Yanımda Ali Erten ayağa fırlamış, resmen horon tepiyor.. Burası İngiltere.. Londra.. West End.. Wembley Stadı'nda bile ayağa kalkıp arkadakinin görüşünü engellemene izin vermezler.. Ali'yi ceketinin eteğinden çekip oturtmaya çalışıyorum. Arkasındaki İngiliz beni engelliyor.. "Bırakın.. Bakın ben de ayaktayım zaten.."
Solumdaki Hüseyin "Gözlerime inanamıyorum" diyor.. "Gözlerime inanamıyorum. 48 saat evvel burada dehşet içindeydim.. 'Bu ortaokul müsameresi nasıl Londra'ya gelir... Ben nasıl sponsor olurum?. Hıncal Hoca nasıl bu kadar yanılabilir" diyordum.. İlk gece gösteri tam bir felaketti.. Bir de şuna bak.. Şu kopan kıyamete bak.. Bu halk, Riverdance'ı böyle seyretmedi.."
Ali Erten anlattı.. "Pazartesi ilk gecemiz gerçekten felaketti.. Bir defa sahne küçüktü. Türkiye'de çok daha geniş bir sahnede
yapılan gösteri Peacock'a oturmamıştı. Buna çocukların ilk defa bu kadar önemli bir sahneye çıkmalarının heyecanı ve gerilimi eklenince, o gece kimse ne yaptığını bilemedi. Ama ben hiç aldırmadım. Her şeyin yoluna gireceğini, her geçen temsil çok daha iyi olacağımızı biliyordum. Ertesi sabah hemen tiyatroya geldik ve bu küçük salona uyum sağlayacak rötuşlarla işe başladık. İlk temsil uzundu. Tempo yer yer düşüyordu. Hüseyin Özer bize çok sağlıklı eleştiriler yapmış, yol göstermişti. Bizim aldığımız notlar da vardı. Bunların hepsini dikkate aldık. Şovu biraz kısalttık. Tempoyu dikkate aldık. İşte 48 saatin mucizesi bu.."
O kadarla da kalmadı. David King, bu şovu Londra'ya getiren adam, West End'in en önemli promoterlarından biri.. Onun eli de dokunmaya başlayınca, Ali cumartesi akşamüzeri koşarak geldi ve boynuma sarıldı..
"Hıncal Ağabey, senin çarşamba gecesi gördüğün şov da bugünkünün yanında müsamere gibi kaldı.. En güzel temsili bugün verdik.. Hollandalı, Belçikalı, Fransız ve Amerikalı organizatörler bayıldılar. Durmadan adamlarla toplantı yapıyoruz. Aralıkta Çin'deyiz, ondan sonra bir dünya turu görünüyor sanki.."
Cumartesi, pazar, ikişer temsil.. Matine, suare.. Suarelerde biletler tükenmiş iki gün evvelden.. Millet matineden medet umuyor.. Ali telefon etti..
"Hıncal Ağabey.. Hayatında hiç kuyruk seyretmek gibi bir keyfin oldu mu?.. Şu anda karşı kaldırımdan bakıyorum. Tiyatronun girişi iğne atsan yere düşmez bir tıklım.. Dışarda kaldırımda bir kuyruk uzuyor, nerdeyse 100 metre.. Bu kuyruğu seyretmek, şovun kendisini seyretmekten güzel inan.."
Ali bu zaferin en heyecanlı adamlarından biri.. Şovun Londra'ya taşınmasında ısrarları ve çabaları ile baş rolü oynadı..
İlk temasları yapmak için giderken "Sakın sefaret, konsolosluk, ataşeliklerle uğraşma.. Onlardan hayır gelmez.. Bürokrasiyi geç.. Londra'nın muhtarı Hüseyin Özer'dir. Onu bul" dedim.. Bulmuş.. En önemli sorunu açmış, ilk.. "Sponsor bulabilir miyiz, dostların, tanıdıkların vardır iş adamları arasında.."
"Ne demek bulmak" demiş, Hüseyin.. "Ben varım ya.."
Sofra Londra şovu taşımayı yüklenmiş. 50 kişinin Covent Garden Sofra'da günde iki öğün yemeği.. En önemli masraf kalemi.. Londra'nın dört bir yanına dağılmış Sofralar ve Özer'de yoğun tanıtım. Her masaya broşürler.. Duvarlara kocaman afişler.. Sofralar ve Özer, Londra'da Türklerden çok İngilizlerin doldurduğu dükkânlar.. Sofra ve Özer adı kalite garantisi..
Satışlar hem de nasıl patlamış..
..Ve de ardından zafer!.. "Artık ölsem gam yemem" dediğim, hayallerimin gerçekleştiği günler!..