Geliyorum diyen somut belalara sırt çevirip soyut ıvır zıvırla uğraşma gafletinin en çarpıcı örneği diye, Türkler kenti ele geçirmek üzereyken Bizanslıların yaptığı gösterilir:
"Melekler erkek midir dişi mi konusunu tartışarak gırtlak gırtlağa geliyorlardı" denir.
Çok komik de... Son zamanlarda Türkler ne yapmakta? Önyargılı kuşkularını pompalayarak devleştirdikleri sorun balonları yüzünden birbirlerine girmiyorlar mı?
Surlarını zorlayan ordular yok ama, çözüm üretme güçlerini sınayan gerçek dertler var karşılarında. En müzmini, en korkuncu, en yakını da üç gün sonra bir ateşkesin sona erme olasılığı. Deprem kadar büyük, tabut kadar katı, kan kadar sıcak bir sorun bu.
Çözümü için herkesin yangın söndürürcesine hareketlenmesi gerek. Herkes dediğim, gerçekten herkes. Manyak ya da hain olmayan, Türk, Kürt, sağcı, solcu, dinci, laikçi, evetçi, hayırcı...
Çünkü söndüremezsek ateş herkesin eteğini tutuşturacak.
Manyaklar ve hainler dahil.
***
Kimi bela yangın kadar belirgin ve dramatik değil. Sinsi, müzmin ve yaygın. Küçük görünen olaylarla çomak sokuyor yaşantının çarkına. Ama üstesinden gelmek daha güç oluyor.
Örneğin, bürokrasi. Onun sözde hizmet ettiği toplumun önünü tıkama huyu. Başkalarının ürettiği çuval çuval inciri berbatlayışı.
Türkiye o dertten çok çekti. Ve çekiyor.
Bakın, devlet kadrolarındaki birtakım görevlilerin yanlış davranışları ve ihmalleri yüzünden Hrant adında değerli bir vatandaşımız yabanice öldürüldü. Bu ayıp yurt içinde ve dışında lanetlendi. Devletimiz uluslararası en yüksek mahkemede hüküm de giydi.
İtiraz etmiyor. Tazminatı efendice ödeyecek.
Niçin? Lekeyi silemese de azıcık silikleştirmek umuduyla.Derken İstanbul Kültür Üniversitesi'nin o çabayı destelemek için düzenlediği bir konferansa katılmak üzere bir grup Ermeni gazeteci geliyor Atatürk Havalimanı'na. Birçoğu cinayet kurbanının adına kurulmuş bir vakfın çağrılısı. Dünyaya nam saldığını söylediğimiz Türk konukseverliğine ve hafifletilecek ayıbımız konusunda Dışişleri'nin gösterdiği titizliğe uygun bir özenle karşılanmaları beklenir, değil mi? Tam tersine, potansiyel suçlu işlemi görerek saatlerce sorgulanıyor, sorun çıkaranların sınır dışı edileceği tehdidiyle aşağılanıyorlar.
Olay Ermeni ve dünya medyasında... Çuvallar yırtık, incirler yerlerde...
***
Çuvalın daha büyüğü Taksim Meydanı'nda. AKM adlı devasa beton ceset.
O yılan hikâyesinin kuyruğuna sabırla yapışan Hıncal Uluç çarşamba günü sorunu özetledi:
"Başbakan AKM'nin tamir edilmesine karşı. 'Yanındaki otopark arsasını da ekleyelim, uluslararası bir yarışmayla İstanbul'a sembol olacak yeni bir AKM yapalım' diyor. Temelde haklı. Ama SİT ilan edilen binaya dokunmak mümkün değil."
Çünkü mahkeme kararı var. Yani temelde yine bir bürokratik düğüm karşısındayız. Uluç kardeşim Kültür Bakanı'nın isterse özel sektör imecesiyle bu sorunu çözebileceğini, onun gücünün ve içtenliğinin sınanmakta olduğunu düşünüyor. Ben temelde onun da hak verdiği yeni yapım tezine katılıyorum.
Bunca zaman bekledik. Bir an önce perde açılsın diye yüklü para harcayıp yarım yamalak bir sonuçla yetineceğimize, sabredelim. Elverir ki ürkütülen bunca kurbağaya değecek bir İstanbul Sembolü elde edilsin sonuçta.
Sanırım bilek güreşi Günay'la Erdoğan arasında değil. (Olamaz da.) Başbakan'la bürokrasi arasında.
Bakalım halkoylamasının rüzgârı aklın ağır basmasına yarayacak mı? Yangın söndürebilecek, balonlarla uğraşmayı da bırakıp çözüm üretmeye başlayabilecek miyiz?