İçinde yaşadığımız çağı nitelendirmek için kullanılabilecek herhalde yüzlerce tanım vardır. Bunların içinde yer alır mı almaz mı bilemem ama bana göre bu çağı yerli yerine oturtacak ve belirleyecek en önemli kavram alışkanlıktır. Geride kalan son 10 yılda ortaya çıkan bu dönemi alışkanlıklar dönemi diye adlandırmak yerden göğe kadar doğrudur. Alışkanlık sözcüğünü eski dile aşina olanlar için iptila veya tiryakilik diye 'çevirmek' gerekir. Gerçekten de tiryakilik veya iptila, anlatmak istediklerimi daha iyi karşılıyor. Ben de bu sözcükleri bir arada kullanarak meramımı anlatmaya çalışayım. Şöyle bir düşünülecek olursa bugünün insanı bilgisayarın, internetin, alışverişin, oyunların, çalışmanın, sporun, diyetin, cinsel ilişkinin müptelası olmuş durumda. Kimse bunları ölçüsünde, yerinde yapmıyor, yapmak istemiyor, daha doğrusu yapamıyor. Tam tersine kendisini bunlara kaptırıyor. Üniversitedeki en parlak öğrencilerimizin birden bire ortadan kaybolduğunu fark edip soruşturunca, kendilerini bilgisayar oyunlarına verdiklerini öğreniyoruz. Sokaklar, sabahın köründe, yağmur çamur demeden canhıraş bir biçimde koşup spor yapanlarla dolu. Lokantaya gittiğinizde yanınıza düşen kişinin ya dehşetli yemek yiyen alabildiğine şişman birisi olduğunu görüyorsunuz ya da yemeden içmeden kesilmiş, ağzına bir lokma koyduktan sonra tuvaletin yolunu tutan bir 'anoreksik' olduğunu. Bazı arkadaşlarımın ellerindeki cep telefonlarından internetlerini kontrol etmekten ellerinde, kollarında 'karpal tünel' sorunu yaşadıklarını bizzat gözlerimle gördüm. Alışveriş manyaklığı (küfür değil psikiyatrik anlamda) artık filmlere konu olmuş durumda. Neresinden bakarsak bakalım, hangisiyle ele alırsak alalım, alışkanlık hayatlarımızı boydan boya biçti, hepimizi tutsak etti, gidiyor.
YALNIZLIK, SANALLIK, KAÇIŞ
Durumun kendisi o kadar vahim ki, doğurucu nedenler üstünde düşünmek bile insana yılgınlık veriyor. Ama biraz düşününce insan bazı gerekçeler bulabiliyor. Söz konusu gerekçelerin bazıları zaten eski şeyler. İşte, insanların sanayi sonrası toplumlarda yalnızlaşması, yalnızlıkların bu kabil 'sapmalarla' özdeşleşmesi... Bu gerekçe öteden beri bildiğimiz bir şey, yeni değil. Ben şimdi daha yeni bazı nedenler bu durumu tanımlayabilir mi diye düşünüyorum. O zaman da aklıma başka bir boyut geliyor. Bedene dönük alışkanlıklar kısa bir an için unutulacak olursa bugün karşı karşıya kaldığımız durum gerçekten kaçmanın ve bir başka gerçeklik âleminde yaşamanın bir sonucu. Ben buna çocukluğa dönmek diyorum. Nasıl bir çocuk oyuncaklarıyla oynarken ve genel olarak oyun dünyası içinde yaşarken gerçeğin bir taklidini üretir ama gerçeğin dışında sanal bir evren kurarsa aynı şekilde bugünün insanı da kendi gerçeğinden soyutlanmakta ve bambaşka bir evrende yaşamaktadır. Temel oyuncak ise bilgisayar. Bilgisayar, bilelim ki, gerçekle ilgilidir ama bir gerçeklik evreni kurmaz. Tersine, bilgisayar, internet, bilgisayar oyunları sanal bir dünyayı hazırlayıp bizi içine çeker. Bu durumda gerçekten kaçışın bir aracı olarak oyun ve alışkanlıktan söz edebiliriz. İnternet üstünden haber almak ya da bilgisayar oyunlarından ansiklopedik bilgi edinmek bu durumu değiştirmez. Çünkü onlar değil, onları üreten ortamdır önemli olan.
HAZZIN ESRİK ÂLEMİ
"Peki niye böyle?" dersek karşımıza çıkan kavram haz olacaktır. Oyun ve onun getirdiği alışkanlık son kertede bize bir türlü doymadığımız bir haz üretiyor. Aslında o hazzın peşinden gidiyoruz ve alışkanlık dediğimiz şey haz alma-duyma iptilası. Alışkanlığın bize sağladığı bu. O nedenle de kapitalizm hepimizi çeşitli yollardan teslim alıyor, haz duygumuzu yoğunlaştıracak yollar buluyor. Bugün biliyoruz ki, alışveriş tutkusu bile gelip doyurulmayan bir haz duygusuyla bütünleşiyor. Bu o kadar böyle ki, iş genişliyor ve giderek bedenimizle ilgili fonksiyonlara kayıyor. Spor, yeme içme, seks tümü alışkanlıkla içli dışlı olan ama özünde haz duygusunun esiri olmamıza yol açan süreçler. Endorfinler artık hayatımızın en büyük gerçeği. Bu bir kaçış. 1970'lerde kaçış kavramını toplumbilimciler pek bir incelemişlerdi. Yabancılaşmayla ve benzeri kavramlarla ilişkilendirerek üstünde durmuşlardı kaçışın. Şimdi iş öyle bir noktaya geldi ki, o iddialar yanlışlanmadı veya yalanlanmadı ama kapitalizm kaçışı salt bir toplumsal gerçeklik olmaktan uzaklaştırdı onu biyolojinin, fizyolojinin bir parçası haline getirdi. Hazzın keşfi, hazzın vazgeçilmezliği giderek sanallıkla bütünleşti. Kim derdi ki hayatın en masum alanları günün birinde böylesine bir nitelik kazanacak ve haz duygusu insanları böylesine akla hayale gelmeyen alışkanlıklara boğup esir edecek. Üstüne üstlük, haz, eskiden saklanan, gizlenen bir duyguyken şimdi alem aşikar yaşanıyor. Daha önce hedonizm çağı demiştim bu yıllara. Şimdi değiştirip 'doyumsuzluk çağı' diyorum. Daha ne diyeyim?...