İsrail Başbakanı Netanyahu'nun geçen hafta gerçekleşen ABD seyahati, doğrudan ifade etmek gerekirse, "İran'a saldırı pazarlığı" olarak özetlenebilir. Eskiden en azından "Ortadoğu Barışı" başlığında gerçekleşen görüşmeler, bu sefer savaş haddi dolmak bilmeyen bu coğrafyaya yeni bir savaşı eklemenin ince hesapları üzerine kilitlendi. ABD Başkanı Obama'nın İsrail lobi kuruluşu AIPAC konuşmasındaki "İsrail'in güvenliği söz konusu olduğunda, ABD İsrail'in her zaman arkasında olacaktır" sözlerindeki kesin taahhüt, her şeye rağmen İsrail tarafını memnum etmemiş gözüküyor. Çünkü zaten bir ABD başkanının Amerikalı olması kadar, bir gerekliliği ifade eden bu sözler, İsrailliler açısından malumun ilamı. Oysa bahar sonunda İran'a saldırma planları içinde olduğu söylenen İsrail somut bir destek beklentisi içinde. Her ne kadar İran'ın nükleer programı karşısında duruşları örtüşse de, iki ülkenin "kırmızı çizgisi" bu sefer aynı hat üzerinden ilerlemiyor. İsrail'in savaşa girmesi halinde buna seyirci kalamayacağını bilen Obama'nın sorunu savaş olmadan çözme, hiç olmadı saldırıyı erteleme ısrarının ardında çok gerçekçi tereddütler var.
ABD'nin İran açmazı
Bir yandan ekonomik sorunlarla, öte yandan Arap Baharı ve isyan dalgasının son ülkesi Suriye'deki krizle baş etmeye çalışan Obama yönetimini, tüm bunlar yetmezmiş gibi Kasım ayında başkanlık seçimleri bekliyor. İsrail'in İran'a saldırmasının ABD açısından tek anlamı, kendinin de kaçınılmaz olarak, fiilen veya başka şekilde, savaşa girmiş olacağı. Söz konusu savaşın maliyet hesapları ise ABD açısından kabarık bir fatura çıkarıyor. Bu faturanın ilk kalemi yükselen petrol fiyatları. 8 Kasım'da UAEA'nın İran'ın "nükleer patlayıcı" geliştirmeyle ilgili denemeler yapmakta olduğuna dair raporunu ABD ve AB'nin İran'a karşı ek yaptırım kararları izledi. İran'ın petrol, doğalgaz ve finans sektörlerini hedef alan bu yeni yaptırımlar, hiç olmadığı kadar ağır nitelikler taşıyor. 1 Temmuz'dan itibaren AB ülkeleri İran'dan petrol almayı tamamen durduracak. Yaptırım kararları ve savaş söylentileri şimdiden petrol fiyatlarına yansımış durumda ki, artan petrol fiyatları en büyük müşterisi Çin'i elinde tutan ve yenileri için Asya'ya yönelen İran'ın gelirlerinin yükselmesi anlamına geliyor.
Ekonomik kriz gölgesinde seçimlere giden Obama yönetimi için, petrol fiyatlarının başka bir anlamı daha var. Son kamuoyu yoklamaları 10 ABD'liden 7'sinin petrol fiyatları konusunu son derece önemli bulduğunu gösteriyor. Ayrıca savaşla birlikte petrol piyasalarında yaşanacak çalkantı, küresel krizi içinden daha da çıkılmaz bir hale getirme riski taşımakta. Bu nedenle Obama, İran'ın üzerinde büyük bir baskı bulunduğu ve sorunun diplomasi yoluyla hala çözülebileceği yönünde İsraillileri ikna etme çabasında. Üstelik Obama bu konuda yalnız da değil. ABD Savunma Bakanı Panetta İran'a karşı bir askeri harekâtın "istenmeyen sonuçlar doğurabileceği"ni söylerken, Netanyahu'nun ABD'ye gittiği gün, Amerikalı generaller Başkan Obama'yı gazete ilanı ile "savaşa hayır demesi" için uyardı. Askerler özellikle yeni bir harekâtın bölgedeki ABD nüfuzu ve güçleri açısından yaratacağı sonuçlar nedeniyle endişeli.
Aslında İran'ın nükleer bir silaha sahip olması, ABD cephesinde, İsrail için olduğu kadar kabul edilemez bir durum. Ancak iki ülkeyi ayrıldığı bir diğer nokta da burada kendini gösteriyor. ABD istihbarat raporları, araştırmalar İran'ı nükleer silah yapabilecek seviyeye taşısa bile İran'ın bunu yapmaya çalıştığını gösteren güçlü bulgular olmadığı yönünde. Benzer şekilde İran'ın saldırganlığı konusunda da ABD'nin tereddütleri var. Şubatta Kongre'ye konuşan Savunma İstihbarat Dairesi Direktörü Ronald Burgess, İran'ın askeri bir ihtilafı başlatma veya kasten kışkırtma niyetinde görünmediğini söyledi.
İsrail gerçekten saldırır mı?
Ancak İsrail, bu yaklaşımları paylaşmıyor. İran elindeki her türlü nükleer kapasiteyi kendi varlığına bir tehdit olarak gören ve tamamıyla yok etmeyi amaçlayan İsrail, "nükleer silaha sahip olma hedefi"ni ölçüt alan Washington'ın politikalarını tatmin edici bulmuyor. İsrail'in öngörülerine göre, İran bir yıldan kısa bir süre sonra dokunulmazlık evresine geçecek ve bundan sonra yapılan bir saldırı nükleer programına ciddi zarar veremeyecek. Bu telaş sadece İran'ın nükleer programında geldiği aşama ile ilgili de değil, Arap Baharı'nın yarattığı yeni dengeler İsrail'in varoluşsal histerisini keskinleştirmiş durumda. Müttefiklerini kaybeden İsrail, İran'ın artan bölgesel etkisini eskisinden çok daha ciddi bir tehdit olarak görüyor. Bir saldırı ile İran'ın nükleer kapasitesini tek başına yok edemeyecek olsa da, İran'ın etkisini kırmanın yanında bölgedeki yeni yönetimlere diş gösterme hesapları yapmakta. İsrail'in hassasiyetinin son derece ciddi bir evreye girdiğini ve parmağın tetikte beklemesi gibi tırmanan gerginliğin her an silahların patlaması ile sonuçlanabileceğini düşünenler var. Nitekim 1973 Savaşı öncesi Mısır-İsrail gerilimi hatırlanırsa, İsrail söz konusunda olduğunda saldırı tehdidinin gerçekçi bir boyutu olduğu inkâr edilemez. Öte yandan, İsrail'in tüm bu gerilimi İran üzerinde baskıyı artırmak ve ek ambargolar için tırmandırdığı görüşünde olanlar da var. Ancak bu İsrail açısından daha çok "şimdilik" elde edilmiş bir sonuç. Nitekim Obama'nın silah ve askeri destek sözü karşılığında Netanyahu'nun saldırıyı 2013'e ertelemeyi kabul ettiği haberleri ortalıkta dolaşmakta. Haberlerin gerçekliği tartışılsa bile ABD-İsrail pazarlıklarının henüz kapanmadığını söylemek mümkün.