Eylül kapımıza dayandı. İki hafta geçmeden oy vereceğiz. Gerçekte pek de önemli olmayan, iki seçenekli, basit bir konuda. Ama kıyamet kopuyor. Ölüm-kalım sorunlarımızı tartışmaktayız sanki.
Daireler çizerek tekrarlanan tezlerin laf kargaşasından sıkılmadınız mı? Ben bunaldım.
Şamatadan değil. Onun altında yatan, asıl konuşulması gereken gerginliğin gündeme getirilmemesinden.
Hani aile kavgaları vardır. Öfke elektriğinin gerçek kaynağı karı- koca ilişkisini zehirleyen bir kuşku olduğu halde o konu ağza alınmaz da ıvır zıvır anlaşmazlıklardan çıkan dırdır sürer gider. Öyle bir durum karşısındayız.
***
Peki, açık konuşmaya karar versek, ağız dalaşlarını bırakıp gerçek soruna eğilebilsek neyi tartışacağız?
Bakın, önümüzdeki değişiklik paketinin yalnız iki maddesi üstünde görüş ayrılığı çıktı. Muhalefet iktidara
"Bunlardan vazgeçin, gerisini elbirliğiyle hemen yasalaştıralım" dedi.
Neydi o iki madde? Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bünyesiyle ilgili olanlar.
Anayasa Mahkemesi o maddeleri inceledi, yasal açıdan sakıncalı bulmadı.
Öyleyse mesele kalmadı diye düşünülüp pakete evet denmesi gerekirdi. Ama demeyenler var.
Neden? Mantık özürlü mü hepsi?
Elbette değiller.
***
Israrlı hayırcılardan birçoğu yakın dostlarım. İyi niyetli, eğitimli, akıllı insanlar. Kendi ağızlarından dinlemiş olduğum temel yaklaşımlarını şöyle özetleyebilirim:
Fethullah Gülen cemaati ve Tayyip Erdoğan takımı gibi güçler devleti ele geçirip Türkiye'yi İran benzeri bir ülke yapma hedefine ulaşmak üzereler. Önlerindeki iki engelden biri olan silahlı kuvvetleri etkisizleştirdiler. Öteki yargıdır. Referandumdan evet çıkarsa onun da direnci kırılacak. Şeriat düzenine bir adım daha yaklaşmış olacağız.
Yer yer paniğe dönüşen telaşın nedeni bu
"tehlike" işte. Onun için, ayrıntıların bir kenara bırakılıp yanıtlanması gereken püf nokta sorusu şudur:
"Öyle bir olasılığa inanıyor musunuz?"
Laiklik yanlısı iseniz, yanıtınız da evet ise, referandumda hayır demenizde mantığa aykırılık yoktur.
***
Açık -yani net- düşünmenin de, apaçık konuşmanın da sırasıdır artık.
Bendeniz gerçekçi solcuyum. Kafam bulutlarda, mantığım önyargı saplantılarında değil. Gözüm somut gerçeklerde. Pusulam tek kıstas: toplum insancıllığa, özgürlüğe, refaha ve onun hakça paylaşımına nasıl yönelir?
Uzun bir ömür boyunca dünyayı ve ülkemi o gözle inceledim. Kilit insanları (Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan dahil) tanıdım. En önemlisi, köylüsü, ordusu, yargı kulisi, iş âlemi, medyası, akademik çevresi, gizli örgüt dünyası, hatta iti kopuğuyla Türk toplumunun bütün kesimlerini de tanıdım.
Şu sırada birilerinin yurdumuzu İranlaştırmak için iş üstünde olduğuna, isteseler bile bunu gerçekleştirebileceklerine inanmıyorum.
İnandığım şu var:
Türkiye kendi iç dinamikleriyle gelişmekte. Anti-emperyalist silkinişle yeni bir toplum kurmaya yönelen yığınların yolu sonradan askerin ve yargının da destek verdiği bir yarıfaşist düzende kesildi. Son birkaç yılda dişleri sökülmekte olan güçler laiklik kalelerinin değil, baskıcı rejimin bekçileriydi.
Tayyip Erdoğan mı?
Ne Humeyni'dir, ne Hitler. Sadece halka yakın görünmeyi başaran, iktidar fırsatını kullanarak pek çok tabu devire devire puan toplayan becerikli bir politikacıdır.
Keşke emekçi yanlısı bir parti çıkıp demokrasi yönünde daha hızlı atılımlarla onu sollayabilse!