Kısa bir süre sonra Post Entelektüel Dönem ve Edebiyat adını verdiğim yeni bir kitabım yayımlanacak. Roman, kitapta önemli bir yer tutuyor. Bu demektir ki, son zamanlarda sürekli olarak roman konusu üstünde düşündüm. Aslında roman konusunu kafamda evirip çevirmediğim hiçbir dönem olmadı hayatımda desem yeridir. Yazı yazmaya eleştiriyle başladığımdan ve o gün bugündür bu minval üzere gittiğimden edebiyatın kuramsal yanı beni her zaman ilgilendirdi. Epey bir şeyler kaleme aldım bu yolda. Fakat roman kuramı öteki çalışma alanım olan siyasal kuramla yakından ilgili olduğundan, bir romanı okumanın bir toplumun sosyolojisini ve tarihini de okumak anlamına geldiğini düşünmekten hiçbir kuvvet beni vazgeçiremediğinden bu konu beni ötekilerden daha fazla ilgilendirmiştir. Türkiye'nin yakın tarihini de sadece roman okuyarak izlemenin her zaman mümkün ve hatta zorunlu olduğuna inandım. Siyaset bilimi alanındaki öğrencilerime de bunu salık verdim. Kaldı ki, bizde roman 'toplumsalcı' olarak doğmuştur, toplumu biçimlendirmenin bir aracı olarak görülmüştür. Bu Türk romanının 'ihtişam ve sefaleti'dir. Ama daima Türk romanının büyük bir roman olduğuna inandım.
FRANSIZLARIN VE ÖTEKİLERİN ROMANI
Roman, Fransız işidir. İngiliz, Amerikan romanlarının da görkemli gelenekler olduğu bir gerçektir. Hele Rus romanına söz söylemek kimsenin haddi değildir. Son dönemde ilginç bir gelişme var. İngiliz ve Amerikan romanları sayfa sayılarını sürekli olarak çoğaltırken Fransız romanı git gide 'incelen' bir roman yazıyor. İçerik olarak da, 'kalınlık' olarak da inceliyor Fransız romanı. Onca büyük yazarla ve onca tuğla gibi ciltten sonra Fransızların hâlâ her şeyi uzun uzun anlatmasına hiç gerek yok. 1960'larda doğan Yeni Roman akımı da onlara bu konuda büyük olanaklar kazandırdı. Duras'nın onca incelmiş 'minimal' romanından sonra kim neyi yazacak?
ORHAN KEMAL VE ROMANI UNUTMAK
Bütün bunları haziran civarında yeniden düşünmek adeta bir yazgı. Çünkü bu ay, Türkiye'nin en önemli roman armağanlarından birisi olan Orhan Kemal Ödülü veriliyor. Bu yıl da sahibini buldu ödül ve onun için yapılan törende büyük romancımız Yaşar Kemal çok önemli, bir o kadar da hazin bir gerçeği dile getirdi. Türk romanının Kemal Tahir ve Orhan Kemal'le birlikte üç büyük Kemal'inden ayakta kalanı, Yaşar Kemal, adına verilen ödül olmasa Orhan Kemal'in, bugün neredeyse unutulmuş bir yazar olduğunu belirtti. Daha da heyecan verici bir biçimde, Yaşar Kemal, unutulmaz romancımız Orhan Kemal'in yarattığı Murtaza tipinin (ki, aynı adlı romanın kahramanıdır) başka dillerde olsaydı Don Kişot kadar önem ve kalıcılık kazanacağını vurguladı. Şimdi adını anan yok. O romanı okuyan yok. Bana kalırsa bu Müfettişler Müfettişi için de geçerlidir. Evet, bugün kim, Türk romanını geçmişten bugüne gelen bir çizgide uzun ve heyecan verici bir zincir şeklinde izliyor? Bu soruyu tümden olumsuzlukla yanıtlamak istemem. Bugün de yazılan çok önemli bir Türkçe roman var. Hatta son birkaç yıldır Türkçe roman deyince müthiş bir kütleyle karşılaşıyoruz. Neredeyse her gün bir roman yayımlanıyor. Buna rağmen insanların bugün iyi bir roman okuyucusu olduğunu söylemek olanaksız gibi. Çok satanların, internet çağının, yazılı kültürümüzü oluşturmadan görsel kültüre sıçrayışımızın ardına bir bahane olarak saklanmayalım. Bu saydığımız unsurlar, dünyanın başka yerlerinde de egemen. Ama o ülkelerde roman okunuyor. Ortada başka bir neden olması gerekiyor bu durumda. Birincisi dizi filmler. Bugünün romanı onlar. İnsanlar tefrika izler gibi izliyor dizileri. İkincisi, gazetelerdeki cinayet, hırsızlık, hatta insan ilişkilerine dönük haberler neredeyse birer roman 'öyküsü' gibi teslim alıyor insanları. Kitleler muhayyilelerini o haberleri izlerken tüketiyor.
'ÖTEKİ' MÜTHİŞ NEDEN
Fakat bunlar da romanla olan 'sorunlu' ilişkimizi açıklamaya yetmez. Nedeni açık: Roman sadece olay değildir, tarihsel gerçekler değildir. Roman romanın kendisidir. Yani anlatımdır, dildir, romancılık zanaatıdır. Roman, bütün bu 'somut' olgular üstünde yükselen ve onu roman yapan çözümlemelerdir. Olayların arkasındaki insan gerçekliğidir. Bu nedenle de iyi roman sonunda felsefe demektir. Okur, insana ait bilinç dışını orada bulur. Tragedyaya orada tanıklık eder. İşte roman okumayışımızın nedeni bu noktada düğümlenmiştir. Roman bize bir insan olarak kim olduğumuzu, ne olduğumuzu anlatır. Bizi kendimizle yüzleştirir. Kendimizi bulmamıza yol açar. İnsanlığımızdan kaynaklanan ve onun ayrılmaz parçası olan 'karanlık' ve 'kötücül' yanlarımız romanlardadır. Biz, asıl bu nedenle, kendimizden kaçtığımız için artık roman okumuyoruz. Bütün o çok satan kitaplar, diziler, gazete haberleri kim olduğumuzu bize gösterir gibi yapsa da kimliğimizi bizden kaçırır, kendimizi bizden saklar, gizler. Ancak roman onları ortaya döker, açığa çıkarır. Murtaza, Müfettişler Müfettişi bize bizi anlattığı için ve o yüzümüzle karşılaşmaktan ürktüğümüz, korkup çekindiğimiz için dev gibi Orhan Kemal'i şimdi yok sayıyoruz. Yani, kendimizden utanıyoruz, kendimizi yok sayıyoruz. Bir düşünün bakalım...