Benim Alman kültürüyle olmasa da Almanya'yla ilişkim sınırlıdır. Alman edebiyatını yapabildiğim kadarıyla boydan boya katetmişimdir. Alman felsefesi dünya görüşümün en önemli nirengi noktalarını meydana getirir. Alman Romantizminden başlayarak ortaya çıkan siyasal yapı her döneminde (Nazizm dahil) en fazla ilgimi çekmiştir. Birçok insan gibi ben de Batı klasik müziğinin Almanlar tarafından biçimlendirildiğine inanırım. Buna mukabil Almanya'yı bilmem. Defalarca gittim o ülkeye, birçok kentini gördüm ama Almanya deyince kafamda oluşan bir izlenim yoktur. Belli ki, iş ilişkilerinin kısa süreli konaklamaları bende bu ülkeye ait imgelerin, görüntülerin, izlerin kalmasına yol açmamış. Geçen yıl bir vesileyle Ulm kentinden apar topar bir başka kente giderken içinden geçtiğim köyü gördüğümde 'seneye gelip yaz aylarında burada kalmalıyım' demiştim. İstanbul'da hava derecesiz sıcak nem derecesiz yüksekti. Almanya serin, yağışlıydı. Köy ormanın içindeydi ve sadece kuş sesi duyuluyordu. Her taraf bal dökmeden de yalanacak kadar temizdi. Havanın bu letafetiyle sağlığımı insanların hamilelikle şişmiş karınlarından ve bacaklarının selülitinden uzak kalarak da ruh sağlığımı koruyacaktım.
BAVYERA VE MÜNİH
Yaz geldi, her defasında olduğu gibi, apar topar geçmeye başladı. günler şimdiden kısalıyor. Benim Almanya planım tutmadı. Fakat tam o sırada Alman Ulusal Turizm Kurumu'ndan gelen bir davete katılırsam bu defa hiç bilmediğim Bavyera'yı görme fırsatını bulacaktım. Hayatım boyunca hiç yapmadığım bir şeyi yapıp öneriyi kabul ettim ve geçen hafta üç gün Münih ve civarındaki ortaçağdan kalma kentlere gittim. Bavyera neredeyse hiç tanımadığımız bir alan. Çok görkemli ormanlarla, göl ve derelerle kaplı. Bu kadar yeşilin nasıl olduğunu insan, orada yaşayanların bile şikayet ettiği yağmurları ve serinliği görünce anlıyor. Gece gündüz yağıyor yağmur ve hava daima serin. Bölgenin merkezi Münih. Onunla mukayese edilmeyecek kadar küçük olsa da Berlin'le yarışıyor. Nüfusu 1.5 milyon. Bütün Bavyera'nın Hıristiyan ve Hıristiyan Demokrat siyasal tercihine karşılık orası baştan beri sosyal demokrat kalmayı başarmış. Nazizm ve Hitler bu kentten doğmuş. Beni en çok etkileyen de o oldu. Şimdi Hitler Münih'i diye turlar düzenliyorlar. Elinde yoksul bir bavulla bu kente inen kırgın adamın nasıl bir canavara dönüştüğünü, meşhur Birahane baskınının, Kristal Gecenin nerelerde yaşandığını, Nazi taburlarının ilk büyük gösterilerini nerelerde yaptıklarını o turla insanlara gezdiriyorlar. Daha da şaşırtıcı olanı, bir yere gitmek için bindiğim trenin Dachau treni olmasıydı. O mudur derken trenin meşhur toplama kampının bulunduğu kasabaya gittiğini anladım. Erken inmem gerekiyordu, kampı göremedim ama kapısında Çalışmak Özgürleştirir yazılı bu meşhur kampın şimdi gene düzenlenen turlarla Nazizme lanetler okunarak gezdirildiğini verilen bir broşürden öğrendim. Mekanların hafızları böyle canlı tutuluyor. Hafıza mekanları böyle yaratılıyor. Bu o kadar böyle ki, çok temiz, çok güzel bu şehir savaş sonunda bombalanarak yok edilmiş ama Münihliler daha sonra eski binaları aynen yaparak belleklerinin sürekliliğini sağlamışlar. Üniversite çevresi, müzeler bölgesi gerçekten çok güzel yerler.
BAVYERA'DA ORTAÇAĞ
Münih'in çevresinde ortaçağ kentleri var. Benim gördüklerim arasında Füssen çok güzel bir kasaba. 800 yılında kurulmuş. Benedikten ve Franseskan olmak üzere iki kilisesi olmuş. Oraları dolaşmanın turizm güzelliğinden ötesi bizim onca önemsediğimiz ve bizim toplumsal gelişmemize o kadar yabancı sosyal dönüşümün 'gerçeğini' görmek. Yani feodalitenin köylüsü ve burjuvazisi arasındaki ilişki, bunun yönetime eklenişi, sözcüklerin peşinden gittiğinizde bile karşınıza büyük bir macera çıkarıyor. Bir tek örnek vereyim: köylü-yurttaş ayrımı yapıyorlar. Köylü belli; yurttaş dedikleri 'bürger' yani ticaretle uğraşan kasabalı, yani burjuva. Bu yöre II. Ludwig'in o yarı deli yöneticinin izini taşıyor. Onun sarayları var etrafta. En saçması ise tam bir kiç örneği olan Neuschwanstein 'şato'su. 1886'ya kadar hazret kısa bir süre önce yaptırdığı bu binada yaşamış. Hayalleriyle baş başka bir adam olduğundan şatonun bir bölümü gotik, bir bölümü romanesk, bir bölümü Rönesans stilinde yapılmış. Kendisine suni 'canavar mağaraları' inşa ettirmiş. Sonunda iflasa sürüklenip hacir altına alınmış. Köylerde kalmak mümkün. Nefis pansiyonlar var. Alman hijyeni, disiplini, dikkati ortada kol geziyor. Bunca yağmura dayanmadığı için sebzeleri meyveleri zayıf olsa da sütleri, kremaları, peynirleri bol. Buğday biraları nefis. Fiyatlar Türkiye'den misli misli ucuz. Kararım karar, yazın daha sıcağa kışın daha soğuğa gitmek oldum olası bana saçmalık olarak göründüğünden bundan sonra yazları Bavyera'dayım. Başkalarına da öneririm. Ama kimse gitmezse de ne gam, ben bana yeterim.