Sanırım İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti oluşunun kutlandığı günün birkaç gün sonrasıydı. Mühim bir haber kaynağım ile görüşeceğim mekânda vakit geçirmek için telefonumun internetinde dolanıyordum. O arada sadece sanal ortamda habercilik yapan bazı internet sitelerinde şöyle bir haber ilişti gözüme: "Sultanahmet'teki Kültür Merkezi'ndeki toplantıdan çıkan üç kişiyi darp eden polis, aralarında bulunan Başbakan Erdoğan'ın dünürü Sadık Albayrak'ın kolunu kırdı."
Kendi kendime, "Nasıl yani? Bırakın Başbakan'ın dünürü olmasını bir kenara, basın şeref kartına sahip olan gazeteci- yazar Sadık Albayrak'ı polis nasıl olur da darp eder?" filan sorularını sorarken o mühim haber kaynağım damladı yanıma.
Baktı ki ben pek bir haber heyecanındayım. "Hayırdır? Kötü bir şey mi oldu?" diye sordu.
Kısaca anlattım ve "Bu olay doğruysa yarın bütün gazetelerin manşetleri ve bütün haber bültenlerinin birinci haberidir" cevabını verdim.
Son derece mühim bir görev icra eden haber kaynağım ise; "Daha neler? Yalandır!" filan diyerek şaşkınlığımın boşuna olduğunu anlatmaya çalıştı bana.
Nitekim ertesi gün bizim gazete dahil hiçbir gazete bu haberi kıyısından köşesinden görmedi, en ufacık bir haliyle.
Fakat birkaç gün sonra, Sadık Albayrak'ı eskiden beri tanıdığını bildiğim gazeteci arkadaşım Tutkun Akbaş aradı. Pürtelaş; "Polis, güpegündüz, İstanbul'un ortasında Sadık Ağabey'i darp etmiş. Adam 70 yaşında. O darp sırasında da kolu kırılmış!" dedi.
Adrenalinini her zaman yüksek bulduğum cabbar gazeteci arkadaşım Tutkun'u sakinleştirmek için, "Yok ya! Yalan herhalde o haber. Olay yazıldığı gibi olsa idi şimdi yer gök inliyordu. Medya ayağa kalkmıştı!" diye cevap verdim.
"Yalan malan değil Hocam. Ben olayın bire bir tanıklarından dinledim mevzuyu ve bütün detaylarını yazdım. İnanmıyorsan aç oku benim siteyi" ısrarı karşısında da açtım medyagundemi.com'u...
İnanılır gibi değildi gerçekten. Haberde gazeteci-yazar Sadık Albayrak'ın başına geldiği iddia edilen olaylar tüm detayıyla yazılmıştı. İki arkadaşıyla birlikte Laleli'den tramvaya binmek üzere istasyona doğru yürüyüşe geçen Albayrak, yeşil ışık yanarken sağ taraftan hızla gelen bir araç tarafından ezilmekten son anda kurtulmuşlardı. Tam bu şoku atlatmış ve bir kez daha istasyona doğrulmuşlardı ki bu kez tam diplerinde Hyundai marka sivil bir araç durmuştu. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen Albayrak, o sivil aracın şoförüne, "Özel izniniz var mı? Bu yolda bulunmaya hakkınız yok" uyarısında bulunmuştu. Tanıkların ifadesine göre, araçtan ağzında sakız, kulağında kulaklık olan deri montlu bir kişi inmiş ve kendisinin Fatih Emniyet Amiri olduğunu belirtip, söz konusu yolu da resmi olarak kullanma izni olduğunu söylemişti. Her ne olursa, her kim olursa olsun bu türden bir tavrın yakışmadığını söyleyen Albayrak ise korkunç bir reaksiyonla karşı karşıya kalmıştı. Bunun üzerine yasal vatandaşlık hakkını kullanıp, "Polis olduğunu nereden bileyim. Lütfen kimliğinizi gösterin" demişti. Albayrak'ın bu talebine cevap vermek zorunda olan polis şefi ise bunu yapmak yerine yanındaki şoföre talimat verip, "Çağır ekipleri gelsin. Götürsünler şu herifleri!" demişti.
