Hepimiz boyuna "fikir" açıklıyoruz.
Çoğu ikinci el. Kulaktan dolma lafügüzaf yani. Ancak görerek, yaşayarak edinilmiş görüşlerin somut değeri var.
Niçin bürokrat düşmanı olduğumu soranlar çıkıyor. Değilim. Tersine, vergilerden aldıkları yetersiz aylıklarla geçinmeye çalışarak topluma hizmet sunan görevlilere saygı duyuyorum. Düşmanlığım toplumun değil de onun üstüne kurulu egemenliğin hizmetindeki asalaklara.
Öylelerine ilişkin anılarımdan üçünü husumet dayanağı diye kayda geçireyim.
***
Deniz Albay Ahmet Salahor yakın dostumdur. Emekli olup iş alanına girdi. ENKA'da çalıştığı yıllarda bir gün sohbet ederken bürokrasiden söz açılınca
"Gel," dedi; "
birini tanımanı istiyorum."
Bir maliye dairesinin başındaki yöneticinin ziyaretine gittik. Adam çok rahattı; her şeyi gülümseyerek konuşuyordu açık açık. Bir ara "zamanlamanın memur açısından önemi" gibi bir laf geçince anlamını sordum. Onu da hiç çekinmeden açıkladı adeta iftiharla.
Diyelim bir büyük mükellef vergisini ödemeyi savsakladı. Üstüne gidilmez, gecikme cezaları ve faizlerin vahim boyutlara ulaşması beklenir, ondan sonra kendisine
"anlaşma" önerilirmiş. Ya da bir müteahhit iş bitirip yüklü ödemeye hak kazandığında, uygun dille şu fısıldanırmış kulağına:
"Ödemeyi ertelemek için bir sürü pürüz bulabiliriz. Parayı alman bir yıl gecikse gelir kaybının ne kadar olacağını düşünün. Onun küçük bir kısmıyla gönlümüzü hoş et de hakkını hemen ödeyelim."
Rahmetli Adnan Kahveci bunun gibi bin bir "ince" dolabın önünü kesmek için canını dişine takmıştı. Dikkatsiz bir sürücü o canı alıvererek bürokrasiye büyük kıyak yaptı.
***
Ankara'ya trenle gidip geldiğim yıllarda, yemek vagonunun dolu olduğu bir sabah kahvaltıdayken iki adam masama oturdular. Biri beni tanıyordu; ama gazeteciye duyurmaktan hiç çekinmeden fütursuzca konuşuyorlardı onlar da. Sözlerinden
"Emniyet" kesiminde görevli oldukları anlaşılıyordu.
En hararetle tartıştıkları konu bir
"tayin" sorunuydu. Eminönü ve Sirkeci bölgesi çok iyiymiş; inşallah olurmuş...
O bölgeyi niçin iyi saydıklarını sordum saf saf.
"Bereketli yerlerdir" dedi biri.
O sözün de anlamını hemen kavrayamadım.
"Nasıl bereketli yani?"
İkisinin bir ağızdan attığı kahkahayı unutamam.
***
Oya sunulacak Anayasa değişiklikleri arasında yurt dışına çıkış engellerinin hafifletilmesi var ya. Sayın Devlet Bahçeli ona da itiraz etmekte. Gerekçesi:
"Suçlular kaçar."
Konuyla kişisel açıdan ilgileniyorum. Zira yurt dışına kaçması yürürlükteki maddelerin sıkıca uygulanması ile önlenmesi gereken suçlulardan biri olabilirim.
Ankara'da bir Milli Kültür Şûrası'nda Aziz Nesin kürsüde konuşurken bürokrasiden çektiklerini anlatıyordu. Arada şöyle dedi:
"Şimdi de beni buradaki otelimde bulup bildirdiler. Refik Erduran'la ikimiz aranıyormuşuz."
Sağa sola telefon edip bilgi edinmek istemiş ama bir şey öğrenememiş.
"Sen araştırıver" dedi toplantıdan sonra.
Denedim; ben de sonuç alamadım. Aradan aylar geçti. İstanbul'da kapımın altından atılmış bir kağıtta
"çok acele" karakola başvurma talimatını görüp emre uydum.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na, oradan Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na gönderildim. Konunun Birinci Şube Müdürlüğü'nün 1989-19639 sayı ve 15/11/1989 tarihli yazısından kaynaklandığı anlaşıldıysa da, ilgili evrak dolaplarda bulunamadı. Elimdeki kâğıtlardan birine
"Numarası bilinmediğinden, kendisine bilgi verilememiştir" yazıldı.
O gün bugün ne zaman pasaport kontrolünden geçecek olsam "Ekranda bir pürüz görülecek mi?" diye kaygıyla bakarım memurun yüzüne. Başıma öyle bir şey gelirse Sayın Bahçeli'yi arayıp piston isteyeceğim.