Ne kadar özgün, farklı, taze, 'genç' bir film... Gençliği anlatacağız diye yola çıkıp karşımıza olmadık şeyler getiren genç yönetmenlerin, 40 yaşının eşiğinde bu filmi çeken Tolga Örnek'i kendilerine örnek almasını dilerdim! Film, 90'lı yıllarda pıtrak gibi çoğalan özel radyolardan birinde, Kent FM'de, geceleri 'Kaybedenler Kulübü' adlı bir program sunmaya başlayan iki gencin gerçek serüveninden yola çıkıyor. Kadıköy'de, alternatif kitaplar basan bir yayınevi sahibi Kaan ve bir bar işleten, müzik ve plak hastası Mete, aralarında konuşur gibi sundukları programlarında giderek daha geniş bir kesime ulaşıyorlar. Konuşmaları yer yer düşünce, giderek felsefe kırıntıları içerse de, bu temelde gündelik, kuraldışı, giderek bayağı, hatta müstehcen bir uslup. Örneğin Kaan'ın telefonla arayan herkese "Sizinle daha önce yattık mı?"sorusunu yöneltme huyu var!.. Ya da erken boşalmadan mastürbasyona cinsellikle ilişkili konular da uzun uzun konuşulabiliyor. Batı'da sık rastlansa da bizde çok az olan bir tür radyoculuğun ilk örneklerinden biri... Patroniçeleri onlardan hem memnun, hem de şikayetçi. Artan reyting'lerden ağzı kulaklarına varıyor, ama öte yandan habire 'burası Türkiye' deyip kapatılma korkusundan söz ediyor, onları daha edepli olmaya çağırıyor. Üstelik tutucu çevrelerden aldıkları tehditler de cabası. Ama başka türlü yapmak ellerinden gelmiyor ki.... Film öncelikle bu çevreye ve bu olaya ilk kez değinen filmimiz olarak dikkat çekiyor. Ki bir radyoyu anlatan filmler Batı'da bile azdır: Hatırladıklarımız arasında Kazan'ın
A Face in the Crowd- Kalabalıkta Bir Yüz, Stuart Rosenberg'in
WUSA- Bugünün Adamı ve en çok da Oliver Stone'un
Talk Radio- Sırdaş Radyo gibi filmleri var. Çevik, aslında pek de sinemasal sayılamayacak bu konuyu görselleştirirken, büyük bir cesaret, hatta cüret gösteriyor. Beyazperde onun için bir film boyunca geniş ve bembeyaz bir müsvedde sayfası gibi kullanacağı bir alana dönüşüyor. Orada renklerle oynuyor, siyah-beyazla renkliyi karıştırıyor, yakın planlarla kahramanlarının ruhuna nüfuz ediyor. Perdeyi bölüyor, parçalara ayırıyor, sözleri çok iyi anlaşılmayan birinin söylediklerini iri harflerle perdeye getiriyor. Gençlerin pek sever olduğu o omuz kamerasıyla bizi serseme çevirmek yerine, düzeyli bir biçimciliği seçiyor. Ne güzel... Ve bu özel hikayeden yola çıkıp, tüm bir dönemi anlatıyor. Özal sonrası Türkiye'sinin keyif, haz ve tüketim tutkusunu, Beyoğlu'nun barlarında ivme kazanan bir gecelik ilişkileri, hızlı seksler ve yapay dostluklar yaşanmasını, herşeye sahip gözükenlerdeki o korkunç doyumsuzluğu, umarsızlığı gösteriyor. Bohem bir yaşamın kederli arka yüzünü... Kaan, bu tür bir yaşamın prototipi olarak, sayısız kadının içinde ilk kez gerçek bir ilgi duyduğu ve karşılığını da bulduğu mimar Zeynep'i hayatında tutabilecek midir? Herşeyin böylesine hızla tüketildiği bir ortamda, bu mümkün müdür? Böylece bu ayrıksı film, dolaylı olarak tüm bir dönemi veriyor: O müthiş melankolisiyle birlikte. Özenle seçilmiş az, ama öz parça filmin ruhuna eşlik ediyor: Ferdi Özbeğen, Asu Maralman, MFÖ, Wilson Pickett. Ve o muhteşem
Melancholy Man'la The Moody Blues. Yiğit Özşener ve özellikle Nejat İşler kişilikleri oynamıyor, sanki yaşıyorlar. Ahu Türkpençe de onlara ayak uyduruyor. Ama son tahlilde bu filmin sinemada oyalanmak ve hoşça vakit geçirmekten başka şey beklemeyen saygın ve kibar bir kitleye göre değil, biraz daha hoşgörülü ve de 'edepsiz' bir kesime göre olduğunu belirtmeliyim!..
KAYBEDENLER KULÜBÜ ****
Yönetmen: Tolga Örnek Senaryo: Mehmet Ada Öztekin, T. Örnek Görüntü: Burak Kanbir Müzik: Can Gox, Cavit Ergün, Erdem Tarabuş Oyuncular: Nejat İşler, Yiğit Özşener, Ahu Türkpençe, İdil Fırat, Riza Kocaoğlu, Serra Yılmaz, Şafak Başkaya Ekip Film