Kısa bir süre sonra olay yerine varan ekipler de şeflerinin talimatı ile 70 yaşındaki Sadık Albayrak'a ve arkadaşlarına kelepçeyi takıp, karga tulumba polis otosuna bindirmişlerdi. "Bu davranışınız çok yanlış. Türk polisine hiç yakışmıyor" dedikçe de karşı taraftan akıllara durgunluk veren bir muamele ile karşılaşmışlardı. "Ayyaş mısın, sarhoş musun kardeşim?" gibi sözlerle hakaretler edilmeye başlayınca da Albayrak artık dayanamamış ve "Kardeşim ben Sadık Albayrak'ım. Ne ayyaşım, ne sarhoş. Ağzıma içki filan da sürmem!" demişti...
Albayrak ve arkadaşlarına kafayı takan müthiş polis şefi doğruca Beyazıt Karakolu'nun yolunu tutmuş ve oraya varıncaya kadar da hakaretlerini sürdürmüştü. Zaman zaman garip bir aymazlık içine girebilen polis memurları bütün bu olan bitenle yetinmemiş, üstüne bir de Albayrak ve arkadaşlarının karakol nezarethanesindeki hallerini cep telefonuna kaydetmişlerdi.
Peki, vatandaş Sadık nasıl serbest kaldı?
Haberi okuyup pek bir mort olduktan sonra tekrar Tutkun'u aradım. "Peki sonra ne olmuş arkadaşım? Sadık Bey nasıl kurtulmuş?" diye sordum merakla. "Polis sonunda insafa gelmiş ve Sadık Ağabey'e bir yakınını ya da avukatını arayabileceğini söylemiş. O da aramış. Söz konusu kişi gelince de, Beyazıt Karakolu'na bomba düşmüş adeta... Çünkü o dakikaya kadar Başbakan Erdoğan'ın dünürü olduğunu söylemeyen Sadık Ağabey'in kim olduğu ortaya çıkmış anlayacağın. 'Niçin söylemediniz efendim Başbakanımızın dünürü olduğunuzu. Çok özür dileriz. Kem... Küm...' filan etmişler ama Sadık Ağabey nuh demiş, peygamber dememiş."
"Eee ne demiş peki arkadaşım? Şikâyetçi filan olmamış mı?"
"Olmamış. Karakoldan kendisini almaya gelen kişiye de serzenişte bulunmuş hatta. 'Neden söyledin bu yakınlığımı?' diye... Çıkarken de, 'Arkadaşlar. Velev ki ben Başbakanın Dünürü Sadık değil, vatandaş Sadık olarak karşınızdayım. Benim için mühim olan benden ya da diğer arkadaşlarımdan bu yakınlığımdan dolayı özür dilemeniz değil! Mühim olan haksız yere vatandaş Sadık'a karşı gösterdiğiniz bu muameledir! Bakın, yaşım 70. 12 Eylül'de gözaltına alınırken bile bana bu kelepçe takılmadı. Çok ağrıma gitti. Çok üzdü beni. Sizden ricam lütfen vatandaşa böyle muamele göstermeyin" demiş."
Vatandaş Sadık'ı ayakta alkışlıyorum!
Tabii ki bu olay baştan sona fecaat! Ancak benim anlamadığım, en ufacık bir olayda meslektaşları için kıyamet koparan gazeteci takımının böyle bir olay karşısında sessiz kalması. Hani Allah muhafaza, o ağzındaki sakızla caka satan polis şefine, "Heytt ulan. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Başbakanın Dünürü Sadık Albayrak! Yok ederim ulan seni! Bitiririm!" filan deseydi günlerdir bu olayı konuşuyordu Türkiye.
Ama şimdi çıtını çıkarmıyor benim aslan medyam! Oysa, bırakın Sadık Albayrak'ın Başbakan'ın dünürü filan olmasını, her şeyden önce o, bu meslekte söz sahibi duayenlerimizden. Ben kendisini iki nedenden dolayı şahsen ayakta alkışlıyorum.
1) "Vay be! Demek ki bu ülkede, ben onun bilmem nesiyim. Şunun bilmem nesiyim" demeyenler de varmış" dedirttiği için.
2) Polisin tüm kötü muamelesine rağmen, "Ben vatandaş Sadık'ım" diyerek tipik bir devrimci direnişi göstererek bize eski devrimcileri anımsattığı için!