Çölde iki kum tanesi birbirine âşık olmuş. Derken bir rüzgâr çıkmış, onları uzak diyarlara savurmuş. Ama sevgileri azalmamış. Aralarında haberleşebiliyorlarmış; görmeden de sevmeyi öğrenmişler. Sevgilerinin sonsuza kadar devam etmesi için bir dilekte bulunmuşlar. O sırada bir fırtına çıkmış. Kum taneleri, "Bu sert rüzgâr belki bizi kavuşturabilir?" düşüncesiyle, kendilerini fırtınaya bırakmışlar. Ama fırtına dindiğinde çok daha uzak diyarlara savrulduklarını anlamışlar. Artık konuşmaları, haberleşmeleri de imkânsızmış. Bu defa, acıyla, mesafelere, engellere rağmen sevmeyi öğrenmişler. Yeni bir fırtınanın onları kavuşturmasını sabırla beklemişler. Ümitlerini tam kestikleri bir anda, yıllarca bekledikleri sevgilinin tam karşılarında durduğunu görmüşler. İki kum tanesi yeniden bir aradaymış. O an, ettikleri duayı hatırlamışlar: "Allah'ım, bizi, birbirimizi her şeyiyle sevmeyi öğrendiğimizde, kavuştur. Öyle kavuştur ki, sevdamız sonsuza erişsin."
Umutla, sabırla, acıyla, yakında, uzakta... her şeyiyle sevmeyi öğrendikleri an kavuşmayı başarmışlar.
Bilge kişi diyor ki: "Sevmeyi bildikten sonra, mesafeler, acılar, yıllar, aylar, asla bir büyük aşkı öldüremez. Sevda ateşini söndüremez. Ama sevmeyi bilmezseniz, yanı başındakini dahi görmeyebilirsiniz."
(Saim Güven'e teşekkürler)