Megaralı Byzas, kabilesi için bir şehir kurmak ister ve fikrini almak üzere Delfi Kahinine başvurur. Aldığı cevap kısa ve kesindir:
- Şehrini Körler Ülkesi'nin karşısında kur!
"Neresidir bu Körler Ülkesi" diye fazla düşünmez Byzas. Aramaya karar verir. Yola koyulduktan aylar sonra, bugünkü Sarayburnu'nun bulunduğu yere gelir. Boğaz'dan Kadıköy'ün yerinde kurulmuş şehri seyreder ve kendine sorar:
- Bu şehri neden şu benim bulunduğum güzel yere değil de, karşıki çorak topraklar üzerine kurmuşlar?
Bu adamlar kör mü?
Niçin burayı seçmemişler?
Sonra birden, Delfi Kahininin sözlerini hatırlar:
"Şehrini, Körler Ülkesi'nin karşısında kur!"
O an kararını verir. Körler Ülkesi karşısındadır. Kendisi de şehri, Boğaz'ın yakasındaki yemyeşil yerde, yedi tepe üzerinde kuracaktır. Şehir kısa zamanda Haliç'le Ligos burnu üzerinde kurulur. Adı, kurucusuna mal edilerek Bizans olur.
***
Böyle der İstanbul'un kuruluş efsanesi.. Böyle der de, geçecek asırların efsaneyi tam tersine çevireceğini düşünmez..
Geçen hafta sonu Ünal'la "Hadi bir nostalji yapalım" dedim..
Ünal Kadıköylü.. Moda Maarif Koleji'nden.. Ben orta, lise, üniversite tatillerimi hep Kadıköy'de geçirdim.. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan ve paramız yettiğinde Suadiye Plajları'nda..
Bağdat Caddesi, akşam üzerleri hem de nasıl "Dolaşma" yerimizdi.. Suadiye-Göztepe arasında tur Allah tur.. Kızlar öğlen plajdan çıkmışlar.. Güzellik uykularını almışlar.. Saçlarını tarayıp mis kokularını sürerek makyaj yapmışlar.. En seksi elbiseleri giyip caddeye taşınmışlar.. Kaldırımlarda yanık tenli yüzlerce afet.. Arada biz.. Bak bak dur.. Bak bak dur.. Acaba o da sana bakar gibi oldu mu?.. Gülümsedi mi acaba?..
Hayal dünyası.. Sonra evlere çekilmeler.. Yemek.. Sonra gene dışarı.. Yazlık sinemalar.. Bu defa o gülümsediğini sandığın kız, ailesi ile beraber.. Uzaktan bakışmalar.. Bakışmalar.. Bakışmalar.. Flört işte bu.. İki bakış.. Sonra sabaha kadar rüyanda gör dur..
Plaj, promenad, (Yani dolaşma) sinema üçgeninde ama hep ümit, hep heves, hep "Acaba" dolu bir yaz.. Sonra eylül.. Evli evine, köylü köyüne, eylülü.. Gelecek yaza kadar..
Ünal'la nostaljimiz işte bu..
Ne var ki, plajlar yok olmuş.. Sinemalar da.. Bir promenadı kalmış, Bağdat Caddesi'nin anılarımızdan..
Attık kendimizi.. "Çıkalım senle Bağdat Yoluna.." demiş ya aşık..
Vay vay vay!..
Bakın dünyayı gezdim.. Dünyada bir Bağdat Caddesi daha yok.. Champs Elysees dahil.. Bu kadar uzun.. Bu kadar yaşayan.. Bu kadar güzel.. Bu kadar romantik..
Bakın evvela Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'ü kutlarım, yürekten.. Hani "Kaldırım yüksekliği uygarlıkla ters orantılıdır" demiştim ya.. Burada kaldırımlar alçak.. Nerdeyse yere yapışık.. Kaldırım üstünde park etmiş araba yok.. Yol kenarında kısa duruşlar yapanlar var. Bu kadar canlı bir caddede bu duraklamalar hoş görülmeli.. Trafik polisleri durmadan devriye dolaşıyorlar, ama hoş görüyorlar, kısa duranları.. O kısa duranlar da, hoşgörüyü kötüye kullanmıyorlar. Kaldırımlar tertemiz.. Dünyaca ünlü Oxford Caddesi'nin utandıran pisliği burada yok.. Toz yok.. İzmarit yok.. Sadece dökülen sonbahar yaprakları var.. Adına şarkılar yazılan Autumn Leaves.. Bunu nasıl başarıyorlar demeye kalmadı.. Minik golf arabalarında dolaşan kadınları gördük.. Özel bir temizlik şirketinin elemanları.. Hiç toz kaldırmadan, kaldırımı elden geçiriyorlar. Sıkılmadan seyrettim.. Yaprakları değil, izmaritleri topluyor, süpürge ve faraşı ile.. Bu nasıl güzelliktir?..
Kaldırımlar korsan kitap ve cd satanlarla doluydu, geçen yaz son gittiğimde.. Bu defa bir tane yok..
"Bütün yazı karşıda geçirdik.. Bu cennet burada varken.. Körler Ülkesi artık bizim taraf" dedim Ünal'a.. "Byzas günümüzde yaşasaydı, yaptıklarına pişman olur, halkını Kadıköy'e yerleştirirdi.." dedi..
