Arap baharının esip geçtiği ülkeler kendi içlerindeki rüzgârları henüz dindirememişken, buna yenilerinin eklenmesi, Ortadoğu'da istikrarın gün geçtikçe daha elzem, ancak daha kırılgan hale gelmesi Türkiye'nin dış politikada seçim rehavetine girmesine izin vermedi. Son bir kaç hafta içinde ardı ardına gerçekleşen karşılıklı ziyaretler, açıklamalar, görüşmeler arasında en çok dikkati çeken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Bingazi ziyaretiydi. Davutoğlu'nun Türkiye'nin Ulusal Geçiş Konseyi'ni Libya halkının meşru temsilcisi olarak tanıdığını açıklaması ile birlikte, Kaddafi-İsyancılar dengesinde aranılan çözümler Ankara açısından artık terkedilmiş oldu.
Politika değişimi değil süreç yönetimi
Aslında Kaddafi'nin gitmesi gerektiği bir süredir Türk yetkililer tarafından dile getirilmesine karşın atılan bu adım eleştirileri beraberinde getirdi. Bu eleştiriler Ankara'nın bu kararı almakta geç kaldığı şeklindeki yumuşak yorumlardan, Ortadoğu siyasetinin dengesiz ve başarısız olduğuna dair daha sert eleştirilere kadar uzanıyor. Herşeyden önce Türkiye'nin Libya siyasetini bugünden başarısızlığa mahkûm etmek haksız bir yargı içeriyor. Nitekim benzer eleştiriler Mısır ve Tunus örneklerinde yapılmasına karşın, her iki ülke de devrim sonrası süreçte Türkiye sadece iyi ilişkiler kurmakla kalmadı, etkin bir aktör olarak da varlığını gösterdi. Libya'nın ise daha zor bir kriz yönetimi gerektirdiği açık. Bu süreçte bir takım yanlışların varlığına karşın, Türkiye'nin isyancılara karşı dengeli tutumu doğru bir karardı ve büyük bir hatanın içine düşülmesini engelledi. Bu sayede Türkiye, NATO operasyonunun bugün tamamen kilitlenmiş olan hava harekâtının dışında kalabildi. Aksi takdirde Türkiye'nin bir yandan isyancılara destek vermesi, diğer yandan siyasi çözüm ve insani yardım formülüne oturttuğu yaklaşımını sürdürmesi hem dengesiz bulunacak hem de muharip diğer ülkelerin yanısıra ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in açıkça bombardımana katılması yönündeki baskıları varken ciddi güçlüklerle karşılaşacaktı. Ayrıca Türkiye'nin Kaddafi yönetimine ilk anda sırtını dönmesi ile siyasi bir çözüm ısrarının inandırıcılığı kalmayacak ve çıkmaza girecekti. NATO bombardımanı sürerken, Türkiye bu nedenle bütün siyasi mekanizmaları kullanarak çözüm önerilerini masaya getirdi ve bu konuda sunduğu yol haritası halen muhtemel çözüme dair tartışmalara yön veren en temel metinlerden biri. Bugün gelinen noktada Kaddafi ile bir çözümün mümkün olmadığının görülmüş olması, başından beri bu ihtimali zorlamamanın daha doğru olacağı anlamını taşımıyor. Bu bir diktatörü ve onun haklına karşı zalimce tutumunu onaylamak anlamına da gelmiyor. Bu noktada aksi bir tutumun, çok boyutlu ve değişkenli uluslararası krizleri askeri çözümlere hapseden yaklaşımları normalleştirerek çözümden çok karmaşaya ve yeni krizlere hizmet edeceği akılda tutulmalı. Bütün sürecin yönetimi, bu nedenle temkinli olmayı, süreci izlemeyi, seçenekleri açık tutumayı ve gidişata göre yeni yaklaşımlarla mevcut politikaları revize etmeyi gerektiyor. Önemli olan adım adım ilerlemek ve bu geçişleri güvenilirliği zedelemeden başarı ile hayata geçirmektir. Davutoğlu'nun son Libya gezisinde isyancılar tarafından çoşku ile karşılanması, 15 Temmuz'da İstanbul'da düzenlenecek Libya Temas Grubu toplantısı öncesi Ulusal Geçiş Konseyi'nin üyesi Mahmut Cibril'in ziyareti ve İstanbul'daki toplantıda ele alınacak ateşkes sonrası Libya'ya dair raporda Türkiye'ye merkezi bir rol biçilmiş olması Türkiye'nin süreçteki başarısını ortaya koyuyor. Bu durum ateşkes sonrası Libya'da yeni bir düzenin kurulmasında Türkiye'nin etkin şekilde rol alacağının da bir işareti.
Gözler bir kez daha Türkiye'de
İsyancılar ile Kaddafi arasında kuvvetlerin eşitlenmesi ile her ne kadar Libya'da savaş çıkmaza girmiş gözükse de zamanın Kaddafi aleyhine ilerlediği konusunda hemen herkes hemfikir. Bununla birlikte savaşın ne zaman sona ereceği konusundaki belirsizlik ve artan savaş maliyetleri NATO operasyonun muharip ortakları arasındaki çatlakları derinleştirmiş durumda. NATO'nun gün geçtikçe destek vermede zorlanması İsyancıları da siyasi çözüm konusunda yumuşatırken, Libya'nın yarını artık daha somut gerçekler üzerinden tartışılmaya başlandı. Bu gerçekler, Türkiye'nin üstleneceği rolün önemini arttırıyor. İsyancılar da, savaşın başını çeken Koalisyon ortakları da Kaddafi gitse bile rejimin bütün unsurlarından kurtulmanın mümkün olmadığı gerçeği ile bugün karşı karşıya kalmış durumda. Libya'da ateşkes sonrası düzen kurulurken, bu sefer genel kanaat Irak'taki hataya düşümemek. Eski rejimin bütün unsurlarını ortadan kaldırmanın uzun süreli bir istikrarsızlığa ve kaosa yol açtığı gerçeği, yeni kurulacak düzende Kaddafi rejiminin unsurlarına yer vermeyi zorunlu kılıyor. Bu Libya'nın bölünmesinin de önüne geçecek en önemli husuların başında geliyor. Türkiye'nin böyle bir ortamda UGK'yı tanımış olmasının İsyancılar açısından ayrı bir önemi var. Başından beri izlediği politika Türkiye'ye, Libya'nın ateşkes sonrası sorunlarını aşmada güvenilir bir arabulucu olabilme imkânı veriyor. Nitekim Davutoğlu Türkiye'nin Geçiş Konseyi'ni tanımasının Trablus'tan vazgeçmesi anlamına gelmediğini söyledi. Ankara'nın çatışmaların çözümüne oturtuğu bölgesel istikrar arayışındaki samimiyet ve sürecin başından beri siyasi çözüm konusunda takındığı ısrarlı tutum Libya'daki geçiş sürecinde güvenliğin temini açısından da Türkiye'yi en makul seçenek haline getirmiş durumda. Bu gerçek izleyen günlerde Ankara'yı Libya'daki savaşta değil ama çözümde etkin şekilde görmeye devam edeceğimizi gösteriyor.