Eskiler, "Olanda hayır vardır" derler.
Nitekim "Şike Yasası" ile ilgili "onay, veto ve beyanat" süreçleri, birçok açıdan hayırlara vesile oldu.
Öncelikle, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında doğrudan ve kesintisiz temasın ne kadar önemli olduğu anlaşıldı.
Cumhurbaşkanı-Başbakan ilişkisinde toplu iğne başı kadar dahi boşluk bırakılmaması gerektiği bir kez daha ortaya çıktı.
"Devletin zirvesinde nasılsa mutabakat oluşmuştur" varsayımıyla pozisyon almanın kabinedeki ağır abileri bile açığa düşürdüğü görüldü.
Devlet yönetimine ve parti dengelerine biraz da dışarıdan bakmanın, hatta liderliği güncellemenin yararı keşfedildi.
Parti disiplininin taviz verilemez alan olduğu tescillendi.
Milletvekillerini hesaba katmayan aceleciliğin, astarı yüzünden pahalı siyasi spekülasyona dönüşebileceği fark edildi.
Başbakan'ın, bugünkü siyasi hareketin vazgeçilmez ve tek lideri olduğu tekraren kayda geçti.
"Ergenekon-Balyoz, Deniz Feneri ve Şike" davalarının birbirine emsal hale getirildiği, kamuoyunda zihni bölünme yarattığı açıkça belli oldu.
Şike Yasası hazırlanırken meseleye sadece sporda şiddetin önlenmesi olarak bakıp, "Bize bir şey olmaz" diyenlere de dokunulabildiği gösterildi.
Cezaların çok ağırdan, çok hafife doğru sarkaç gibi gidip geldiği, ancak siyasi duruş nedeniyle kantara ince ayar yapılamadığı kabullenildi.
Muhalefet cephesinin ikna olduğu bir önerinin, iktidarı da önüne katıp götürebildiği ama her zaman balans yapılabileceği teyit edildi.