Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) huzurunda iki sahabi

Bazı insanlar önlerine gelen fırsatları teperler. Yararlanamazlar, değerini bilmezler.
Bazı insanlar ise fırsatı yakalamak için didinirler. Fırsatı yakalarlar da. Hele bu yakalanan fırsat eğer ahiret âlemine yönelik bir fırsatsa, onlardan daha mutlusu yoktur artık.
Öyle ya! Bazılarınca fırsat; güzel yemek, en lüks viskiler, yıllanmış şaraplar, kahkahalar ve kısa ömre sığdırabildiğin kadar zevk ve sefa..
Bazıları ise doğruyu bulduklarında tutunurlar, yapışırlar, hiç kopmazlar. Bu doğru yüce Allah'a götüren doğrudur.
İşte bu hafta onlardan ikisini sizinle paylaşayım dedim.

Dördüncü Müslüman'ın İslam'a girişi

Adı, Amr bin Anbese. Öyle derlerdi ona 4. Müslüman diye. Çok öne çıkmamıştır. Kenarda kalmıştır. Gölgeyi tercih etmiştir. Belki de çileli Mekke yıllarında yaşadığı inziva onu geriye bırakmıştır.
Bir gün sordular. Neden dördüncü Müslüman olarak anılırsın. O şöyle anlattı:
Henüz Müslüman olmamıştım. Putlardan da nefret ederdim. Bir gün Hz. Peygamber'i (s.a.v.) duydum. Merak ettim. Bilgi toplamaya çabaladım. Çok bilgi gelmiyordu. Sadece Mekkelilerin ona çok zulmettiklerini duydum. Merakım arttı. Hazırlandım. Mekke'ye gideyim dedim.
Mekkeliler dışarıdan gelenleri sıkı takibata alırlarmış. Ben de bunu bildiğim için dikkatli davranırdım. Gizli hareket ettim.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) evini buldum. Müsaade isteyip girdim. O'nunla göz göze geldik.
- Siz kimsiniz? diye sordum.
- Allah'ın Peygamberiyim! Buyurdu.
- Peygamber nedir? Dedim.
- Elçi demektir cevabını verdi.
- Sizi Allah mı gönderdi
- 'Evet', beni Allah gönderdi' cevabını verdi.
- Allah size neyi emretti diye sordum:
- Onu bir bilmeyi, eş koşmamayı, putları kırmayı, akraba ile bağı kesmemeyi emretti cevabını verdi.
- Yanınızda başka kim var diye sordum.
- Ben, bir hür ve bir de köle!
- Baktım; arkasında Hz. Ebu Bekir ve (henüz köle olan) Hz. Bilal vardı.
Bu sözlerden, Peygamberimiz'in (s.a.v.) halinden, durumundan çok etkilendim. Dedim ki; ben de size uydum.
- Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bugün buna gücün yetmez. Bizimle görünme seni döverler. Sana işkence ederler. Çocuklarına dön. Benim güçlendiğimi duyunca gelirsin. Beni bulursun.
- Döndüm. Ama kalbim orada kaldı. O'nun aşkıyla doldum. İman etmiştim. Yıllarca böyle yaşadım. Kardeşimin oğlu, o gün dördüncü Müslümandım. Bir gün Medine'ye göçtüğünü duydum. Yola çıktım. Uzun yolculuktan sonra yanına vardım. Gidip yanına oturdum. Bana gülümsedi. Beni tanıdınız mı dedim. Evet, buyurdu. Sen Mekke'de bana gelen adam değil misin. Daha ilk yıllarda. Heyecanlandım. Beni unutmamıştı. Evet ben işte o adamım dedim.
"Bana İslam'ı öğret" dedim.
Allah'ın peygamberi bana beş vakit namazı anlatmaya başladı.
Sonra abdesti anlattı. "Abdest suyuyla bütün organlarındaki manevi kirden arınırsın" buyurdu.

