Silahın erkek egosuyla çelişkili ilişkisi vardır. Güç kaynağı, yiğitlik simgesi, maçoluk süsü sayılır, fiyakası yapılır. Tam tersinin belirtisi de olabilir. Çıkabilecek kavgada bileğine güvenen erkek tabanca taşımaya ihtiyaç duymaz.
Freud düşüncesine göre elbette cinsel organ çağrışımı yaptıran namlulu silahı erkeklerin benimsemesi doğaldır. Saplantıya dönüşmemesi şartıyla. Tabancayla, tüfekle "bozan", ömrünü onların koleksiyonlarını yapmakla geçiren, ölümcül oyuncaklarını sabah akşam parlatıp yağlayan üşütüklerin ruhsal analizleri özgüven noksanlarını açığa çıkarır.
Silah taşıma ruhsatı için başvuranların genellikle "Beni öldürmek isteyenler olabilir, onlardan korunmak için" diye gösterdikleri gerekçe pek mantıklı değildir. Birini öldürmeye niyetli kişi onun silah çekmesine izin vermez, takkadak (çoğu kez arkadan) vurur.
Öyleyse silahlar her zaman yararsız, silahşorluk gereksiz midir?
Hayır.
Tenha yerde sevgilinizle dolaşırken çevrenizi zorbaların sardığını, dükkânınıza silahlı soyguncu daldığını, evinizi eşkıya bastığını düşünün... Ya da bir lokantada otururken kar maskeli birinin herkesi taramaya başladığını görüyorsunuz... Tabancanız varsa, kullanmasını da biliyorsanız, durdurursunuz suçu.
Yani her şey gibi silahın da eksisi artısı duruma ve akıllı davranıp davranılmadığına bağlıdır.
***
Savaş nedir? Devletlerin silah çekmesi.
Gerçeğini yaşamamış olanlar filmlerde gördükleriyle değerlendirirler onu. Patlama çatlama, dövüş, serüven, heyecan...
Hiçbir şey yapmayarak, yerinden kımıldayamayarak beklemekle geçirilen saatlerin, günlerin sıkıntısını, ölü parçalarının iğrençliğini, Azrail'le göz göze gelince yüreğe düşüveren dehşetin utancını bilmezler.
Heveslileri o gerçeği yaşamayacaklarından emin olanlardır. Geri hatlarda harita üstünde allı mavili ok çizerek "
harekât" yönetecek komutanlar, gözü kara önder rolüyle oy toplama hesapçısı politikacılar, sütunlar ve ekranlarda kükreyen medya aslanları devlet silahının namlusuna mermi sürer, cephelerden tabutlarla gelen delikanlılara saygı ve şükran sunarlar.
Kan dondurucudur acımasızlıkları.
Ve evet, her zaman, her zaman her yol denenmelidir savaştan kaçınmak için.
***
Ancaaak...
Her konuda olduğu gibi, burada da bir "
ancak" var.
Dünyamız yazık ki "
Altta kalanın canı çıksın" vahşetinden kurtulamadı henüz. Barışı sağlama almak için cenge hazır bulunmak gerektiği sözü de hâlâ geçerli. Silah ve savaş karşıtlığının sınırlarını bu tablonun kaçınılmaz kıldığı gerçekçilikle çizmek zorundayız.
Eşiğimizde türlü dolap çevrilir, uçağımız düşer, tepemize mermi yağarken de höt demeyeceksek, koskoca orduyu niçin besliyoruz?
"
Tezkereyle verilen yetki yüzde yüz gerekmedikçe kullanılmamalı" uyarısı doğrudur, "
Tezkere verilmemeliydi" itirazı yanlış.