Servet, şöhret, makam... Önemli olan, bunlara kavuştuğunuzda, kim olduğunuzu unutmamaktır. Ben, ancak nereden gelip nereye gittiğini bilene adam derim. "Ezel"den gelip, "Ebed"e giderken, hepimiz bir ufak nokta bile değiliz bu âlemde.
* * *
Bir tüccar, "Mutluluğun sırrı"nı öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesine yollamış. Bilge, bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir sarayda yaşıyormuş. Delikanlı, bilgeye yaklaşabilmek için, birçok kişi gibi, sıranın kendisine gelmesini beklemiş. Ancak iki saat sonunda bilgeye ulaşabilmiş. Ama hayal kırıklığı! Çünkü aldığı cevap "Benim sana mutluluğun sırrını açıklayacak zamanım yok" olmuş. Bilge, delikanlıya "Üç, beş saat sarayda dolaş ama sana vereceğim şu kaşık içerisindeki iki damla yağı dökmeden bana getir" demiş.
Delikanlı, sarayın merdivenlerinden inip çıkmış; bir salondan öbürüne geçmiş; gözünü o iki damla yağdan ayıramıyormuş. Öyle ya, ya dökerse!!!
Süre dolunca gene bilgenin yanına gitmiş.
- Buyurun kaşığı... iki damla yağı dökmeden size geri getirdim.
- Güzel... Peki yemek salonundaki Acem halılarını gördün mü? Ya bahçıvanbaşının yetiştirdiği o güzel çiçekleri; yemyeşil bahçeyi? Kütüphanemdeki birbirinden ilginç kitapları fark ettin mi?
- Utanarak itiraf edeyim ki, hiçbir şeye bakamadım. Elimdeki kaşıktan gözlerimi ayıramadım.
- Olmaz... Dolaş ve yakından gör her şeyi. Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin çünkü.
Delikanlı gene elinde, iki damla yağ bulunan kaşık, sarayı gezmeye ve her tarafa dikkatle bakmaya başlamış. Gerçekten birbirinden güzel sanat eserleri odaları süslüyormuş. Bahçede, binbir rayiha saçan çiçekler... rengârenk.
Dönüşte bilgeye gördüklerini teferruatıyla anlatmış.
Bilge sormuş:
- Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?
Delikanlı büyük bir mahcubiyetle kaşıktaki yağın döküldüğünü fark etmiş.
Bilgeler bilgesi şöyle konuşmuş:
- Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmektir ama, kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...
* * *
O iki damla yağ, "Ezel"den "Ebed"e uzanan sonsuzluğu temsil ediyor olabilir mi? Ve o sonsuzluk içinde, bizim bir hiç olduğumuzu mu anlatıyor acaba?