Mina'daki ölümsüz hatıra

Bu kutlu ve şanslı insanların ikincisi Hz. Abdullah Yeşkuri'dir. O anlatıyor. Veda haccındaydık. Hz. Peygamber'le (s.a.v.) birlikte yüz yirmi bin insan arafattaydı. Ben gün boyu O'nu aradım. Yaklaşmaya çabaladım. Kalabalık çoktu. O'nu arafatta bulamadım. Mina'ya geçtim. Geçeceği yolda durdum. Her ne pahasına olursa olsun, O'nunla konuşacaktım. Biraz sonra devesinin üzerinde geldi. Mütevazı ve bir o kadar asil bir duruşu vardı. Bağırdım, "beni bırakın O'na soracağım var" dedim. Ama izdihamdan yol alamıyordum.
Fakat efendimiz beni gördü. Eliyle beni gösterdi. "Yol açın gelsin" buyurdu.
Devesinin altına kadar yanaştım. Elimle devesinin yularını tuttum. "Size iki soru soracağım" dedim. Ve sordum; "bana cenneti yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak ameli haber verir misin" dedim.
Hz. Peygamber (s.a.v.) başını göğe kaldırdı. Baktı. Sonra başını indirdi. Sonra bana şöyle buyurdu:
- Diyeceğimi iyi anla. Sonra sımsıkı tut. Allah'a ortak koşma. Beş vakit namazını kıl. Zekâtını ver. Ramazan orucunu tut. Kendin için istediğini başkası için de iste. Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.
- Kavradın mı?
- Kavradım, dedim.
- O zaman devenin yularını bırak, gidelim buyurdu.
Yanımda yürüdü. Ben O'na bakakaldım.
Evet... Biz de O'nu görmeden O'na bakakaldık. Bütün bir ömür bakmaya devam edeceğiz...

***
Kızıltepe ve Kemer konferansları

Son bir hafta içinde Türkiye'nin iki uç noktasında iki konferans verdim. Hemen hemen her hafta en azından 2-3 konferansım olur. Bu konferanslarımı ve oralarda yaşadıklarımı buraya pek almam. Yazmam. İlanını da yapmam.
Ama bu iki konferanstan özellikle bahsetmek istiyorum. Çünkü bu iki konferans da benim için özeldi.

Kızıltepe konferansı

Pazar günü Mardin'in ilçesi Kızıltepe'deydim. Konferans salonu Mardin'e 25 km Kızıltepe'ye ise 5 km uzaklıkta orta bir yerdeydi. Kızıltepe'de çok ciddi bir duyuru imkânı olmamış. Daha doğrusu olamamış! Ancak konferans salonu ben gelmeden 3 saat önce dolmuştu. Salona girdiğimde yaklaşık 8 bin insan salonu hınca hınç doldurmuş, içeri girmek imkânsız hale gelmişti. Salonun dışında ise salona giremeyenlerin 3 katı insan vardı. Kızıltepe'den, köylerden ve Mardin'den gelmişti insanlar. Traktörle gelenler vardı. Salona girdim. Herkes ayaktaydı. İnsanların gözlerinin içi gülüyordu. Sahneye, kucaklaşmak için fırlayan gençleri zor zaptettiler. Genç, yaşlı, açık, kapalı herkes oradaydı. Her siyasi görüş sahibi salondaydı. Süryani vatandaşlardan gelenler de varmış.
Elbette Hz. Peygamber'den (s.a.v.) bahsettim. Birlikten bahsettim. Bir Müslüman için -İslam tarihi boyunca- bir tek değişmez liderin olduğunu, O'nun da Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğunu söyledim. O müthiş kalabalık her sözümü alkışla kesti. İki saat süren konferanstan sonra salondan çıkabilmek için bir saat boyunca gayret ettik. Nihayet bir saat sonra ancak kalabalıktan sıyrılıp arka kapıdan çıkabildik. "Kızıltepe'de böyle bir izdiham yaşanmadı bugüne kadar" dediler.
Niye bunu yazdım. Övünmek için değil herhalde. Çünkü bu manzara -Rabbime hamdolsun- her konferansımda yaşanıyor. Ancak bunun Kızıltepe'de olması -ki Diyarbakır konferanslarında aynı manzara yaşandı- son derece önemli. Önemli, çünkü o gün salonda olmayan parti ve partili yoktu. Her türlü siyasi görüş sahibi oradaydı. Salondaki bu müthiş kalabalıktakilerin hiçbirinin yüzünde bir endişe, gerginlik veya hoşnutsuzluk yoktu. Herkes aynı sözlere gözyaşı döktü, aynı sözlere tebessüm etti.
Demek ki problemlerin çözümünde formül ortadadır. İslam'ı anlatacağız. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) anlatacağız. Doğuyla batıyı Hz. Peygamber (s.a.v.) paydasında bir araya getireceğiz. Yol bu. Çare bu. Çözüm bu. İstismarı kırmanın yolu bu. Yeniden bu işe başlayacağız. Elif-Ba'dan başlayacağız. İslam'la kucaklaştıracağız insanımızı.
Peki medya neden, ülkenin başındaki kâbusları çözmede bizlere mesaj verebilecek yapıdaki bu tür konferans haberlerini es geçti. Neden bu olayları görmedi. Veya göremedi. Bu fırsatı değerlendirmedi. Bu tür toplantı ve beraberliklerden hayli hayırlı sonuçlar çıkarılabilir oysa. Muhafazakâr medya, neden en küçük bir konferansı devleştirirken bu türden faydalı olabilecek konferansları görmezden gelir. Bilmiyorum. Belki kendilerince haklı gerekçeleri vardır. Bu konuda kimseye diyecek sözümüz yok, çünkü benim program yaptığım Atv de, yazdığım gazetem Sabah da bunları göremediğine göre kimseye diyecek sözümüz kalmıyor.

