Tayyip Erdoğan, İsviçre'deki hesaplarına ilişkin suçlamaları şiddetli bir dille reddetti. Hem CHP'yi, "müfteri" ilân etti, hem de ABD'den bu meselenin üzerine gitmesini istedi. Konuşması inandırıcıydı.
CHP'nin, büyük iştahla söylentinin üzerine atlaması bence ters tepti. Her ne kadar Kılıçdaroğlu, "Biz suçlamadık, sadece bilgi istedik" diyorsa da, grup konuşması, iftiraları tekrar eder mahiyetteydi:
"...İddialar çok ciddi ve sıradan değil. Eğer bir ülkenin Başbakanı için İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı var deniyorsa, bu sıradan bir iddia değil. Bu iddiaya karşı net, somut bilgiler ortaya konmazsa Sayın Başbakan iddiaların altında kalır."
İddialara karşı "net ve somut" bilgiler istemek ne anlama geliyor? Bilgiyi verecek olan, iddiayı ortaya atan değil mi? Bence CHP'nin bu gayreti, AK Parti'yi bir kere daha mağdur duruma düşürdü. Hele Kılıçdaroğlu'nun, Tayyip Erdoğan'ın açıklama metnini görmeden, "ABD'ye gücü yetmiyor mu, neden ona çatmıyor?" diye sorması, partisi içindeki dağınıklığın bir işaretiydi. Çünkü Erdoğan, ABD'ye karşı cümleler sarf etmişti: "Bu diplomatların yalan yanlış yorumlarıyla yaptıkları itiraflar birinci derecede ABD'yi bağlar. ABD'nin o diplomatlardan bunun hesabını sorması lâzım" demişti.
"ABD'ye gücü yetmiyor mu?" diye soran Kılıçdaroğlu, bu basit slogancı tavırdan vazgeçmeli, ayaküstü, fazla incelemeden aklına gelen her şeyi söylememeli.