***
Okul yıllarımın nostaljisi Erenköy'deki Divan'dır.. Cep delik, cepken delik.. 3 kuruşluk biletle yeşil renk tramvaya binebiliyoruz ancak.. Kırmızısı on kuruş çünkü.. Divan'ın karşı kaldırımında bir alçak duvar var.. Onun üstüne oturur, pastaneye girebilenleri gıpta ile izleriz.. En güzel kızlar Divan'a gelir.. Divan hep tıklım tıklım dolu olur.. Arada bizim Ankara Koleji'nin hafif tanıdık kızları da gelmez mi?.. Tadından yenmez..
Bu defa Divan tenha.. Pastane gitmiş, pub gelmiş yerine.. Servis elemanları harika.. Nasıl iyi eğitilmişler Divan Okulu'nda.. Pervane oluyorlar.. Gülümsüyor, şakalaşıyorlar. Bayıldım.. Ne var ki, yemekler felaket.. Divan Pub bizim okul yıllarımızda, Elmadağ'da bir lezzet ölçüsü idi.. En gurmeler oraya giderlerdi.. Bu Divan Pub, çok kötü bir fast foodçuya dönmüş.. Çok da yazık olmuş.
Bir an evvel kalkmak için "Kahveleri başka yerde içelim" kararı aldık..
Hemen yanında Star Buck's cafe var.. Benim dünya üzerinde en sevdiğim zincirlerden biri.. Ama sanki yandaki Divan'dan o da etkilenmiş.. Üzerinde ölü toprağı var.. Cadde o kadar güzel, dolaşan o kadar çok ki, dolu.. Peki yeni gelenler.. Bir kişi yok, karşılayan.. "Efendim doluyuz, ama biraz bara alalım sizi, şimdi falanca masa açılıyor" falan hikâye.. Dışarıda bekledik.. İçeri girdik, dolaşamadık, havası iyice ağır.. Tekrar çıktık.. Sağa sola bakınıp duruyoruz, hâlâ bir kişi "Ne bekliyorsunuz burda,
hadi yallah" bile demiyor..
Biz dedik kendimize. "Star Buck's da tükenmiş, hadi yallah" diye. Çıktık. Az biraz yürüdük. Gloria Jean's Cafe.. Nasıl tıklım.. Nasıl tıklım.. İşte benim nostaljik Divanım burası şimdi..
Girdik ve girmemizle baskına uğramamız bir oldu.. "Hoş geldiniz.. Her yer dolu, ama iki dakika bekleyin, açılacak yerler var.." diyen diyene.. Girdik ya.. Kaçırmayacaklar.. İşletmecilik bu.. En iyi işletmeyi kur.. İnsanı yanlış seçersen bitersin..
"Olur" dedik.. Durmadan gelip konuşuyor birileri.. Oyalıyorlar adeta..
Yol iki taraflı akıyor.. Yüzlerce, binlerce insan, aşağı yukarı dolaşıyorlar.. Sadece dolaşanlar var.. İki yanlı en güzel dükkânlardan alışveriş edenler var.. Vitrin bakan, insan bakan var..
Az sonra bir sevimli delikanlı geldi.. "Önde bir masa açıldı, bir de tribünde.. Hangisini istersiniz?.."
Tribün dediği Paris usulü.. Masalar yan yana dizilmiş, yola bakan sandalyeler arkada.. Orada yan yana oturabilirsiniz arkadaşınız, ya da sevgilinizle el ele tutuşarak..
Öbür masalarda sandalyeler karşı karşıya.. Bakışmak için..
Tam yol kenarına oturduk. Oturur oturmaz bir delikanlı yoldan geçen, sarıldı boynuma.. atv'nin iki defadır ısrarla piç ettiği, dizi tekrarlarından aşağılık görüp, sahur vakti ekrana getirdiği Yaşamdan Dakikalar'ı nasılsa uyanık kalıp izlemiş.. "Hıncal ağbi, öğüdünü tuttum. Ertesi sabah 'Günaydın' demeye başladım.. Nasıl değişti günüm, nasıl güzelleşti, bilemezsin" dedi.. "Bilirim.. Çok iyi bilirim" dedim. "Hayatımı değiştiren bir mucize yarattın, Hıncal ağbi, teşekkürler" dedi.. Geldiği gibi hızla gitti.
O gün derbi var.. Beşiktaş-Fener.. Aile boyu Fener formaları giymişler dolaşıyor.. 3 yaşında çocuklar dahil.. Gençler yan yana, formalı.. Biz Galatasaraylıyız.. Ebedi ezeli rakip..
"Ne olur bugün Hıncal Ağbi" diye yaklaşıyor, formalı Fenerliler.. "Vallahi bugün size 'İyi şanslar' diyemem", diyorum.. Gülüşüyoruz karşılıklı.. Fenerbahçe Cumhuriyeti'nde en fanatiklerle, hem de derbi günü şakalaşıyoruz.. Uygarlık oralara varmış..
Bu arada Gloria Jeans'ın şefleri uğruyor.. Ne düşünüyoruz.. Memnun muyuz? Şikâyetimiz var mı?.. "Yeni açıldık. Her türlü eleştiriye şiddetle ihtiyacımız var" diyorlar..
"Siz bu havayı sürdürün.. Havanın her iyi olduğu hafta sonu Bağdat Caddesi'ne gelip, burada yemek yiyeceğiz, burada kahve içeceğiz" diyoruz..
Güneş iyice toprağa yaklaşırken, toparlanıyoruz.. Dünyanın en güzel, en yaşayan caddesini geride bırakıp, karşıya, Körler Ülkemize geri döneceğiz..
Ah Byzas ah!..