Kemer Konferansı

Antalya'ya bağlı Kemer sahil ilçemiz. Turistik bir merkez. Konferans için bizi aradıklarında, kışın kimse var mı diye sorduk. Sıkıntı olmaz, burada yaz-kış kalanlar var dediler. Organizasyondakilere hayli baskı olmuş. Bu kış ayında Kemer'de konferans mı olur, kimse gelmez diye. Onlar da "300-500 kişi de gelse yeter" demişler. Netice itibari ile cumartesi günü Kemer'e geçtik. Kızıltepe'deki manzaranın aynısı orada yaşandı. Salonda 7 binin üzerinde insan vardı. Giremeyenler dışarıda, soğukta büyük bir izdiham oluşturmuşlardı. Çoğu içeri giremedi. Konferansı dışarıda, kapı aralarından yansıyan sesten dinlediler. Bu konferans Kemer'deki yerel medyaya 'Kemer tarihindeki en büyük kalabalık' olarak yansıdı.
Kızıltepe'de olduğu gibi, Kemer'deki organizatörler de şaşırdılar. Bu yoğunluğu ve ilgiyi beklemiyorlarmış. Yazın Bodrum'da konferans verdiğimizde yine manzara aynıydı. Kızıltepe'de anlattıklarım ile Kemer'de konuştuklarım öz itibari ile aynıydı. Gözyaşları da... İnsanların samimiyeti de. Oradan da çıktığımızda sırılsıklamdık.
Demek ki: Ha Kızıltepe ha Kemer! Değişen bir şey yok. Duygular aynı, hisler ortak. Gözleri yaşartan maneviyat aynı. Yol da aynı. Ülkenin üzerine düşmüş kâbustan uyanmanın yolu da aynı. Kızıltepe ile Kemer'deki insanların siyasi tercihleri çok farklı. Ama buluştukları nokta aynı.
Benim bu iki konferanstan edindiğim sonuç budur. Sizlerle paylaşayım dedim.
***
SORULAR

* 21 Aralık'ta kıyamet kopacak mı?
- 21 Aralık'ta kıyamet kopmayacak inşallah. Yani bugün kıyamet kopmayacak. Bu konudaki istismar ve iddiaların yalan olduğunu göreceksiniz. İnsanların geleceğini maya takvimi gibi saçmalıkların da ipotek altına alamayacağını birebir yaşayacaksınız. Lütfen böyle hurafe ve bidatlere prim vermeyin. Siz geleceğinizi yüce Kitap olan Kuran-ı Kerim'e göre planlayın. O'na inanın. O'na göre hayatınızı kurun. Yarının veya öbür günün ne olacağını veya kıyametin ne zaman kopacağını sadece yüce Rabbimiz bilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA