meslektaşlarımız, önceleri Yunan etkisine bağladıkları bu tür resimlerin aslında Yeni Hitit etkisinde işlendiklerini kanıtlayan yeni bulgulara ulaştılar. Bunu her dilde 'övünçle' duyurdular bilim dünyasına; fakat kendilerinin o güne dek önyargıyla yanılgı içinde olduklarını, bu gerçeği Havva İşkan'ın görüp kapsamlı bir biçimde yayınladığını tek bir alıntıyla da olsa yazmayı içlerine sindiremediler. Pek özendiğimiz Batı bilimselliği bu olsa gerek!
- Bugüne dek Yunan adı verilen ve üzerine koskoca bir dünya inşa edilen bir uygarlık 'Aslında Anadoludur' diyorsunuz.
- Frigler herşeylerini Anadoluya borçludur. Aynı şey Hititler için de geçerli. Hitit kültür ve sanatı kendilerinden önceki Hattiler'in devamı. Onların da kendi anayurtlarından getirdiği bir şey yok. Sanki başka yerden gelmemişler de buradan kök sürmüşler gibi. Zaten Hint-Avrupa kökenli halkların, yani Avrupalıların Anadoluluğu arkeolojinin gündeminde. Dışardan göçle geldiler ise, işte o zaman Anadolu'nun, yabancıları güçlü kültür ve sanat birikimiyle 'kendileştirdiği' sonucu çıkar. Eğer yazı olmasa ve bu iki halkın kimlikleri okunmasa, yerli halklardan sanılacak denli Anadolulaşma'dır bu. Aynı olgu İonlar için de geçerlidir. Çünkü yazıyla bilinir İon oldukları. Bu olgu Ege göçlerine uyarlandığında görülecektir ki 'Nasıl ki göçmen Hititler ve Frigler kendi yurtlarından bir şey getirmemişlerdir , kültür ve sanatlarıyla, düşünceleriyle Anadoluludurlar, aynı şey Ege Göçleri'yle Yunanistan'dan gelenler için de geçerlidir.' Sanatlarına, kültürlerine, tanrı ve tanrıçalarına ilişkin, düşünceye ilişkin hemen herşey Anadolu geleneğindedir. Hitit ve Frigler 'Anadolulaşmış' iken, İonlar 'Yunanlaşmış' olamaz.
- Yazıları için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
- Orada da bir açmaz var. Ekrem Hocam diyor ki 'Likya uygarlığı dili ve yazısı yerli olmasına karşın bir Yunan uygarlığıdır. Çünkü onun sanatı Yunandır. İonlar bağlamında ise bunun tam aksini söylüyor; çünkü ona göre 'bunların sanatı, kültürü Anadolu özlüdür, ama yazısı Yunancadır, bu yüzden İon uygarlığı da bir Yunan uygarlığıdır'. Yunanlık sözkonusu olduğunda böyle olabiliyor işte. Yazıda ve sanatta olmazsa mitosların diliyle Yunanlaştırılıyor. Örneğin yazısı, dili, düşüncesi, sanat ve kültürüyle katıksız bir Yeni Hitit yerleşimi olan Karatepe'nin Yunan önbilici Mopsos tarafından kuruluşu böyledir ; kazıcısı bile böyle yazar.
HERODOT'UN AMCASI, THALES'İN BABASI ANADOLULUYDU
-Burada, yazı nın dille bağlantısı konusunu biraz açar mısınız?
-Genelde sanılıyor ki yazı Yunancadır İonia da, o zaman halk da Yunanca konuşur! Bana yöneltilen baş soru olması nedeniyle, bunun böyle olmadığını kitabın Başlarken bölümünde anahatlarıyla öne çıkarmaya çalıştım. İskender buyruğuyla tüm Anadolu'da resmi yazı Yunanca'ya dönüştüğünde Frigya'da da öyle olur. Şimdi sanılır ki halk da dilini değiştirmiştir. Fakat Roma'nın ilerlemiş dönemlerinde Frigya'da Yunan harfleriyle yazılan yazıtların Frig dilinde olduğu görülmüş, halkın aradan geçen yüzyıllar boyunca kendi ana dilini unutmadığı anlaşılmıştır. Arapça, Farsça, Türkçe yazıya rağmen, kendi yazısı olmamasına karşın, örneğin bir Kürtçe unutulmuş mudur ki binyıllar öncesinin koşullarında Yunanca yazılıyor diye İonia'da öz dil Luvice konuşulmamış olsun? Denizlere egemen olan Yunanların dili, tıpkı günümüz İngilizcesi gibi bir ticaret dili, bilim dili olarak yayılmıştır antik dünyaya; bir kısım halk kendi ana dili yanında, yine tıpkı İngilizce gibi, onu da konuşmuş olmalıdır. Bu nedenle göçlerden 500 yıl sonra bile Thales'in baba adı, Hekateios'un kendi adı, Herodot'un amca adı Karca'dır; biz ise atası Karyalı olan o büyük düşünür ve yazarları Yunan olarak tanır, öyle tanıtırız. Artık 'Avrupa'nın ana şehri' sayılan Milet'te o dönemlerde Karca konuşulduğuna hiç değinmeyiz.
- Sadece kullandıkları yazı yüzünden bir uygarlığı öyle nitelemek mümkün mü?
- Uygarlıklar kullandıkları yazı ve dile göre tanımlansaydı, yazının Yunanca olduğu Roma Çağı Anadolu'sunun kentleri içerdikleri yapılarla tam bir başkent Roma görüntüsü sergilemezlerdi. Pers Krallığı topraklarında Arami, Selçuklu Anadolu'sunda İran sanatı egemen olurdu. Yazıyı hep öne çıkarırız, bugün Yunanca diye bilinen yazının MÖ 402 yılında Atina'da tüm Hellen halklarının ortak yazısı olarak kabul edilen İon alfabesinin ürünü olduğunu gündeme getirmeyiz. Bununla yazısını bile sözde 'sömürgeye' borçlu bir Yunan uygarlığından söz ediyorum. Benzer yazı, benzer dile karşın, sanatın ve düşüncenin özündeki köktenci farklılıklar nasıl açıklanacak? Anadolu İon sanatının Doğu geleneğinde 'doğal, gerçekçi', Hellas Dor sanatının kendi geleneğinde 'ideal güzellikte, yapay' olmasında görülür temel fark. Sözde 'Atina Klasiği' ise gerçekçi ve doğal insan resminin bir yaratısıdır. Çünkü özünde duyguların doğalıyla dışa yansıması, harekete göre değişkenlik ve derinlik vardır; hepsi de önce İonia'da başlar.
***
HELEN DOSTLUĞUNU HÜMANİZM SANDILAR
- Burası ilginç. Çünkü Batı'nın Yunan'dan aldığını söylediği şeyin aslında Yunanistan'da olmadığını söylüyorsunuz. İş sofistlere kadar gidiyor.
-Çağımız felsefesinin öncülerinden ve o akımı Atina'ya taşıyan Protagoras ve Anaksagoras gibi İonialı düşünürler, umutla gittikleri 5. yüzyılın altın çağ Atina'sında her şeyi akılla açıkladıkları için dinsizlikle suçlanır, eziyet görürler. Hani İonlar Atinalıydı? Bu nasıl aynı halktan insanlardır ki kökten farklı düşünürler. O gerçekçiliğin temelinde, az önce sanata değgin olarak da söyledim, aynı şey var, Anadolulu olmak var.
- Bundan sonra dönüş olması mümkün mü?
- Olmak zorunda. Önyargılarla yola çıkılmışsa, bir "Hellen hayranlığı"nın büyüsünde, er ya da geç dönüş kaçınılmazdır. Yeter ki görüşlerim eleştiriye açılsın. Amaçladığım bu. İlginç bir biçimde "yok" muamelesi görmekteyim. Hem makalelerimi yayına değer bul, konferanslara çağır, hem de "yazılmamış, konuşulmamış" say? Eleştirilsin ki doğrular bulunsun. Değilse, bir yere varılamıyor. Belki de "istemedikleri" bir yere varılsın istenmiyor; ne bileyim ben.
- Anlattıklarınız yaygınlaşırsa ne değişecek?
- Benim sorunum o değil; eleştirilmek ve bilimsel doğrulara sorgulayarak varmak, benim beklentim. Eleştirileri de somut karşı belgelere dayandırmak.
- Türkiye'de durum nasıl?
- Batı'dan farklı düşünülebilinir mi? Bizde bir kesim var. Entelektüel ve hümanist olmayı 'Hellen dostu' olmakla eşanlamlı sayan; doğallıkla da görüşlerime karşı çıkmayı 'hümanistliğin gereği' olarak görenler var. Bilimsel olarak karşı duramayınca da, 'Kültür ve sanat evrenseldir, insanlığın ortak değerleridir, kimlerin yarattığı önemli değildir'e sarılıyorlar hemen. Bir arkeoloğun asal görevi başka nedir, o unutuluyor; Batı'nın ve Batıcıların ikiyüz yıldır 'Yunan yaratıcılığı'nın misyonerliğini üstlenmişliklerine ise sessiz kalınıyor. Batı uygarlığını 'Anadolu halkları yarattı' dersen ulusalcısın, 'Yunanlar yarattı' dersen hümanist oluyorsun.
- Size milliyetçi ve Anadolucu demelerinin nedeni bu mu?
- Dedim ya, bazen oluyor. Aralarında benim öğrenmek uğruna yurt dışında altı genç yılımı verdiğim bilimsel yöntemimi tartışmaya cüret edenler bile var. Kültür ehli olunca, arkeolog da olduğu sanısına kapılanlar bunlar. İsterim ki benim neci olduğumu bıraksınlar da; söylediklerimi, yazdıklarımı bilimsel düzeyde tartışmaya açsınlar.