İki haftadır 20.asrın en önemli liberal-demokrat filozoflarından biri olan Isaiah Berlin'den hareketle liberalizme dair yazıyorum... Burada esas mesele liberalizm ile modernizm arası ilişkide düğümleniyor...Kimi "liberal"lerin temel yanılgısı modernizm ile kurdukları sakat ilişkide yatıyor... Bu sakat bakış açısı yalınkat bir aydınlanmacı/ilerlemeci perspektifi temel bir "doğru" olarak kabul ediyor. İnsanlığın bu çizgiye doğru evrimleşeceğine inanıyor. Yani ortada "doğru" olanın zaten belli olduğunu varsayan, ancak "yanlış" olanın da zamanla dönüşeceğine inanan bir mantık var. "Yanlış" olana da hoşgörü gösterilmeli, ona baskı yapılmamalı ama "yanlış" olana karşı dikkatli de olunmalı. Liberalizmin özgürlük tasavvurunu "yanlış" olanı "hoşgörmek" olarak gören baştan aşağı bir problemli bir bakış açısı bu... Yani demokrasinin zor zamanlarında da "Yanlış olanı cebren durdurmak" fikrine kapılması, dolayısıyla faşizanlaşması kaçınılmaz olan bir zihniyet yapısından bahsediyoruz... Aynı modernist yanılgı, Türkiye bazında kimi kendine liberal diyenler için de geçerli. Kendini solda tanımlayanlar içinse çok çok daha geçerli. Yukarıda aktardığım kör modernist yanılgıya Türk solcularının çok büyük çoğunluğu iman ediyor. Çoğunun liberaller kadar da "hoşgörü" derdi olmadığı için direkt faşizmin sularına çekilmeleri kaçınılmaz oluyor... Batı'daki krize dönersek, bu sakat "liberal" bakışta, "doğru" olarak kabul edilen şey seküler/ modern yaşam tarzı. Bir bütün olarak da seküler/modern uygarlık... Avrupa'da güncel bir mesele olarak İslam, kimi Müslümanların yaşam tarzının muhtemel görünümleri olan başörtüsü, harem-selamlık, yer sofrası, ortadaki tabaktan yemek gibi şeyler ilkelliğin (ve hatta belki barbarlığın) tezahürleri olarak algılanıyor bu bakış açısında... "İlkel olana özgürlük tanıyalım, çünkü adım adım modernleşecek/ uygarlaşacaktırlar" inancıyla özgürlükyandaşı olan çok sayıda Batılı liberal tanıdım. Elbette bu sakat perspektif "Ne yapsak değişmezler, özgür uygarlığımızın ve yaşam tarzımızın düşmanı bunlar, uygarlığımızı bu ilkellerden korumalıyız" diye özetlenebilecek faşizan zihniyet tarafından çok kolay nakavt edilebiliyor. Ya da bizzat bu faşizanlığa eklemlenebiliyor... Özellikle Kıta Avrupası'nda kimi liberal (ve sol) partilerin de başına gelen bu... Britanya Liberal Demokrat Partisi ise bu sakat çizgiden net bir şekilde ayrılıyor... Britanya LDP'sinden görüştüğüm birçok arkadaşım da bu sakat gidişatın şükür ki farkında, hiçbir Batılı sol partinin de olmadığı kadar bu mesele etrafında müteyakkız haldeler... Aslında liberalizmin entelektüel tarihinde de bu iki çizgi hep olmuştur. John Locke ve Immanuel Kant'ın aksine David Hume ve Adam Smith ilerlemeciliğe/ modernizme her zaman derin bir kuşkuyla yaklaşan iki liberal filozoftur. Genel olarak zaten İskoç aydınlanma geleneği "Uygarlığa doğru ilerliyoruz" heyecanına karşı her zaman mesafeli olmuş bir gelenektir. İki İskoç dâhi Hume ve Smith, Endüstri Devrimi'nin şafağında doğmuş, karşılarında oluşmakta olan "yeni bir dünya" bulmuş ve bu "yeni dünya"nın nereye doğru gideceği konusunda iyimserlik ve kuşkularla karışık bir perspektif geliştirmişlerdir. Hume ve Smith'in metinlerini bugünden okuduğunuzda bu iki filozofun sezgilerinin ne kadar derin olduğunu farkedersiniz... Hume ve Smith'in günümüz dünyası için de taşıdığı büyük öneme ve liberalizmmodernizm meselesine Türkiye'den de örneklerle haftaya devam edeceğim..